Bilindiği gibi zekat, mükellef olanlardan alınıp Kur’an’ın saydığı sekiz sınıfa verilmesi gereken mâlî bir ibadettir. Dolayısıyla burada zekatın verileceği yerler çok önemlidir. Zira onları Kur’an’ı Kerim’in özellikle zikrettiğini görmekteyiz.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde zekat iki türlü yerini buluyordu. Birincisi, âmiller dediğimiz zekat memurları veya mükellef olan teb’a, zekatı beytü’l male getiriyor ve oradan da zikredilen sekiz sınıfa devlet eliyle dağıtılıyordu. Yani devlet zekatın toplanıp dağıtımını yapan bir organizatör gibiydi. İkinci şekil ise, bizzat amiller, topladıkları zekatı aynı bölgedeki ihtiyaç sahiplerine dağıtıyordu.
Bineanaleyh zekatı devlet toplayabilir, bunda herhangi bir şüphe sözkonusu değildir. Devlet burada sadece dağıtım vazifesini yapar. Zaten tüzel kişilik olarak devletin kendisine zekat verilemez. Ama bu, devlet halktan hiçbir şey alamaz demek değildir. Zira ihtiyaç olduğunda devlet zekatın dışında başka vergi de alabilir. Dolayısıyla devlet bizden vergi alıyor diye zekat vermemezlik edemeyiz. İkisini birbirinden ayırmak gerek.
Ayrıca zekat, müslüman olan kimselere verilir. Şayet devleti tüzel kişilik olarak kabul edecek olursak, bu kişiliğin de aynı nitelikte olması gereklidir. Dolayısıyla yeryüzünde fertleri müslüman olduğu halde, farklı vasıflara haiz devletler de vardır ki, bunlara verilen şey, zekat değil, vergidir.