İçindekiler
Toplum yapısını oluşturan fertler çeşitli temayül, kabiliyet, duygu, ilgi ve istekle donanımlı olarak hayat serüvenine başlarlar. Bazen bu karmaşık temayül ve kabiliyetlerin bir kısmı taşkınlık derecesine vararak kontrolden çıkmaktadır. Zaten tarih boyunca meydana gelen sıkıntı, üzüntü, aymazlık, arsızlık, fitne ve tecavüzlerin sebebi bu toplum yapısının bozulmasıdır. Dolayısıyla toplum yapısı mutlaka ciddi bir şekilde ıslah edilmelidir. Kuşkusuz bunu yapacak mekanizmaların başında din gelmektedir. Özellikle öngördüğü itikadî, içtimaî, ahlâkî ve teşri’î (yasama) tüm esas ve normları ile fert ve toplum fıtratına uygun, maddî ve manevî dünyayı birleştirerek tek bir yapı halinde düzenleyen bir din ancak bu içtimaî yapıyı ıslah edebilir. İşte İslâm, nazil olan ilk emirlerinden son emirlerine kadar titiz bir duyarlılıkla fıtratı zorlamadan, insanı okşayarak ve şefkat kollarının arasına alarak onu en güzel ahlâkî değerlerle süslemeye özen göstermiştir. Her bakımdan ümmetinin en güzel örneği (Ahzab, 33/21) Hz. Peygamber (s.a.s.)’e hitaben gelen “Muhakkak sen yüce bir ahlâk üzeresin“ (Kalem, 68/4) âyeti bu evrensel hakikati ifade etmektedir.
İslâm, fert ve toplum ahlâkına verdiği önemin yanı sıra, insanlığın tarihin karanlık dehlizlerinde cehalet anaforunda boğulmaya yüz tuttuğu ve hukuksuzluğun ağır balyoz darbeleri altında inlediği bir dönemde, toplumun temelini oluşturan aile kurumu için fıkıh kitaplarında “Kitabü’n-Nikah” adı altında ele alınan mükemmel bir aile hukuku manzumesi getirmiştir. Bu hukuktan asıl maksat, ailenin huzurunu sağlamak, karşılıklı saygı ve sevgi temeline dayalı bir aile yapısını oluşturmak olduğundan, ailenin güvenilir ve sağlam esaslar üzere kurulmasına matuf ciddi düsturlar vazetmiştir.
İslâm, ailenin tesisi konusundaki özel hassasiyetinden ötürü, işe evlilik öncesinden başlar ve eş seçimi sürecine giren adaylar için bir dizi hikmetli tavsiyelerde bulunur. Adaylar bu tavsiyelere uydukları ölçüde yeni hayatın sorumluluk ve yükümlülüklerinin gereğini kolayca yerine getirme şansına sahip olacak, dolayısıyla ilerde mutlu bir hayat geçirme noktasında daha şuurlu hale geleceklerdir. İslâm Aile Hukukunun kimisi âdâp (tavsiye niteliğinde) ve kimisi de şart (olmazsa olmaz emir) kabilinden olan ahkâmına uyulduğu takdirde hayatın yeni kolektif versiyonunun risklerini eşlerin, karşılıklı yardım, anlayış ve sevgi ile omuzlamaları kolaylaşır. İslâm’ın insanlığın önüne koymuş olduğu bu prensipler, ailede muhtemel huzursuzluklara karşı dayanıklılığı, aileyi parçalayıcı sebeplere karşı devamlılığı ve hayat yolculuğunun keskin virajlarında karşılıklı anlayışı temine yöneliktir. İslâm, eşleri evlilik hayatı boyunca bu düsturlara uymaya davet eder ve sorumlu tutar. “Kefaet” (denklik) gibi nikah şartlarından başlayarak, “nafaka” (ailenin geçim masrafı) ve “hadane” (çocuk bakımı)’na varıncaya kadar, aile ile ilgili bu zengin düsturlar manzumesiyle aile içi olay ve gelişmeleri karara bağlayarak, ortaya çıkabilecek sıkıntı ve huzursuzlukları önlemeyi hedef alır. Günümüzde eşler, İslâm’ın düzenlediği bu aile içi hukuk ve âdâbı bilemediklerinden, kimilerinin henüz “balayı” dönemi bile bitmeden aralarında kapanması zor yaralar açılmaktadır.
