İçindekiler
Tevhid ve İslâm düşüncesini kabule müheyyâ olarak yaratılan ruhun; bütün letâifiyle gerçek tevhide yönelmesi, nefsanî ve bedenî hazları aşarak kalbin enginliklerine açılması ve memuriyetinin gereği esbaba tevessülün dışında her şeye karşı kapanması, Hak mülâhazasını sarsacak her türlü duygu ve düşünceye daha baştan tavır alması, fütüvvetin en bâriz emareleri ve insan-ı kâmil olmanın da merdivenleridir. Başta bu aksiyonu göstermeyenin, nefis, heva, şeytan, dünyaya meyl ü muhabbet ve nefsanî hazlardan da sıyrılmayanın, fütüvvet gibi bir zirveye ulaşması söz konusu değildir.
Fütüvvet, Arapçada gençlik, delikanlılık ve yiğitlik mânâlarına gelirken; onunla aynı kökten gelen “fetâ”[1]“Fetâ” kavramının kullanımı hadislerde de teşvik edilmiştir. Örneğin; Hz. Peygamber (s), insanların ancak Allah’a kul-köle olabileceğini belirterek, hizmetçilere … Okumaya devam et ise genç, köle ve hizmetçi anlamlarında kullanılmaktadır.[2]Cevherî, Sıhâh, VI, 2451, 2452; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, V, 3347. Ancak fetâ mecaz olarak, gençlik çağındaki fertten ziyade, gençlikteki kuvvet ve dinçliğe sahip her yaştaki kişiyi temsil eder.
İslâm’ın yiğitlik anlayışı olan fütüvvet, tarihten günümüze ideal kulluğu arayan müminlerin düşünce ve davranışlarına yön vermiştir. Bu anlayışın Müslümanlar arasında yaygınlaşmasında en büyük gayret ise sûfîlere aittir. Çünkü onlar, tasavvufun ilk dönemlerinden itibaren fütüvvet prensiplerini benimsemişlerdir. Bu husustan ilk bahsedenlerin, bazı tasavvuf kaynaklarında bir sûfî olarak takdim edilen Cafer-i Sâdık ve sonrasında Fudayl b. Iyâz, Ahmed b. Hanbel, Sehl b. Abdullah ve Cüneyd-i Bağdadî gibi zâtlar olması, bu kavramın Hicrî ikinci asrın ortalarından itibaren sûfîler arasında şöhret bulduğunu göstermektedir.[3]Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, II, 83. Dolayısıyla fütüvvetin mahiyetinin tam olarak anlaşılmasında, onların bu konudaki fikirlerinin önemli bir yeri vardır.
Fetâ ve Fütüvvet Tarifleri
Önceleri cömertlik ve kahramanlık gibi sınırlı mânâlar taşıyan fütüvvet, İslâmiyet ile birlikte çok sayıda tasavvufî ve ahlâkî nitelikleri kapsayan geniş bir mânâ yelpazesine ulaşmıştır. Fütüvvetin kapsamının genişlemesinde sûfîlerin yaptıkları tarif ve yorumların etkisi büyüktür. Her sûfî, sair tasavvuf kavramlarında olduğu gibi, kendi mânevî hâl ve tecrübesine göre çeşitli fütüvvet nitelikleri belirlemiştir.
Meselâ; Sülemî, fütüvveti Allah’ın emirlerine uyma, güzel ibadet, her türlü kötülüğü bırakma, gizli ve açık ahlâkın en güzeline sarılma şeklinde tanımlamıştır. Ayrıca bir fetânın emanet, sıyanet, sıdk, kardeşlik ve sırları (iç dünyayı) düzeltmek gibi koruması gereken beş değerin olduğunu, bunları yerine getirmediği takdirde fütüvvetin de şartlarını yapmamış olacağını ileri sürmüştür.[4]Sülemî, Fütüvvet, 24; a.mlf. el-Mukaddime fi’t-Tasavvuf, 48, 50.
Gazâlî’ye göre ise fetâ, doğruluk, dürüstlük ve cömertlik gibi güzel hasletlerin sahibidir. O, gücü yetsin veya yetmesin daima bağışlayıcıdır. Müslüman kardeşlerine karşı lütufkârdır. Çok mülayim bir ahlâk ve karakter içinde hareket eder. Dostlarının kötü şeylerini dinlemekten hoşlanmaz. Sözüne sâdıktır. Kin, haset gibi kötü sıfatlardan kaçınır. Hileden uzaktır. Her şeyi Allah için sever ve her şeyden Allah için nefret eder.[5]Gazâlî, Riyâzu’t-Tâlibîn, 225-226.
Kâşânî de fütüvvetten bahsederken, onun ahlâkî temel ilkelerini; düşmanlığı terk etmek, hatalardan kaçınmak, kendisine yapılan eziyeti unutmak, sadece gözden değil gönülden ırak olana da yaklaşmak, eziyet yapana iyilik etmek ve haksızlık yapanın özrünü kabul etmek şeklinde özetler.[6]Kâşânî, Letâifu’l-A’lâm, 428- 429.
Fütüvvetin mânevî boyutu ise kişinin, bedenin tahakkümünden kurtulması ve maddî hayat seviyesinden sıyrılıp ölüm ötesi bir hayat yaşamasıyla ortaya çıkar. Bu yaşantıda, cismânî arzular devam etse de, güçlü bir iradeyle ikinci plânda bırakılır.[7]Gülen, 10 Eylül 2012. Dolayısıyla fütüvvetin ahlâkî yönünün de mesafe alabilmek için, onun iç dünyamızın temizliğiyle alâkalı olan mânevî yönünün ihmal edilmemesi gerekir.
Fütüvvetin tasavvufun bir parçası olduğunu söyleyen sûfîler, aynı zamanda onun, mânevî bir miras olarak peygamberlerin yaşantılarından günümüze aktarıldığını ifade etmişlerdir.
Peygamberlerin Hayatında Fütüvvet
Fert ve toplumlara, Allah rızasının hedef olduğu, üstün bir karakter ve nitelikli bir hayat tarzı sunan fütüvvet, Hz. Âdem’den beri bütün peygamberlerin hayatında vazgeçilmez bir kaide olmuş; Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) davranışlarında ise en mükemmel şekilde temsil edilmiştir. Her peygamber, fütüvvetin farklı bir boyutuyla öne çıkmıştır. Meselâ; Hz. Şît (aleyhisselâm), fütüvvetin hakkını yerine getirdiği için Allah (celle celâluhu) onu kötülüklerden korumuş; Hz. İbrahim (aleyhisselâm), fütüvvetle nam alıp putların başlarını kırmış; Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de onunla açık fethe mazhar olmuştur.[8]Sülemî, Fütüvvet, 33.
Sûfîler, fütüvveti işmam eden “fetâ” ve türevlerinin Kur’ân’da takdir ve övgüyle geçmesinden hareketle, bu kavramın kaynağını öncelikle enbiya-ı izâm efendilerimizin hayatında aramışlardır. Ayrıca onları, kendileri için değil de, gaye ve mefkûreleri için yaşamalarından dolayı, fütüvvetin çok üst seviyede birer temsilcisi olarak görmüşlerdir. Nitekim öyle peygamberler gelmiştir ki, kendisine tâbi olanlar birkaç kişiden ibarettir. Öylesi de vardır ki, hiç ümmeti yoktur. Fakat böyle bir durum karşısında bile onlar, kararlılıkla risâlet vazifelerini yapmaya ve neticeyi Allah’tan beklemeye devam etmişlerdir.[9]http://www.herkul.org/index.php/krk-testi/kirik-testi-arsiv/9759-futuvvet-ruhunun-temsilcileri 12 Aralık 2012. İşte onların ileri seviyedeki bu fedakârlıkları ve Allah’ın emirlerini yerine getirmedeki azim, gayret ve tevekkülleri, fütüvvet düşüncesinin orijinini teşkil etmiştir.
Kur’ân’da, Hz. İbrahim (Enbiyâ, 21/60.), Hz. Yusuf11 ile Hz. Musa’nın (aleyhimüsselâm) beraberindeki genç Hz. Yûşâ (Kur’ân’da, (Kehf, 18/60, 62) “fetâ” olarak geçen bu şahsın isminin Yûşa b. Nun olduğu söylenmektedir.) ve Ashâb-ı Kehf (Kehf, 18/10, 13.) hakkında fetâ ifadesi kullanılmıştır. Meselâ Hz. İbrahim’e oğlu Hz. İsmail’i kurban etmesi emredilince (Sâffât, 37/102-105.) büyük bir teslimiyet göstermiştir. Ayrıca putları kırması (Enbiyâ, 21/58.) ve misafir ağırlaması da onun fütüvvetindendir. Hz. Yusuf da, intikam almaya muktedir olduğu hâlde kendisine kötülük eden kardeşlerini affetmekle fütüvvet örneği sergilemiştir. (Yusuf, 12/91-92.) Ashâb-ı Kehf ise bâtıla uymayıp Allah’a sığındıklarından bu adı almışlardır.(Kehf, 18/10, 13.)
