Ölen insana üzülmek, sessizce ağlamak gayet tabii ve insanîdir. Dinimizde yas tutmanın sınırları Yas Tutma yazımızda ifade edildiği çerçevede bellidir. Buna göre yas tutma/ihdad kocası ölen kadına gereklidir ancak bu kayıt, yakınları vefat eden insanların hiç hüzünlenmeden hayatlarına devam edecekleri manasına anlaşılmamalıdır. Zira her ölüm insana ahireti hatırlattığı gibi cenaze evinin ve yakınlarının da bu ölümden kendilerine pay çıkarmaları gerekir. Vefat eden kimsenin yakınları, çevrelerinin yadırgayacağı şekilde memnun ve mutlu görünmekten sakınmalıdırlar. Buna göre ölenin evinde yemek yapılması haram değildir fakat ölenin yakınları o halleriyle yemek yapamayabilirler. Etraftaki komşu ve akrabâların “cenaze evi üzüntülüdür, gamlıdır, yemek yapamayabilirler, onlara yardım etmek lazım” anlayışı içinde yardıma koşmaları, hem dinimizin müstehap kabul ettiği bir davranış hem de gayet insanîdir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz, Cafer b. Ebî Tâlib şehit olunca اِصْنَعُوا لِاٰلِ جَعْفَرٍ طَعَامًا فَإِنَّهُ قَدْ أَتَاهُمْ أَمْرٌ شَغَلَهُمْ “Caferin ailesine yemek yapıp götürün çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir.” (Ebû Dâvûd, cenâiz 25,26; İbn Mâce, cenâiz 59.) buyurarak cenaze evine yemek götürülmesini ifade etmiştir.
Cenaze evinde televizyon seyretmek, radyo ve müzik dinlemek yasak olmasa da ölen insana saygının gereği, o evin biraz sükûnetli, sessiz olmasıdır. Bu hem ölene hürmeti ifade eder, hem de ev halkına ölümü hatırlatır. Dolayısıyla da “ölenle ölünmez” ifadesi bu açıdan yanlış, “hayattan tamamen kopmama” manasına düşünüldüğünde doğrudur. Nitekim cenaze merasimlerinin bile dünyevîleştiği günümüzde, ölümü ve ahireti daha fazla hatırlamaya ihtiyacımız vardır ve ölen insanların hâli buna bir vesiledir. Öyleyse, bu hâli ölümü hatırlama adına iyi değerlendirip televizyonla, radyoyla, gazeteyle meşgul olmamak ve o uhrevî atmosferi bozmamak edebe uygundur.