Aile İçi Münasebetler
İslâm aile hukuku, nesillerin yetişme ortamı olan aileyi, farklı ve ayrıcalıklı bir formda dizayn etmenin müşahhas bir projesidir. Bu projede eşler için karşılıklı sorumluluklar ve yükümlülükler vardır. İslâm’ın aileyi huzur zemininde istikrarlı kılmak için vazettiği en mühim yükümlülük, karşılıklı sevgi ve merhamettir. Kur’an’ın şu hitabı bunun müşahhas bir ifadesi değil midir: “Onun delillerinden biri de, sizin onlarla huzur bulacağınız eşleri kendi cinsinizden yaratması ve aranıza sevgiyi ve şefkati yerleştirmesidir: Bunda, kuşkusuz, düşünen insanlar için dersler vardır.” (er-Rum, 30/21)
Merhamet ve sevginin hakim olduğu bir aile ortamında eşler şu vasıflara sahiptir:
- Sevgi, şefkat ve hoşgörü: Birbirini seven ve birbirine merhamet eden kimseler genellikle birbirlerine karşı müsamahakâr olurlar. Birbirlerinde gördükleri kusurları, karşılaştıkları eksiklikleri, fark ettikleri hata ve suçları müsamaha ile karşılar ve görmezlikten gelirler. Zira insanın, sevdiği ya da ortak olduğu birine karşı, bu sevgi yahut ortaklığın devamı için mutlaka hoşgörülü olması gerekir. Yoksa o birlikteliğin ömrü kısa olur. Özellikle hayat arkadaşları arasında müsamahanın daha derinlikli ve çok boyutlu olması gerekir. Eşler ebedî hayat arkadaşlığını da hesaba katarlarsa bu müsamahanın çok daha fazla ve devamlı olması ayrı önem kazanır.
- Paylaşma ve tahammül: Merhamet ve sevginin gereği, seven iki tarafın birbirinin üzüntüsüne, sıkıntısına, sefasına, kederine, bolluğuna ve darlığına ortak olmaları gerekir. Zira sevgi ve merhamet hep iyi ve güzel günlerde olmaz; bilakis bunların olumlu etkileri kara günde de ortaya çıkmalıdır. Modern zamanlarda sık karşılaşılan boşanma olaylarının büyük bir sebebi eşlerin birbirine mütehammil olma terbiyesini almamış olmalarıdır. Yani eşler, görsel basının pompaladığı terbiye usulüyle kara günün dostu değil hep güzel günün dostu olunca, karşı taraftan gelen en ufak bir sıkıntıya katlanmazlar ve ailenin dağılma sürecine girmesine sebep olurlar.
- Fedakârlık: Münasebetlerini sevgi ve merhamet ekseninde oluşturan eşler birbirine karşı elden geldiğince fedakârlık göstermelidirler. Eşlerden her birisi, hayat arkadaşı için bazı haklarından feragat etmesini bilmelidir. Bu haklar maddî-manevî, ahlâkî veya ailevî olabilir. Eşler birbirine karşı böyle fedakâr davrandıkları sürece bir çok sıkıntı ve üzüntüleri bertaraf olur.
İslâm’ın eşler arasında karşılıklılık esasına dayalı olarak emrettiği merhamet ve sevginin en dikkat çekici yönü, onu modern ailelerdeki sevgi ve merhametten ayıran ve ona devamlılık kazandıran ayrıcalıklı özelliği, bu duyguların sevap umudu, azap endişesi ve ebedî hayat inancıyla var olmalarıdır. Eşlerdeki âhiret inancı ve Allah’ı razı etme arzusu gibi hassasiyet ve inanışlar, merhamet ve sevgi duygularını pekiştirdiği gibi, onlara süreklilik kazandırır ve kendilerini bu konuda daha fazla teşvik eder. Böylece ailede huzur, güven ve istikrar pekiştirilmiş olur.