Hz. Musa’ya dostluk eden Hz. Yûşa’ya fetâ denmesi, onun Hz. Musa’ya hizmet etmesi, tâbi olup izinden gitmesi ve ondan ilim alması dolayısıyladır.[10]Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 595-596. Kuşeyrî, Kur’ân’da Hz. Yuşa’ya nispet edilen “fetâ”nın (Kehf, 18/60, 62.) ism-i alâmet değil; ism-i kerâmet olduğunu söyler.[11]Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 406. Çünkü bu hitap, onun yaşını değil; şeref ve itibarını gösterir. Bu âyette, Hz. Yûşa’nın gençlik çağında oluşundan ziyade, bir fetâda olması gereken erdemleri taşıdığı nazara verilmiştir.
Bu şekilde yüceltilen Hz. Yûşa, fetâ unvanını kazanmıştır. Sûfîlerce başkalarına hizmet etmek ve mürşide bağlılık, önemli bir tasavvuf ve fütüvvet düsturu olarak asırlarca geçerliliğini devam ettirmiş ve ettirmektedir. Aynı şekilde kâmil bir mürşidden mârifet ve hakikat ilimlerini öğrenmek de teşvik edilegelmiştir. Ayrıca Hz. Musa’nın fetâsıyla beraber yolculuğu ve onların ilm-i ledün sahibi Hz. Hızır’la buluşmalarının anlatıldığı bu kıssada (Kehf, 18/60-82.), fütüvvetin farklı bir boyutuna dikkat çekilmektedir. Buna göre; fütüvvetin önemli derinliklerinden birisi de, fiziğin dar kalıplarına mahkûm kalmayarak metafiziğin enginliklerine açılmak, böylece kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselip sonra da seyahatini bu yörüngede devam ettirmektir.[12]http://www.herkul.org/index.php/krk-testi/kirik-testi-arsiv/9759-futuvvet-ruhunun-temsilcileri
Kulun, bütün latîfeleriyle tevhide yönelmesi, bedenî hazların esaretinden kurtulup kalbî hayat seviyesine yükselmesi ve Hak dışındaki her türlü duygu ve düşünceden arınması fütüvvetin en belirgin emarelerinden olduğu gibi; kâmil bir insan olmanın da önemli basamaklarıdır.[13]Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri- 1,156-157.
Hz. İbrahim, vefâ, cömertliğini görmediği hâlde bir kimseyi övme ve istemeden verme gibi üç fütüvvet sıfatını gerçek mânâda taşımaktaydı.[14]Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb,180. Nefsini tevhid uğruna fedâ etmesi de[15]En’âm, 6/78-79; Nahl, 16/120. onun fütüvvetinin bir gereği olarak yorumlanmıştır. Çünkü ortak koşan insan, Yaratan’ın varlığını reddetmez; sadece mutlak birliği reddetmeye yönelir. İbn-i Arabî’ye göre; tevhidde büyük bir mücadele veren Hz. İbrahim, fütüvvette kutup makâmına yerleşmiştir.[16]İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 247.
Bu durumu biraz açan İbn-i Arabî, fütüvvetin îsâr yönüne vurgu yaparak, insanın kendi payı (arzusu) varken başkasının payını gözetmesi gibi, Allah karşısında da kendi payını bırakıp Allah’ın payı olan davranışı sergilemesini fütüvvet olarak nitelendirmektedir. Ona göre, bu şekilde davranan insan, aslında gerçek payına ulaşmış ve fütüvvet niteliği kazanmış olur. Bunun en ideal örneklerinden birisi; Hz. İbrahim’in, tevhid hakikatini gürül gürül haykırarak bu uğurda, yanmaktan çekinmemesidir. (Enbiyâ, 21/68-69.)
Bu davranış, İlâhî bir emirden kaynaklanmışsa, fütüvvette en büyük makâmdır. Böyle bir emirden kaynaklanmamış olsa bile, Hz. İbrahim yine fütüvvet sahibi olurdu. Zîrâ o, Rabbini kendi arzusuna yeğlemişti.[17]İsmail Ankaravî’ye göre, Hz. İbrahim’in bu ikinci davranışı bir “mertlik” örneğidir. Bk. Ankaravî, Minhâcu’l-Fukarâ, 264. Ayrıca fütüvvetin zirvesi “hullet”, yani dostluk makamıdır. Hz. İbrahim putları parça parça edip büyüklerini geride bırakmış, sonra da etrafındakileri Allah’ın vahyettiği şeye yönlendirmişti.[18]Enbiyâ, 21/66-67; İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, XVII, 247-248.
