İslâm hükümlerinin korumayı hedeflediği ana maksatlar; din, can, nesil, mal ve aklın korunmasıdır. İslâm’ın ortaya koyduğu birçok hükmün temel gayesi, zaruriyat-ı hamse dediğimiz bu beş maksadın ihlal edilmesini önlemektir. İşte canın korunması da İslâm’ın temel maksatlarından birisi olduğundan, insan hayatına yönelik her türlü suça, derecesine göre farklı cezalar takdir edilmiştir. İnsan hayatına yönelik cinayetlere, kısas, diyet ve kefaret cezalarını koyan İslâm, henüz kâmil bir insan hüviyeti kazanmamış anne karnındaki cenine yönelik suçları da ihmal etmemiş ve ceninin düşmesine sebep olan kimseye tazminat cezasını (gurre) vermiştir çünkü cenin de hayat sahibi bir insan olması yönüyle yaşama hakkına sahiptir. Ceninin eksik de olsa vücub ehliyeti (bir kısım haklara sahip olabilme ehliyeti) bulunduğundan onun hakkında veraset, vasiyet, hibe gibi hükümler caridir. Sağ doğduğu takdirde kendisine hibe edilen, miras bırakılan veya vasiyet edilen mala hak kazanır. Bu yönüyle ceninin hayatına yönelik bir tecavüz, cinayet sayılmış ve bu cinayete de miktarı belli bir tazminat cezası konulmuştur. Bu açıdan anne karnındaki masum ceninin muhafazasına çalışmak şahsi ve ictimaî bir vazifedir.[1]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/145.
Gurrenin hücciyyeti şu hadis-i şerifle sabittir:
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde Huzeyl kabilesinden iki kadın kavga etmiş ve bu kadınlardan birisi attığı taşla diğerinin karnındaki yavruyu öldürmüştü. Aralarında hükmetmesi için bu iki kadın, davayı Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiler. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de ceninin diyetini bir gurre olarak hükme bağlamıştır. Hadis-i şerifte gurrenin miktarının kadın veya erkek bir kölenin azad edilmesi olduğu ifade edilmiştir. (Buhârî, diyât 25; Müslim, kasâme 35.)
Ancak ödenmesi gereken gurre bedeli sonraki fakihler tarafından köle ve cariyenin kendi dönemlerindeki değeri esas alınarak şu şekilde takdir edilmiştir: Hanefî mezhebine göre bunun miktarı, diyetin yirmide biri olan beş deve veya 50 dinar (200 gr. altın) ya da 500 dirhem (1400 gr. gümüş) dir. Eğer cenin ikiz yahut üçüz olursa, diyet de ceninin sayısına göre katlanır. Ödenecek gurre miktarı ceninin erkek veya dişi olmasına göre değişmez. Hanefî Mezhebi gayrimüslim bir kadının çocuğu için de gurre ödenmesi gerektiğini ifade etmiştir.[2]Hamdi Döndüren, “Gurre”, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
Verilmesi gereken bu gurreyi, ceninin düşmesine sebep olan kimse âkılesiyle (araya kadının girmediği erkek akrabaları) birlikte öder. Ancak âkılenin bulunmadığı durumlarda gurreyi ödemek, câninin bizzat kendisine terettüp eder. Mâlikîler gurreyi cinayeti işleyenin kendi malından vermesi gerektiğini hükmetmişlerdir. Gurre, bir sene zarfında taksitler hâlinde ödenebilir.[3]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/150; 153.
Ulemanın çoğuna göre ceninin mirasçıları, gurreyi miras hisselerine göre aralarında paylaşırlar. Yani ceninin canlı olarak doğduğunu düşündüğümüzde, mirasçıları kimler olacaksa, gurreyi de onlar alırlar. İmam Mâlik farklı bir ictihadda bulunmuş ve gurreyi annenin bir hakkı olarak görmüştür.[4]Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi, 10/457.
Suçlu baba olduğu takdirde, kendisi gurreden bir şey alamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): الْقَاتِلُ لَا يَرِثُ “Kâtil mirasçı olamaz.” (Tirmizî, ferâiz 17) buyurmuşlardır.
Ceninin düşmesine sebep olan âmil, söz veya fiil olabilir. Buna göre ister vurma, dövme gibi fizikî bir müdahaleyle, ister tehdit ve korkutmayla isterse ilaç kullanma gibi bir yolla cenin düşürülmüş olsun, buna sebep olan kişinin gurre ödemesi gerekir. Aynı şekilde bu cinayeti işleyen kişinin ceninin annesi, babası veya başka bir kişi olması da hükmü değiştirmez.[5]Muhsin Koçak, “Gurre”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 14/211.
