Sünnet, bir manada insanın sahib-i sünnet ile yani Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ile irtibata geçmesinin adıdır. İnsan bu sünnetlere devamı nisbetinde, O’nunla kontak olur. Hasenatımız ile sevinen, seyyiatımızdan dolayı üzülen Allah Rasülüne rezonans olmanın yolu, sünnetleri yerine getirmektir. Bunlar içinde hasseten, sünnet namazları fasıla vermeksizin kılınmalıdır.
Revatib sünnetleri denilen namazları Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyeleri boyunca hiç terk etmemiştir. Terk etmek bir yana, sünnetler kaza edilmediği halde hayatımda boşluk olmasın düşüncesiyle, – lihikmetin – kaçırdığı bir iki sünnet namazını da kaza etmiştir (Ebu Davud, Salât 11). Yine bir gün uykuya dalıp kılamadığı teheccüd namazını ertesi günü öğleye kadar olan vakitte kaza etmiştir (Müslim, Salâtü’l-Müsafirin 139; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 20).
Bu sebeple, “Hammâdun” ümmeti olarak bizi, o’nunla münasebete sevk edecek, ahirette “livâu’l hamd” sancağı altında toplanmamıza vesile olacak şeyler, herhalde bizim sünnetlere ittibamızdır.
Sünnet namazları terk eden bir insan farzları kılıyorsa, Allah’a karşı olan borcunu ödüyor, mükellefiyetini yerine getiriyor demektir. Fakat sünneti terketmesi kulluğunu kâmil-i mükemmel olarak yerine getirmemesinin göstergesidir. Avamca bir yaklaşımla; hac vazifesi, bütünüyle Mekke-Mina-Arafat ve Müzdelife arasında yerine getirilen bir ibadettir. İnsan Mekke’ye varıp, hac vazifesini ifa ettikten sonra, o dinin nâşiri, mübelliği, mümessili Hz Muhammed’in huzuruna varmaması, nasıl ona karşı yapılan edepsizlikse, aynen öyle de, farzları yapıp, sünnetleri terk etmek öylece edepsizliktir. Hz Peygamberin kudsî atmosferinin dışında kalmaktır. Onun için kulluğu, ondan gördüğümüz sınırlar içinde eda edelim. O, nasıl, ne şekilde ve ne kadar (kaç rek’at) namaz kıldıysa, biz de öyle yapmaya özen gösterelim.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası