Bize göre bir kısım mukaddes mefhumlar vardır. Bu mefhumların arkasında da çok mukaddes anlamlar vardır. “Allah” (cc) mefhumu bizim için çok mukaddestir ve imanın bir rüknüdür. Allah’a (cc) inanmayan birinin İslâmi ve imânî hayatı yoktur. Bu yüce ve yüceliği nispetinde de olabildiğine mukaddes mefhumun belli bir yaştan itibaren -ki bu devrenin başlangıcı genelde 7-9 yaş olarak düşünülür- dimağlarda yerleşmesini, gönüllerde oturmasını ve çocuğun bütün hayal âlemini işgal etmesini temin etmekle mükellef bulunduğumuz katiyen unutulmamalıdır.
Çocuğun, Peygamber’in (sav) hayaliyle yaşamasını temin etmek, o evde sürekli ondan bahisler açılmasına bağlıdır. Şayet bir evde sadece, televizyon-sinema artistlerinden bahsediliyorsa ve çocuğun temaşa ufkunda her zaman televizyonlar, sinemalar bulunuyorsa onun hayaline hakim olan da bir kısım artistler olacaktır. Sorduğunuz anda size pek çok sporcu, müzisyen ve artist ismi sayılabilecek; ama belki de dört sahabi ismi söyleyemeyecektir. Hafıza ve şuuraltı, bütün kapasitesiyle, çok faydası olmamakla beraber, “hayalin fıskı” na sebebiyet veren bu gereksiz şeylerle mâlemâl dolacaktır.
Dinde mukaddes bilinen her şey, düşünce ve davranışlarımızda daima mukaddes olarak ifade edilmelidir. Mesela, kâbe mukaddes bir mekandır. Siz de çocuğun yanında, Kâbe ile ilgili hislerinizi dile getirirken fevkalade saygılı olmalısınız. Kâbe sınırlarından içeriye girdiğim zaman, toprağına yüz sürmeyelim. Medine-i Münevvere’ye yaklaştığım zaman ayaklarımızı saygıyla yere basmalıyız. Meseleyi götürüp, Rasulü Ekrem’in (sav) gezdiği yerlerde, -İmam Malik gibi- “burada ayakkabıyla veya merkeple gezilmez” esasına bağlamalıyız. O büyük İmam, uzak yerden Mescid-i Nebevi’ye veya başka bir mescide hadis dersi kıraatine, tilavetine giderken ya da Medine’nin sınırlarından içeriye girdiğinde, bindiği merkepten aşağıya iner, orada böyle gezilmesi gerektiğini gösterirdi. Elbette bunu gören çocuk Ravza-yı Tâhire ve onun sahibine saygıyla dolup taşacaktır.
Kur’ân-ı Kerim için de durum aynıdır. “Her kim Allah’ın şeâirine saygın gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hac/32) buyurulmaktadır. Şeâire hürmet etmek kalbin takvasındandır. Kalbin takvası ise, kalbin Allah’ı (cc) tanıması, tanıdığı büyük Allah’a (cc) saygıyla yönelmesi, O’na sığınması, O’na itaat etmesi ve hakikat-ı ulûhiyeti tam olarak kavramasıyla mümkündür. Şeâire hürmet hayâtîdir; şeâirden olan cami, çocuğun nazarında o kadar mukaddes görülüp kabul edilmelidir ki, o, bütün Allah’a (cc) giden yolların camiden geçtiğini düşünmeli ve müezzinin lâhûtî sesinin minarelerden, “Allahu ekber” şeklinde yükselmesi, çocuğun nazarında büyümelidir ve “Allahu ekber” dendiği zaman da o kelimeleri tekrar etmeli ve ezan bitince de ellerini kaldırarak; “Allahumme rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeti ve’s-salâti’l-kâimeti, âti seyyidenâ muhammedeni’l-vesî lete ve’l-fazilete v’b’ashu makâmen mahmûdeni’llezî ve’adtehu; Ey bu kamil davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e (sav) Hakk’a yaklaşma, cennete ve ötesine ulaşmayı lutfet ve O’nu kendisine vadettiğin makam-ı mahmud’a ulaştır.” (Buhari, Ezan, 8; Tefsiru Sure (17) 11; Tirmizi, Salât 43; Nesei, ezan 38; İbni Mâce, Ezan 4) diyerek boşalmalıdır.
Hülasa, eğer Allah’a inanıyor ve O’nu seviyorsak ve içimizde takva ve şêâire tazim hissi varsa, bu hislerimizi çocuğun gönlüne boşaltacak ve ona Allah’ın büyüklüğünü gösterecek, sevdirecek ve o Mabud u Mutlak’tan başka Mahbub, Maksud, Matlub olmadığını onun bütün benliğine işleyeceğiz. Taberani’nin Ebu Ümame’den naklettiği bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (sav): “Allah’ı (cc), Allah’ın (cc) kullarına sevdirin ki, Allah (cc) da sizi sevsin” (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, 15/777) buyurur. Allah (cc) ancak iyi tanımakla sevilir; zira insan bildiği sever, bilmediğine de düşman olur. Dinsiz ya da ateistler Allah (cc)’ı tanımadıkları için düşmandırlar; eğer tanıyabilselerdi seveceklerdi.
Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) “İnsanları ve cinleri ancak, Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/56) ferman eder. Mücahid (ra) buradaki {liya’budûn} ” bana kulluk etsinler diye” kelimesini {liya’rifûn} ” beni tanısınlar, bilsinler” (Kurtubî, el-Câmiu Li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/55) olarak tefsir etmektedir. Demek ki bir insan Allah’ı biliyorsa kullukta bulunuyor; bilmiyorsa nankörlük ediyor. Öyleyse evvela biz bildireceğiz; çocuk da bilecek ve o duyguyla dopdolu hale gelecek ki, Allah’a (cc) karşı saygılı olabilsin. Ancak her seviyenin ayrı bir tanıtma ûslubu olmalıdır ve Allah’a (cc) karşı saygılı olabilsin. Ancak her seviyenin ayrı bir tanıtma üslubu olmalıdır ve Allah’ı (cc) tanıtma konusunda tanıtım, yaşa-başa göre yapılmalıdır. Belli bir yaştaki çocuğa, önüne konan sofranın Allah tarafından geldiğini delilsiz, mücerret anlatma ona kâfi gelebilir. Başka bir yaşta insanların, hayvanların, ağaçların beklediği yağmurun, gökten O’nun inayetiyle geldiğini, başımızdan aşağı boşalan o yağmurun, Allah’ın mahz-ı rahmetinden taşıp geldiğini anlatmak gerecektir. Daha ileri yaşlardaki birisine ise, Allah’ın, denizlerde, ırmaklarda vaz’ ettiği tebahhur etme (buharlaşma) kanununu, havada yağmurun damla damla döküme kanunu ve bütün bunların asla tesadüfe verilemeyeceği, her şeyin Allah’ın inayetiyle olduğunu anlatmak gerekecektir. Daha seviyeli çocuklara ise, pozitif ilimlere ait argümanları kullanarak onun seviyesine göre Allah’ı tanıttırıp sevdireceksiniz.
Bir hadislerinde Allah Rasulü (sav) şöyle buyururlar: “Allah’ın size nimetleri karşısında Allah’ı (cc) seviniz. Beni de Allah’ın (cc) elçisi olduğum için, Allah (cc)’tan ötürü seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz” (Tirmizî, Menâkıb, 31)
Usulü bulunabildiği nisbette bu sevme ve sevdirme işi zor olmasa gerek. Çocuklarımıza, bir takım lüzumsuz neşriyat yerine, Rasulü Ekrem’i (sav)n siyerini okutabilsek ve onların eline, hiç olmazsa Muhammed Yusuf Kandehlevî’nin “Hayâtu’s-Sahabe” sı gibi her an müracaat edebilecekleri bir kitap versek, zannediyorum Rasulü Ekrem’i (sav) ve onun ashabını ve onların çocuklarını tanıma fırsatı bulacak ve bunlardan herbirerleri onların gözünde hayatlarının kahramanları olarak büyüyecek; anlara uymaya, onlara benzemeye, Hz. Hamza (ra) gibi şecaatli, Hz. Fâruk-ı A’zam (ra) gibi kılı kırk yaran âdil olmaya çalışacaklardır. Allah’ın (cc) binlerce rizâ ve rızvanı bunların üzerine olsun..!
Evet her zaman evimizin baş köşesinde Kur’ân-ı Kerim, sonra Rasulü Ekrem’in (sav) siyeri ve ashab-ı kiramın hayatına ait megâzi kitaplarını bulundurmak ve çocuklarımızın gönüllerinin onlarla beslenmesini sağlamak, tarihi kahramanlarımızla onların gönüllerini, gözlerini açmak ve atalarını onlara sevdirmek çok önemlidir.
Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Felsefî biçimde ve aklî yollarla, akîdemize musallat olan tereddütlere, şüphelere karşı, değişik delillere başvurmak mantığın, fikrin gereği olsa da mücerret mantığa saplanıp kalmak, bazen insanın kalbî hayatını söndürüp onu ümitsizliğe itebilir. İnsan, aklı ve fikrine ait vazifeleri yaptıkları ve bunlarla alakalı bütün fonksiyonları yerine getirdikten sonra, pratik hayatta bu duygu ve düşüncelerin nasıl meydana geldiğine dair misalleri araştırmaya başlayacaktır. Binaenaleyh siz, fiziğin, kimyanın, astronominin diliyle Allah’ın (cc) varlığına ve birliğine ait binlerce afâki ve enfüsî delillere sarılıp, yukardan uzanan nurânî bir merdivenle yukarılara çıksanız da, pratik hayattan misaller veremiyorsanız ve çocuk da bunlara akıl erdiremiyorsa, vereceğiniz dînî düşünceler onun zihninde birer felsefî nazariyeler gibi algılanacaktır.
Anlattığınız ya da anlatacağınız dînî değer yargıları ve millî meziyetlerin, tarihin belirli dilimlerinde yaşanmış olduğunu gösteremiyorsanız bunlar bazılarına ütopya gibi görünebilir. Siz, bu değerlerin yaşandığını ve yaşanabildiğini beli misallerle gösterme mecburiyetindesiniz.