Bugün aileyi dağılma sürecine sokan huzursuzlukların sebeplerinden biri, eşler arasında görülen sevginin daha çok fizikî cazibe, şehvet ve geçici duygulara dayanması, hiçbir manvî boyutunun olmaması ve karşılıklı saygının da yokluğudur. İslâmî duyarlılığın zayıfladığı veya yok olduğu modern ailelerin en büyük sıkıntıları da burada yatmaktadır.
Erkeğin Ailesiyle Geçim ve Münasebetinin Âdâp ve Erkânı
* Erkek, eşine güzel huy ve iyi ahlâk ile muamele edecektir.
* Eşiyle sohbeti yumuşak, konuşması tatlı olacaktır. Halkın hayırlısı, ailesi hayırlı ve faydalı olandır.
* Erkek eve girince ailesine selâm verip, onun hâl ve hatırını soracaktır.
* Erkek, ailesinin sevinç ve neşesine ortak olduğu gibi, üzüntü ve kederine de ortak olmalıdır.
* Erkek, alisesinin gönlünü çeşitli va’dlerle hoş etmelidir. Çünkü kadın, evde yalnız, eşine bağlı, onun gerçek dost ve ortağıdır.
* Erkek, çocukların terbiyesinde ailesine yardımcı olacaktır.
* Erkek, eşinin yeme ve giyme ihtiyaçlarını karşılayacak, ailesinin, çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını temin edecektir.
* Erkek, ailesine ancak dinî kusurlarından dolayı tavır koyabilecek, dünya işlerinden dolayı ona kötü mumalede bulunmayacaktır.
* Karısının kötü huylarını, huysuz hareketlerini gören erkek, “ben, kendimi ıslah eder, kusurlarımı düzeltirsem, eşim de huysuzluklarını bırakır ve düzelir” inancıyla hareket etmelidir.
* Erkek, karısının öfkesi karşısında susmalıdır; ta ki kadın, pişmanlık duyup kocasından özür dilesin.
* Kadın erkeğe karşı iyi hareket eder ve güler yüzle, severek ona karşı vazifelerini yerine getirirse, erkek ona dua ve ondan dolayı Allah’a hamd ü senâ etmelidir.
* Erkek eşine öyle davranmalıdır ki, kadın, “Kocam beni herkesten fazla beğeniyor ve seviyor” desin.
* Erkek, eşinin ihanet, tuzak, aldatma ve ciddî dinî kusurlar gibi kusurları dışında kalan hatalarına göz yummasını bilmeli, onun kabahat ve kusurlarını herkesten gizlemelidir.
* Erkek, eğer bilmiyorsa karısına Kur’ân ve dinî bilgileri öğretmelidir.
* Erkek, karısını gereksiz ihtilatlardan ve nâmahremden korumalıdır.