Bütün bunlar onu, fütüvvette önemli bir zirveye taşımıştır. Her iki hâdisede de ölümü göze alıp Rabb’inin isteklerini gerçekleştiren Hz. İbrahim, sûfîlerin fütüvvet anlayışında önemli bir model olmuştur.
Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayatında Fütüvvet
Peygamberler arasında tevarüs eden bir miras olan fütüvvet, nesilden nesile geçerek Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar ulaşmış; en mükemmel uygulamasını da O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında bulmuştur. Kur’ân’da bazı peygamberlerin “fetâ” diye isimlendirilmesinden hareketle, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de “fetâların efendisi (seyyidü’l-fityân)” diye nitelendirilebilir.[19]Muhammed, el-Fütüvve, 62.
Zira fütüvvetin ideal seviyede sahibi O’dur (sallallahu aleyhi ve sellem). Ebû Ali Dekkâk’a göre; fütüvvet ahlâkının kemali Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) mahsustur. Çünkü herkes kıyamet gününde “nefsim, nefsim” derken; O (sallallahu aleyhi ve sellem) ise “ümmetim, ümmetim” der. (Buhari, Tevhid, 36; Müslim, İman, 346; Kuşeyrî, er-Risale, 310; Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, 689.) Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) her durumda şefkat ve merhamet ile ümmetinin üzerine titremesi ve kendisi hangi makamda bulunursa bulunsun daima onların kurtuluşunu öncelemesi, bütün müminlere ideal fütüvvet anlayışını göstermiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye göre; Allah Resûlü, (sallallahu aleyhi ve sellem) işin başında bir fütüvvet topluluğu meydana getirmiş, kendisi de “baş fetâ” olarak onların başına geçmiştir. Kehf sûresinde fetâlar olarak nitelendirilen Ashab-ı Kehf’in anlatılmasından evvel Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ait bazı hususların anlatılmasının hikmetlerinden birisi de bu hususa işaret etmektedir.[20]Gülen, Zihin Harman,134. Bu nedenle sûfîler, fütüvvetin ancak sünnete uymakla yaşanacağı görüşündedirler.[21]Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, II, 83.
Hz. Ali ve Sahabe-i Kirâm’ın Hayatında Fütüvvet
Fütüvvet, Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra en ideal şekilde sahabenin hayatında görülmüştür. Ebû’l-Hasen el-Bûşencî’ye, fütüvvetin ne olduğu sorulduğunda, Kur’ân’da, ensârın vasfedildiği;
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9.)
âyetine dikkatleri çekmiştir. Bu âyette Allah, ensârı, fütüvvetin en önemli niteliği olan îsâr ile övmekte ve müminlere örnek göstermektedir.
Fütüvvetin sahabeye intikali noktasında en mümtaz mevkilerden birisi Hz. Ali’ye aittir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali’nin kendisine olan yakınlığını Hz. Harun’un Hz. Musa’ya (aleyhimesselâm) olan yakınlığıyla münasebetlendirmiş; ancak kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğini beyan etmiştir. (Buharî, Megâzî,78; Müslim, Fezâilu’s-Sahabe, 2404.) Bilhassa “Ali gibi yiğit (fetâ); Zülfikar gibi de kılıç bulunmaz”[22]Zehebî, Mîzânu’l-İ’tidâl, V, 390; İbn-i Asâkir, XXXIX, 20. sözü O’nun fütüvvetteki yüksek derecesini göstermektedir. İbn-i Arabî’ye göre; “Fetâ, Ali’dir” denilmesi onun vâsi ve velî oluşundandır.[23]İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, XVII, 313-314.
Hocaefendi’ye göre ise Hz. Ali, tertemiz olarak dünyaya gelmiş, nezahet içinde yiğitçe yaşamış ve dünyanın kirlerine bulaşmadan da Allah’a ulaşmıştır. Onun bu hâli, Hz. Musa’nın, (aleyhisselâm) fütüvvetle alâkalı sorusuna Cenâb-ı Hak’tan (celle celâluhu) aldığı “Nefsini Benden tertemiz aldığın gibi, yine Bana tertemiz iade etmendir” cevabına uymaktadır.[24]Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri- 1,156.
Hz. Ali’den sonra da fütüvvet, velâyet kanalıyla Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti arasında yayılmaktadır. Öyle ki; günümüzde dünyanın dört bir bucağında, Allah için gayret gösteren hizmet erlerinde de bu fütüvvet ruhu görülmektedir.
Ashâb-ı Kehf ve Günümüzün Fütüvvet Erleri
Bir kısım tasavvuf klasiklerinde Ashâb-ı Kehf’in durumu, fütüvvet anlayışına ilham kaynağı olmuştur. Nitekim Herevî, “Menâzil” adlı eserinin, Kuşeyrî ise “er-Risâle”sinin fütüvvet bölümlerine, “Onlar Rablerine inanmış yiğitlerdi (fitye). Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık” (Kehf, 18/13.) âyetiyle başlar.[25]Kuşeyrî, er-Risale, 310; Herevî, Menâzil, 23.
Bu durum, sûfîlerin fütüvveti Kur’ân’la temellendirdiklerini ve seyr ü sülûk yolcusunun bir menzili olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Nitekim âyette Ashâb-ı Kehf’in “fitye/yiğitler” diye isimlendirilmesi, onların Allah’a vasıtasız iman etmelerinden dolayıdır. Kuşeyrî, imâna davet edildiklerinde tereddütsüz inandıkları için onlara bu ismin verildiğini söyler. Yine onlara, Allah için hareket ettikleri ve O’na ulaşana kadar durmadıkları için böyle denildiği rivayet edilmektedir.[26]Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 380; a.mlf. er-Risale, 311.
Sehl-i Tüsterî’ye göre de Allah, Ashâb-ı Kehf’e, kendisine vasıtasız inandıkları ve bütün mâsivâ ile olan alakalarını keserek huzurunda kaldıkları için “yiğitler” demiştir. Bu sebeplerle, fütüvvetin başı imandır.[27]Kurtubî, el-Câmi’, XIII, 222.
Ashâb-ı Kehf, putperestlikten ve devrin kralının zulmünden dolayı bir mağaraya sığınmışlardı. Fethullah Gülen Hocaefendi bu kapsamda, ferdin mânevî gelişiminde ve özünü keşfetmesinde mağaranın önemine dikkat çekmektedir. Zîrâ küfürle mücadele etme ve kuvvet dengesinin olmadığı bir zamanda bile onu mağlup etme, ancak bu süreçte kazanılacak peygamberane bir güç ve azimle olur.
Aslında benzer bir inziva hayatı Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında da vardır. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvetinden evvel Hira Sultanlığında inzivaya çekilmesi bir bakıma Yüce Mevlâ’nın onu nübüvvete hazırlamasıydı. Daha sonra, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) çizgisinde mücadele edenlerin hayatında da bu tür mağara dönemleri olmuştur.
Meselâ; İmam Gazâlî, İmam Rabbânî, Mevlâna Halid Bağdadî ve Bediüzzaman Said Nursî, kendini bulma ve ilhatla mücadelede gerekli olan enerjiyi toplama için inziva dönemleri yaşamışlardır. Aslında aynı şey, tarihi yeniden inşa edecek ve insanlığı olması gereken noktaya taşıyacak cemaatler ve toplumlar için de geçerlidir. Bundan dolayı fütüvvet ruhunu temsil eden insanların hemen hepsinin hayatlarında bir inziva dönemi görmek mümkündür.[28]Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, 240-241.
Ayrıca şerleri bertaraf eden Zülkarneyn misyonuna sahip olma, evvela mağarada Ashâb-ı Kehf olmaktan başlar. Bu arada safvetini koruyanlar, ledünniyata sımsıkı bağlı olanlar ve işin başındaki hasbîliklerini sonuna kadar götürenler, fütüvvet erbabıdır ve insanlığın kötü gidişatını da onlar değiştirecektir. Bugün yeryüzü, Zülkarneyn ile temsil edilen hakikatin günümüzdeki temsilcilerine muhtaçtır.[29]Gülen, Zihin Harmanı, 145.
Dolayısıyla Ashâb-ı Kehf’in zulme boyun eğmeyip hakikatlere sahip çıktığı gibi zamanımızda da fütüvvet anlayışıyla hareket eden gençlerin veya gençlik rûhuna sahip yiğitlerin olması gerektiğini göz ardı etmemeliyiz. Bunun için de asırlardır huzurlu birey ve toplumların inşasında vazgeçilmez değerler olan fütüvvet prensiplerinden günümüz gençliğinin de istifadesine ihtiyaç vardır.