Daha yakın zamana kadar, yaşanıp yaşanılamayacağı hususunda bizim bile kalbimizde-kafamızda bir hayli tereddüt vardı ve kendi kendimize, “Bu olaylar belki yaşanmıştır; ama ihtimal dünya bunları bir kere görmüştür. Bir daha görmesi ve hele yaşabilmesi çok zor; hatta biraz da ütopik görünmektedir” fikri, bir genel hastalık gibi yaygındı. Ne var ki, Allah’ın, imanın, dinin anlatılmadığı pek çok müessesede, Allah’ı peygamberi tanıyan, yüce yaratıcı ve O’nun Nebisi’ne bağlılık yolunda seve seve hem dünyalarını hem de ukbalarını feda etmeye hazır bulunan gençleri görünce, artık yürekten inanıyoruz ki, sahabi gibi bir cemaat yaşamıştır; bundan sonra da yaşayabilir. Zaten, nassların bize verdiği işaret ve bişâretler çerçevesinde -inşaallahu teâlâ- bu ümmetin hitamında, Rasulü Ekrem’in (sav) ” garipler” diye tavsif buyurduğu (Müslim, iman 232; Tirmizi, İman 13) sahabiye benzer bir cemaatin yaşayıp, din-i mübin-i İslâm’ı evc-i kemâle çıkaracağına da inancımız tamdır.
Âyât-ı tekviniye ıttılâınız derecesinde, kalbinizdeki takva, Allah (cc) saygısı, Allah (cc) korkusu, mescid, mabed ve benzeri şeâir, mukaddes âbideler halinde çocuğun nazarında büyük görünmeye başlar ve bütün bunlar onun nazarında hakikaten Allah’ın (cc) huzuruna birer davetin ifadesi olurlar. Burada yeri gelmişken Yahya Kemal’in bu mevzudaki şâyân-ı takdir şu mısralarını hatırlatmak istiyoruz:
Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedî
Kâfi değil sadâna cihan-ı muhammedî.
Sultan Selîm-i Evvel’i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.
Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden,
Şehbal açınca ruh-ı revan-i Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahu ekber’i
Aks eyleyince arşa lisan-ı Muhammedî.
Ezan, Müslümanlığın ulvî duygularının en önemli bir sembolü ve namaz öncesi bir konsantrasyon vesilesidir. Aynı zamanda, namazın, Allah’a karşı bir kulluk olarak büyüklüğünün ifadesi ve O’nun çağrısı ve davetidir. Söz çocuklarınızı bu duygularla dopdolu yetiştirirseniz, onlar da ezanı duydukları zaman heyecanlanırlar, gözleri dolar, hisleri köpürür, mehâbetle, muhabbetle tir tir titremeye başlarlar. Şimdi âbâ ve ecdadımızın bize, onlardan evvelkilerin de onlara yaptıkları bu vazifeyi -inşaallahu teala- bunca sarsıntı ve teklemeye rağmen yine bizler ve sizler ihya ve ikame edeceğiz. Evet şeâiri ilan edecek, onu gelecek neslin nazarında kendi kıymetiyle gösterecek, aynı Allah’ı, Rasulü’nü ve Kurân-ı Mucizu’l-Beyan’ı herkese sevdireceğiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; evlerimizde, ibadet hayatımız arızasız olarak yerine getirilmeli, dinle, diyanetle alakalı çocuklarımızın kafasına sokulan şüphe ve tereddütler vakit fevt etmeden izale edilmeli, evimizin içinde Allah’a tekarrübün yaşandığı, rahmet-i ilahiye’nin sağanak sağanak başımıza indiği, gözlerimizin tatlı ümitlerle dolup reca içinde Allah’a yöneldiği ve sinelerimizin hüzünle dolup taştığı değişik bir kısım saatler olmalıdır. Öyle bir saat olma ki, o saatte evimizde Rasulü Ekrem (sav) görünüyor gibi tasavvuru, tasviriyle çocuğun, hanımefendinin nazarında şöyle böyle mutlaka kendini göstermelidir.
İşte bunlar sizin İslâmî ibadet ve akide hayatınızda çocuğunuza kazandırdığınız öyle büyük kıymetli şeylerdir ki, onun ilerideki hayatında o, birer birer bunların semerelerini görecek, duyacak ve size karşı minnettar olarak dua edecektir.
Şeâiri tazim, zatında büyük olan, dinin büyük kabul ettiği ve sizin de büyük gördüğünüz değer ve kıymetleri kavlen ve fiilen büyük göstermek demektir. Onların nazarında, ancak, ezanla anlatılabilen o ulular ulusu, büyükler büyüğü “Allahu ekber” hakikatıyla şehbal açacak, ruh dünyalarında bayrak gibi dalgalanacak, kalblerini tül gibi saracak; söz de bu mazhariyetler karşısında dönüp tâlihlerinize tebessümler yağdıracaksınız.
Kaynak: Çekirdekten Çınara, “Kur’an’a Saygı”