Karşılıklı Haklar
İslâm Aile Hukuku, aile hayatının huzur ve mutlulukla devam etmesi için, eşleri birbirlerine karşı bazı haklardan sorumlu tutmuştur. Taraflar bu hakları dikkate aldıkları müddetçe ailenin huzuru ve istikrarı yerinde olacaktır. Onlarda bu mantaliteyi geliştirip kökleştirecek amillerin en önemlisi, birbirlerine fizikî ihtiyaçlarına cevap veren bir varlık olarak bakmamaları aksine yek diğerini tasada ve kıvançta yardıma koşan ve birer teselli kaynağı olan birer hayat arkadaşı olarak kabullenmeleridir. Sayılan prensiplerin belirleyici olduğu ailelerin böyle bir avantajı vardır. Bu ailede münasebetler, ilgiler, duygular ve haklar asla sadece kaza-i şehvet zemininde oluşmaz ve gelişmez. Tarafları belli yükümlülük altına sokan şu İlâhî yasa, evlilik hayatına ilk adımı attıkları günden sonuna kadar, unutmamaları gereken bir hayat sloganı ve aynı zamanda yeni hayatın parolasıdır: “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır.” (Bakara, 2/228)
Gazali (ö.505) “velime” denen düğün yemeğinden başlayarak boşanmaya varıncaya kadar aile hayatı boyunca, özellikle kocanın sorumlu olduğu bu hakları, 12 madde halinde kaleme almıştır. Gazali,
“Kadının koca üzerindeki önemli haklarından biri, kocanın onunla güzel ahlâklı olması ve ona şefkatle muamele ederek hoş görmesidir.” der ve konuyu şu hadis-i şerifle taçlandırır. Resul-i Ekrem (s.a.s.) son nefesinde iken sesi kesilinceye kadar dilinden şu sözler dökülüyordu: “Namaz, namaz, namaz. Elinizin altındaki köleleri güç getiremeyecekleri bir şeye zorlamayın. Kadınlar konusunda da Allah’tan korkun; Allah’tan korkun…” (Gazali 1985, 2/43-44)
Gazali’nin şu tesbiti de, son derece ilginçtir ve modern zamanlarda erkeklerin bunu zihnen iyi kavramaları gerekir: “Kocanın hanımıyla güzel ahlâklı olması, ona sadece eziyet vermemesi demek değildir. Yanısıra ondan gelen eziyetlere de mütehammil olması, öfkelendiği zaman sabretmesi ve hata ettiği takdirde de katlanmasıdır.” (a.y.)
Erkekleri birinci derecede muhatap alarak ama eşleri karşılıklı sorumlu tutmak suretiyle aile binasının sağlam bir şeklinde devam etmesini sağlayan: “Ve hanımlarınızla (karşılıklı) iyi geçinin” (Nisa, 4/19) İlâhî çağrısını Reşit Rıza (ö.1935) şu şekilde tefsir eder:
“Yani ey mü’minler! Kadınlarınızla iyi arkadaşlık kurmak suretiyle ve kendi tabiatlarının alışık olup nefret etmeyeceği, İslâm’ın da yasaklamayacağı ve toplum örfünün ve insan mürüvvetinin de çirkin görmeyeceği iyi bir muamele tarzı ile muamele etmeniz size vaciptir. O halde kadının nafakasını kısmak, sözle, davranışla ona eziyet vermek ve karşılaşınca yüz asmak ve ekşitmek, (Allah’ın emrettiği) güzel muamele tarzına aykırıdır.” (Rıza, 4/456)
Karşılıklı hakların şuurunda olan ve akl-ı selimin gerektirdiği bir anlayış ve hoşgörü ile bu hakları hayata geçiren bir ailede huzursuzluğun sürekli olmaması gerekir. Zira her iki taraf bu huzursuzluğun hem dünyaları için hem de âhiretleri için zararlı olduğunun farkında oldukları andan itibaren onu bir şekilde gidermeye ve bitirmeye çalışacaklardır. Tabiatıyla bu gibi huzursuzluk durumlarında haklının af etmesi, haksız tarafın özür dilemesi, manevi sorumluluğun hissedilmesi gibi değerlerin ani bir refleksle devreye girmeleri beklenir. Böylece mesele büyümeden çözülmüş olur. Günümüzde, daha evvel eşi görülmemiş bir şekilde boşanmaların yüksek bir oranda artış göstermelerinin sebebi, bu değerlerin aşınmasından ileri gelmektedir.