Netice
Kur’ân ve Sünnet’e dayanan fütüvvet, süreç içerisinde çok sayıda tasavvufî ve ahlâkî mânâyı bünyesine katarak bir değerler manzumesi hâline gelmiştir. Fütüvvetin insanlık tarihî boyunca en büyük mümessilleri peygamberler olmuştur. Onun gerçek mânâda sahibi ise yüce bir ahlâk üzere yaratılan, insanlığın zirve noktası ve fetâların efendisi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olmuştur.
Tarihte, başta Abbasî Halifesi Nâsır Lidinillah’ın kurduğu “Fütüvvet Teşkilâtı” ve Anadolu’da birçok tasavvufî ve içtimaî kurumun temelini oluşturan fütüvvet değerleri, günümüzde de Allah rızası ve insanlığın yararına evrensel faaliyetler icra eden hizmet hareketlerinin temel dinamiklerindendir. Zîrâ tevâzu, hoşgörü, fedakârlık, başkalarını yaşatmak için yaşama, kötülük görse de iyilik yapmaya devam etme, kimseye düşmanlık beslememe, insanlığın kurtuluşu için bütün şahsî çıkarlarından vazgeçme gibi daha birçok fütüvvet değerlerini yaşayan hizmet erlerinin, Allah’ın inayetiyle, çeşitli sosyal ve kültürel sahalarda ne kadar büyük başarılara nail olduğu herkesçe malumdur.
Kaynak: Yeni Ümit Dergisi, Dr. Bekir Köle, sayı: 100, Nisan-Mayıs-Haziran 2013
Dipnotlar
⇡1 | “Fetâ” kavramının kullanımı hadislerde de teşvik edilmiştir. Örneğin; Hz. Peygamber (s), insanların ancak Allah’a kul-köle olabileceğini belirterek, hizmetçilere “kulum” ve “kölem” denilmesini yasaklamıştır. Bunun yerine onlara, bugünkü deyimiyle “kızım”, “yiğidim” anlamlarına gelen, “fetâye”, “fetâtî” ve “gulâmî” gibi daha şefkatli ve samimi ifadelerle hitap edilmesini istemiştir. Bk. Buharî, Itk, 17; Müslim, Elfazun fi’l-Edeb, 2249. |
---|---|
⇡2 | Cevherî, Sıhâh, VI, 2451, 2452; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, V, 3347. |
⇡3 | Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, II, 83. |
⇡4 | Sülemî, Fütüvvet, 24; a.mlf. el-Mukaddime fi’t-Tasavvuf, 48, 50. |
⇡5 | Gazâlî, Riyâzu’t-Tâlibîn, 225-226. |
⇡6 | Kâşânî, Letâifu’l-A’lâm, 428- 429. |
⇡7 | Gülen, 10 Eylül 2012. |
⇡8 | Sülemî, Fütüvvet, 33. |
⇡9 | http://www.herkul.org/index.php/krk-testi/kirik-testi-arsiv/9759-futuvvet-ruhunun-temsilcileri 12 Aralık 2012. |
⇡10 | Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 595-596. |
⇡11 | Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 406. |
⇡12 | http://www.herkul.org/index.php/krk-testi/kirik-testi-arsiv/9759-futuvvet-ruhunun-temsilcileri |
⇡13 | Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri- 1,156-157. |
⇡14 | Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb,180. |
⇡15 | En’âm, 6/78-79; Nahl, 16/120. |
⇡16 | İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 247. |
⇡17 | İsmail Ankaravî’ye göre, Hz. İbrahim’in bu ikinci davranışı bir “mertlik” örneğidir. Bk. Ankaravî, Minhâcu’l-Fukarâ, 264. |
⇡18 | Enbiyâ, 21/66-67; İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, XVII, 247-248. |
⇡19 | Muhammed, el-Fütüvve, 62. |
⇡20 | Gülen, Zihin Harman,134. |
⇡21 | Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, II, 83. |
⇡22 | Zehebî, Mîzânu’l-İ’tidâl, V, 390; İbn-i Asâkir, XXXIX, 20. |
⇡23 | İbn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, XVII, 313-314. |
⇡24 | Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri- 1,156. |
⇡25 | Kuşeyrî, er-Risale, 310; Herevî, Menâzil, 23. |
⇡26 | Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 380; a.mlf. er-Risale, 311. |
⇡27 | Kurtubî, el-Câmi’, XIII, 222. |
⇡28 | Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, 240-241. |
⇡29 | Gülen, Zihin Harmanı, 145. |