Borçlanma ve borç vermeyle ilgili Kur’an ve Sünnet’te çok sayıda nass yer almış, bunlardan yola çıkan fakihler de konuyla ilgili pek çok ahkâm vaz’etmişlerdir. Konuyla ilgili olarak borç vermenin sevabı, borçlanmanın zemmi, borcu zamanında ödemenin ehemmiyeti, borçluya kolaylık gösterilmesinin tavsiye edilmesi, ödenmeyen borçlara karşı uygulanacak müeyyideler gibi farklı hususların üzerinde durulmuştur.
Hiç şüphesiz bunların her birisiyle ilgili ortaya konulan hükümler günümüz açısından çok ehemmiyet arz etmektedir. Hususiyle hadis-i şeriflere baktığımızda Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) zaruretin dışında borçlanmaya karşı ciddi bir tavır aldığını ve bu konuda ümmetini de ikaz ettiğini görüyoruz.
Öyle ki Ebû Katâde’nin rivayetine göre Resûl-i Ekrem, cenazesi getirilen bir adamın borçlu olarak öldüğünü öğrendiğinde onun cenaze namazını kıldırmamış ve “Arkadaşınızın namazını siz kılın.” buyurmuştur. Bunun üzerine Ebû Katâde (radıyallâhu anh) ölen kişinin borcunu üzerine almış, Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) ancak ondan sonra cenaze namazını kıldırmıştır (Tirmizî, Cenâiz 69).
Bir başka rivayette ise Resul-i Ekrem Efendimiz, ölen kişinin cenaze namazının kılmamasının gerekçesini şu ifadelerle açıklamıştır: “Cebrâil borçlu olanın namazını kıldırmaktan beni men etti.“
Konuyla ilgili olarak rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte ise Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir kimsenin ödenmek üzere bir şey bırakmadan borçlu olarak ölmesinin, onun için en büyük günahlardan birisi olduğunu beyan etmiştir (Ebû Dâvud, Büyû 9).
Nebiyy-i Ekrem’den rivayet edilen şu hadis-i şerif ise borçlu olarak ölen kişinin kötü akıbetini haber vermektedir: “Nefsimi elinde tutan Zât’a kasem olsun, bir adam Allah yolunda öldürülse, sonra ihya edilse, tekrar öldürülse, sonra ihya edilse, tekrar öldürülse, üzerindeki borcu ödenmedikçe cennete giremez.”
Bir başka hadis-i şerifte ise Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) cehennemden, kabir azabından ve fitnelerden Allah’a sığındığı gibi, borçtan da O’na sığınmıştır. Kendisine, “Borçtan ne kadar çok Allah’a sığınıyorsun?” denilmesi üzerine ise şöyle buyurmuştur:
“Kişi borçlanınca yalan söylemek mecburiyetinde kalır, söz verir sözünde durmaz.” (Buhârî, Ezan 149; Müslim, Zikir 15). Borcun, keder ve üzüntüye sebep olacağı ve kişi için bir zillet vesilesi olduğu da Resûl-i Ekrem’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) nakledilen hadisler arasındadır.
Öte yandan, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!” (Buhârî, İstikrâz 4) buyurmak suretiyle, borcun ödenmesinde hak ve adaletin gözetilmesine dikkat çekerken, başka bir beyanlarında ise imkânı olduğu halde borcun geç ödenmesinin bir zulüm olduğunu, dolayısıyla böyle bir kişinin de zalim sayılacağını ifade buyurmuştur (Buhari, Havâlât 1).
Bütün bu hadislerden de anlaşılmaktadır ki, İslâm’da borçlanma tavsiye edilmemekte, borçlanmanın menfi bir kısım neticelerine dikkat çekilmekte ve bu konuda insanlar ciddi şekilde ikaz edilmektedir. Hiç şüphesiz bunun farklı sebepleri vardır.
İlk olarak borçlanma Kur’an ve Sünnette çok önemli bir prensip olarak karşımıza çıkan istiğna ruhuna aykırıdır. Zira mü’min her zaman veren el olmaya çalışmalı, sürekli başkalarına yardım etme duygularıyla meşbu olmalı ve başkalarına yük olmaktan kaçınmalıdır. Borçlanmanın insan şahsiyet ve onurunu zedeleyici bir davranış olduğunda da şüphe yoktur.
Diğer taraftan Allah Resûlü, borçlanan insanın yalan söyleyebileceğine ve sözünde duramayacağına dikkat çekmiştir ki, bunların her ikisi de münafık sıfatıdır. Evet, borçlanan bir insanın borcunu vadesinde ödemesi her zaman mümkün olmayabilir. Aynı şekilde böyle birisi, kendisini savunma adına alacaklıya farklı mazeretler döktürebilir ve borcunu ödeme adına yeni vaatlerde bulunabilir. Yaşadığı ve şahit olduğu tecrübeleri gözden geçiren bir insan, bunun pek çok misaliyle karşılaşacaktır.