Resul-i Ekrem (s.a.s.)’ın “En hayırlınız ailesi için en hayırlı olanınızdır ve ben sizin içinizde ailesine en hayırlı olanızım.” (Tirmizî rivayeti); “Kadınlara iyi davranmayı birbirinize tavsiye edin. Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır: … Hoşlanmadığınız kimselerin evlerinize girmelerine izin vermemeleri sizin kadınlarınız üzerindeki haklarınızdan biridir. Giydirme ve yedirmede kadınlarınıza iyi davranmanız da, onların sizin üzerinizdeki hakları asındadır” (İbn Mace, “Nikah”, 1851) hadislerine inanan bir kocanın hanımına zulmetmesi veya haşin davranması beklenir mi? Keza Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Her hangi bir kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennet’e girer.” hadisine inanan bir kadının kocasını huzursuz etmesi veya ona ihanette bulunması beklenir mi? Acaba kaydedeceğimiz şu hadis-i şerife inanan bir kadının kocasına karşı tutumunun nasıl olması beklenir? “Mümin, Allah takvasından sonra saliha bir zevceden daha hayırlı bir şeyden istifade edemez: (O saliha kadın ki,) beyi ona yap dediği zaman yapan, beyi ona baktığı zaman onu sevindiren, ona (bir şeyi yapması veya yapmaması için) yemin edince yemininin gereğini yapan ve beyinin yokluğunda hem kendi nefsi hususunda (yani namusunu korumada) hem de malında ona samimi olup hakkını yerine getiren kadındır.” (İbn Mace, “Nikah”, 1857)
O halde günümüz Müslüman ailelerin en büyük problemi, İslâmî değerleri terk etmeleri ve batı hayat tarzından içimize dökülen bir takım levsiyatla malûl bulunmalarıdır.
Kanaatimizce aşağıda sıralayacağımız hususlar, bir ailenin dağılma sürecine girmesini hazırlayan temel faktörlerdir:
- İslâm ahlâkı, Allah korkusu ve başkalarının hakkını korumayı büyük ölçüde garanti altında alan âhiret inancı gibi duygu ve inançların zayıflaması. (Çaresi, inancı güçlendirmektir.)
- Kendi ananevî ve kültürel yapımıza yabancı alışkanlıkların, yani seküler etik değerlerin içimi-ze sinmesi. (Çaresi, kendi İslâmî ahlâkımızı iyi öğrenmek ve onunla ahlâklanmaktır.)
- Aşırı olan/olmayan lüks özentisi. (Çaresi, kanaatkârlık ve dünyaya Âhiret açısından bakmaktır.)
- TV. kanallarında izlenen film v.b.’nin taklidi, onların tesirinde kalma. (Çaresi, az TV izleme, TV izlemede seçici olmak ve izlediklerimizin birer film, birer kurgu olduğunu unutmamaktır.)
- Bazı erkeklerin helâl daire ile yetinmeyip gözünü dışarıya dikmesi. (Çaresi, erkeğin Allah korkusuna sarılmasıdır.)
- Kadınların da bir kısmının aşırı bir şekilde özgür davranmak istemesi ve bunun sonucunda kocasına karşı serkeşlik etmesi. (Çaresi, İslâm’ın kadına yüklediği sorumlulukların iyi öğrenilip yerine getirilmesidir.)
- Kadınların bir kısmının çalışmak suretiyle aile bütçesine yapmış olduğu katkıdan dolayı bir yandan kocasına karşı minnetsiz olması ve bunun sonucunda çok pervasız davranması, öte yandan da çalışma hayatının ve çevresinin kadının gerek ahlâkı ve gerekse de aile hayatı üzerinde yapmış olduğu olumsuz etkiler, çalışmanın sebep olduğu stres ve huzursuzluk sebebiyle aile içi düzenin ve münasebetlerin olumlu bir şekilde korunamaması, kadının evine ve ailesine gerekli özeni gösterememesi. (Çaresi, erkeğin de ailesine yardımcı olması ve bilhassa kadının iş hayatında, çalışıp çalışmamasında ailevî sorumlulukların yeterince göz önüne alınmasıdır.)