Cinayetin kasten veya hataen işlenmesi de gurre cezasının gerekmesi açısından müsavidir. Yani kasten böyle bir cinayet işleyen kimseye gurre cezası gerekeceği gibi hata yoluyla buna sebep olan kimseye de aynı ceza gerekir. Sadece ceninin annesi, bu hükümden müstesna tutulmuştur zira annenin fiili kastî olmadıkça gurre cezası gerekmez.[6]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/152.
Evet, bir kadın, kocasının izni olmadan ilaç içmek, karnına vurmak, ağır bir şey kaldırmak gibi bir yolla karnındaki çocuğunu kasten düşürecek olursa bu kadın üzerine gurre lazım gelir. Ancak kocasının izni olursa yani karı-koca anlaşarak böyle bir suça teşebbüs ederlerse gurre lazım gelmez. Ama bu anne ve baba tazir cezasına çarptırılırlar. Yani o kişiye, miktarı devlet başkanı veya onun tayin ettiği hâkim tarafından tespit edilen para cezası, hapis, sürgün vs. bir ceza verilir.
Gurre cezası, çocuk anne karnında ölüp, anneden ölü olarak ayrıldığı takdirde gerçekleşir. Eğer cenin anneden sağ olarak doğar, sonra ölürse, caninin tam bir diyet ödemesi gerekir çünkü bu surette o, artık kâmil bir insan konumundadır.[7]İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, 5/592. Aynı şekilde gurre cezasının gerekmesi için ölen ceninin uzuvlarının şöyle böyle belli olması gerekir. Bu açıdan düşürülen çocuğun henüz azaları belirmemişse gurre gerekmez.[8]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/150-151.
Çocuk düşüren bir cani, gurre tazminatına mahkûm olacağı gibi aynı zamanda ta’zir cezasına da müstahak olur. Düşürülen ceninin henüz uzuvlarının belli olmaması sebebiyle gurre cezasının düştüğü durumlarda bile, bu suçu işleyen kimse tazir cezasından kurtulamaz.[9]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/148.
Şâfiî ve Hanbelîler, düşürülen bir cenin için gurrenin yanında kefaretin de vacip olacağına hükmetmişlerdir. Kefaret ise iki ay aralıksız oruç tutmaktır. Hanefî mezhebine göre ise Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir davada kefareti söylemeyip sadece gurre cezası ile hükmettiği için kefaret vacip olmaz.[10]İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 2/416. Ancak İmam-ı A’zam’ın önde gelen talebelerinden İmam Muhammed ve İmam Ebû Yûsuf, vacip olmasa da böyle bir cinayet işleyen kimsenin kefaret ödemesinin daha faziletli olduğunu söylemişler, ayrıca bu kişinin Allah’a yaklaştıracak fiiller işlemesinin ve istiğfar etmesinin de daha iyi olacağını ifade etmişlerdir çünkü bu kişi bir günah işlemiştir, dolayısıyla kefaret ödeyerek günahının affına çalışması menduptur. Mâlikî fukahasına göre de caninin kefaret ödemesi müstehap görülmüştür.[11]Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 7/676; Kâsânî, Bedâiü’s-Sanâî, 10/458; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/153.
Bu söylediğimiz cezalar, bir zaruret veya kesin bir özür bulunmadığı durumlar için geçerlidir yoksa bir zaruret sebebiyle düşürülen/aldırılan ceninden dolayı maddî veya manevî bir sorumluluk yoktur. Bu zaruret de annenin hayatının tehlikeye girmesiyle ortaya çıkar. Yani tıbbî bir araştırma neticesinde annenin hayatının ciddi bir tehlike altında olduğu ortaya çıkarsa henüz azası belirmemiş olan bir cenin düşürülebilir.[12]Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/149.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali
Dipnotlar
⇡1 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/145. |
---|---|
⇡2 | Hamdi Döndüren, “Gurre”, Şamil İslâm Ansiklopedisi. |
⇡3 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/150; 153. |
⇡4 | Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi, 10/457. |
⇡5 | Muhsin Koçak, “Gurre”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 14/211. |
⇡6 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/152. |
⇡7 | İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, 5/592. |
⇡8 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/150-151. |
⇡9 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/148. |
⇡10 | İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 2/416. |
⇡11 | Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 7/676; Kâsânî, Bedâiü’s-Sanâî, 10/458; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/153. |
⇡12 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 3/149. |