Borçlanmanın mahzurlarından birisi de, insanın ahirete borçlu olarak gitme ihtimalidir. Çünkü ecel gizli olduğu için insanın her an ölme ihtimali vardır. Hâlbuki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bütün günahları affedilen şehidin bile borç günahının affedilmeyeceğini ifade buyurmuştur. Her ne kadar ölen kişinin varisleri, onun geride bıraktığı mirastan ilk olarak onun borçlarını ödemekle mükellef olsalar da, ölen kimsenin geride mal bırakmaması veya varislerin onun borçlarından habersiz olması gibi bazı durumlarda bu mümkün olmayabilir.
Bu ifadelerimizle borçlanmanın haram kılındığını anlatmak istemiyoruz. Zira ticari ve iktisadi ilişkiler açısından borç alıp verme ciddi bir ihtiyaç olarak kendisini göstermektedir. Bu sebeple de, karz-ı hasen denilen borç verme tavsiye edilmiş, hatta hadislerde bunun sadakadan bile daha sevap olduğu ifade edilmiştir. Çünkü her zaman için toplumda muhtaç kişiler olabilir. Onların ihtiyacını karşılamak ise diğer mü’minlere düşer.
Ne var ki, meşru ve mubah olan her amelin yapılması da gerekmez. Mesela boşanma belli şartlardan kendisine ihtiyaç duyulacağından dolayı bir taraftan meşru kılınmış fakat diğer yandan da bunun Allah’ın en sevmediği mubah olduğu ifade edilmiştir. Aynen bunun gibi borçlanma da, meşru kılınan bir muamele olmakla birlikte tavsiye edilmemektedir.
Özellikle Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, borcun kendisine galebe çalmasından Allah’a sığındığını nazar-ı itibara alacak olursak, kişinin ödeyemeyeceği borç yükünün altına girmesinin yanlışlığı anlaşılmış olur. Zira kazancın üzerindeki ağır borçlar hakikaten insanların hürriyetlerini ellerinden almakta, onları gayr-i meşru kazançlara itmekte, aile huzurlarını bozmakta, onları tefecilerin ve bankaların eline düşürmekte ve hatta intiharlara bile götürmektedir.
Bütün bunların yanında üzerinde durulması ve dikkat edilmesi gereken diğer bir mesele de, kişinin hangi sebepten borçlandığıdır. Hiç şüphesiz bazı durumlarda yeme, içme, giyim, sağlık veya barınma gibi zaruri ihtiyaçların giderilmesinde makul seviyede borçlanmalara gidilebilir. Fakat kişinin elinde imkânı olmadığı halde fantezi ve lüks harcamalara girmesi ve bunun için borçlanması elbette doğru değildir.
Maalesef günümüzde yapılan borçlanmaların pek çoğunun ciddi bir ihtiyaçtan ziyade, daha çok zengin olma, daha çok büyüme, lüks hayata kavuşma gibi saiklerle yapıldığı görülmektedir. Hele bir de bu tür insanlar denge ve ölçüyü muhafaza edemediklerinde kendileriyle birlikte pek çok aile ferdinin de huzurunu kaçırmakta ve onları sıkıntı ve meşakkatlere sokmaktadırlar.
Çok uzun vadelerle borçlanmaların da, tevehhüm-ü ebediyet ve tul-i emel duygularından kaynaklandığını ve bunun doğru olmadığını ifade etmek gerekir. Üstelik yıllarca borçlu olan bu tür insanların zekât, kurban ve sadaka-i fıtır gibi malî ibadetlerini düzenli bir şekilde yerine getiremedikleri de bir gerçektir.
Bütün bu açılardan insan fani olduğunu asla unutmamalı, mümkün mertebe borçlanmadan kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmalı, borç almak zorunda kaldığında da, kısa vadelerle, zaruri ihtiyaçları için ve ödeyebileceği miktarda borç almalıdır. Dolayısıyla bir mü’minin, “Borç yiğidin kamçısıdır.” diyerek gereksiz yere borçlanması asla kabul edilemez. Kapitalizmin en mühim ilkelerinden birisi olan “daha çok büyüme” saikiyle pek çok insanın bugün kredilerle bir ömür geçirdiğini ve sürekli borçlu yaşadığını düşündüğümüzde, Efendimiz’in tavsiye ve ikazlarından ne kadar uzak düştüğümüzü anlayabiliriz.