- Günümüz şehir hayatında, iş yerlerinde, imkânları yerinde olan aileler için sıkça gidilen misafirlik, ziyaret ve pikniklerde İslâmî âdâba uyulmaması, mahremiyet sınırlarının aşılması, gereksiz ihtilât, eşlerin şuur altında ve zamanla da şuur üstüne de çıkan onarılamayan yaralar açmaktadır. (Çaresi, bu tür tehlikelerden mümkün olduğunca sakınmaktır.)
- İhtiyaç olmadığı halde, sadece hava almak için çarşı-pazar dolaşma, bazı insanların ölçüsüz davranışlarının, giyim-kuşamdaki müstehcenliğin ahlakî yapısı zayıf ailelerde derin yaralar açmakta ve karşılıklı güvenin zamanla yok olup, ailenin dağılmasına sebep olmaktadır. (Çaresi, çarşı-pazar dolaşmaları ihtiyaçla sınırlandırılmak ve mecbur kalınıp çıkıldığında, Kur’an’ın bakışların indirilmesi emrine, ayrıca kulak gibi azaların da korunmasına dikkat etmektir.)
- Çocuk azlığı, çağdaş evliliklerde boşanmayı kolaylaştıran bir başka sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira örneğin üç çocuklu bir ailede ebeveyn boşanmayı kolay kolay göze almazken tek çocuklu eşler çok daha kolay boşanabilirler. (Çaresi, çocuk sayısını üçten aşağı düşürmemektir.)
- Eşlerin birbirlerini ihmal etmesi, kendilerini birbirlerine beğendirip sevdirme yerine, daha çok başkaları tarafından kabûl görme kompleksine düşmeleri. (Unutulmamalı ki, hiç kimse kendisini herkese kabûl ettiremez ve herkesin beğenisi farklı olur. Eşler, birbirlerinin karşılıklı beğenisine göre davranmalı, ona göre giyinmeli, davranışlarını ona göre ayarlamalıdırlar.)
Diyelim ki, her iki tarafın mizacı birbiriyle uyuşmadı ve işin mutlaka bitirilmesi gerektiyse, o takdirde de eşler haksızlığa ve zulme meydan vermemek için, önce evliliği kurtarma adına gerekeni yapmalı, iki tarafın aileleri hakem olarak devreye girmeli, eşlerde beğenilmedik yanlar varsa, Allah’ın onlarda hem dünyamız hem âhiretimiz için başka hayırlar var edeceği Kur’anî beyanı nazara alınmalı, ama artık her şeye rağmen evliliğin yürümesi imkânsızsa, şu İlâhî prensibe uyulmalıdır: “Boşama iki defadır. Bundan sonra evlilik ya iyilikle devam eder veya güzel bir şekilde sona erdirilir.” (el-Bakara, 2/229). Yani iki durumda da iyilikten ve güzellikten ayrılmamalıdır. Çünkü ihsan/iyi muamelede bulunma, İslâm’ın evrenselleştirdiği, barışta, savaşta, mü’mine karşı, kafire karşı, insana karşı, hayvana karşı vazgeçmediği ve bütün Müslümanlar için bir hayat düsturu olarak kabul ettiği bir düsturdur.
İslâm Aile Hukukunun geniş bir yelpazede ele aldığı “talâk” (boşanma) konusunun en önemli hususiyetlerinden biri, taraflar için güzel olacak ve hiç birisini mağdur etmeyecek biçimde işi bitirmektir. Çünkü Kur’an’ın emri, ya güzel bir şekilde evliliği devam ettirmek veya güzel bir şekilde ayrılmaktır.
Kaynak: Yeni Ümit, 64. Sayı, Doç. Dr. Halil Çiçek
Kaynaklar:
– el-Gazali, Ebu Hamid Muhammed ibn Muhammed, İhyau Ulûmiddin, Çağrı yay., İst. 1985.
– er-Rıza. Muhammed Reşid, Tefsiru’l-Menar, 2. bas., Daru’l-Fikr, tarihsiz.
– Yılmaz, Musa Kâzım, Kur’ân Ailesi, Hilal yay., İst. 1994.