Doğrusu bu devre muallimler içinde, ana-baba içinde en problemli ve en endişe verici devredir. Bu dönemde çocuklar müspetle doyurulup meşru çizgide tatmin edilmezlerse, elden çıkmaları mukadder, yuvaya ve ölçülerimize yeniden dönmeleri de oldukça müşküldür.
Evet, o, benliğindeki cebrî yenilenmeye karşı kalbiyle ruhuyla ele alınıp, iç âlemi iyi şeylerle donatılmaz ve hayalini saran fücûr (günah) fırtınalarına karşı çevresinde faziletten bir çeper yapılmazsa, gidip bir çamur içine ârâm olması muhakkaktır.
Çocuğun bu devresini bilmeyen veli ve muallimler, her gün nefsin değişik bir emriyle karşılarına dikilen çocuklarını sadece şikayet ederler. “Efendim, bunlar hırsızlık yapıyor, yalan söylüyor, kadınlara sarkıntılıkta bulunuyor, hatta ana-baba ve öğretmenlerine karşı geliyor…” Oysa ki yapılacak şey, onu meşru dairedeki zevk ve lezzetlerle tatmin edip, içinde bin elem ve ızdırabın bulunduğu gayrı meşru dairedeki keyiflerle, kalbin kirlenmesine ve ruhun örselenmesine meydan vermemektir.
Oyun, eğlence ve sporla alâkalı bölümde, gençlerin vücutlarındaki enerji fazlalığını atarak boşalmalarının ehemmiyeti üzerinde durmuştuk ve etrafında bir hayli tahşidat yapmıştık. O önemli mevzuyu oraya havale ederek burada sadece serlevha yaptığımız cinsiyet üzerinde durmak istiyoruz. “Cinsiyet noktası” derken daha ziyade, ferdin arzuları ve iştihalarıyla kendi kendini bulması ve bilhassa şehevî hislerinin baskısı altına girmiş olmasını kastediyoruz.
Bazı istisnai durumlar olsa bile, cinsî arzuların ağırlığı buluğ çağıyla başlar ve gün geçtikçe derinleşir, buutlaşır ve ferdin müstakim hareketlerinde titreşimler meydana getirir. Fevkalade fıtratlar dışında bu durum herkes için hemen hemen aynıdır.
Çocuk bu devrede, yüce ideallerle kanatlanmış, her gün değişik bir iklime ruhunun ilhamlarını götürüp resmetmekle meşgul değilse, kalbi tamamen öbür âlemlerle alâkalı ve ruhu semalar ötesi ses ve soluklarla rezonans olamamışsa; milletini kucaklayıp dünyada cennetlere, ahirette sonsuz nimetlere ulaştırma iştiyak ve neşvesiyle dolmamışsa kendi beşerî isteklerinin baskısı altına girmemiş olması düşünülemez. Bu itibarla, erkeğin erkekliğini, kadının kadınlığını hissettiği andan itibaren gençlerin evlendirilmeleri en tabii bir yol ve mecburî istikamettir. Elverir ki, taraflarda veya ikisinden birinde cinnet ve sâri illetler gibi evliliğe mâni bir ârıza bulunmasın.
Kaynak: Sızıntı, Mayıs 1982, Sayı 40.