Uğursuzluk, şans/uğur; bir şeyde veya bir olayda bulunduğu zannedilen iyi veya kötü haldir. Bu tahmin ve zan, tamamen vehmîdir ve İslam’da yeri yoktur. Bunu bu kadar açıkça söylememizin dayanağı ise hadislerde “uğur” ve “şans” kavramlarının açıkça Efendimiz (sas) tarafından reddedilmesidir.
Uğursuzluk ve uğur/şans bir Müslüman’ın inanabileceği bir mesele değildir. Akide açısından bazı problemler ve mahzurlar içermektedir. Bütün muvaffakiyetler, başarılar, zaferler Allah’tandır. Bunların hepsinin Allah’a nispet edilmesi gerekirken hataya düşülerek başarıların, zaferlerin bir kolyeye, bir sayıya, yapılan bir harekete bağlanması çok büyük bir hata ve cehalet örneğidir. Ehl-i sünnet akidesine göre Allah’ın izni olmadan bir yaprak bile kımıldayamazken (En’âm, 6/69) bir Müslüman nasıl olur da başarılarını basit şeylere ve olaylara nispet eder. Bunun, Allah’a iman ve O’na tevekkülle, Ahiret inancıyla, kısacası bir Müslüman akidesiyle telif edilebilecek hiçbir tarafı yoktur. Allah’a inanmanın ve tevekkül etmenin tabi sonucu, her şeyi Allah’tan bilmektir. Allah, kendine inanan bir insanın her zaman iyiliğini ister. Dolayısıyla kainatta meydana gelen hadiseler ve yaratılan bu varlık insanın iyiliği içindir. Ancak, kötü bir netice ortaya çıkıyorsa bu, insanın kendi eliyle işlediği günahların, süistimallerin, yersiz hırslarının bir neticesidir. İyi niyetli olup, sebeplere riayet edilerek yaşanıldığında, her şey bir Müslüman için hayır olur. Kötü görünen şeylerde bile hayırlar ortaya çıkar. Yeter ki, Müslüman’ın bakış açısı, Allah’a iman endeksli, Allah marifeti yörüngeli olsun. Dolayısıyla uğursuzluk, şans getirme gibi yanlış anlayış ve tevehhümler, iman, marifet ve tevekkül anlayışının zayıflamasıyla ortaya çıkmıştır.
Bugün bu zayıflıktan dolayıdır ki, insanlar başarısızlıklarını “uğursuzluk” terimi altında eşyalara, olaylara; başarılarını da “uğur, şans” terimleri çerçevesinde aynı şekilde basit nesnelere ve olaylara vermektedirler. Oysa Efendimiz (sas), bir hadis-i şeriflerinde uğursuzluk anlayışının şirk olduğunu açıkça belirtmişlerdir. (Ebu Davud, Tıb: 24) Efendimiz (sas), yine bir hadis-i şeriflerinde: “Uğursuzluk yoktur, tefe’ül vardır” buyurarak “uğursuzluk” diye bir şeyin İslam’da yeri olmadığını açıkça söylemiştir. Başka bir hadiste Efendimiz (sas) uğursuzluğun olmadığını fakat ondan daha hayırlısı olan tefe’ülün olduğunu vurgulamıştır. Kendisine tefe’ülün ne olduğu sorulduğunda “sizden birinizin işittiği hayırlı, güzel sözdür” (Buhari, Tıb: 43) buyurmuşlardır. Efendimiz (sas), Hudeybiye sulh anlaşmasında, müşrikler adına anlaşmayı imzalamak üzere gönderilen Süheyl İbn-i Amr’ın adıyla tefe’ül yaparak, yani onun gönderilmesini güzele yorarak, ashabına “artık işiniz kolaylaştı” buyurmuşlardır. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12/93) Zira Süheyl, kolaylık demektir. Nitekim Efendimiz ile Süheyl arasında kolay bir şekilde anlaşma imzalanmış ve kabul edilen maddeler, görünüşte aleyhte olsa da neticede tamamen Müslümanların lehine olmuştur.
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. Bu söz tefe’ülü bize ne güzel yorumlamaktadır. Bunun tersine davranarak olaylarda bir güzellik aramak, onlarda olayları uğursuzluğa yoranlar hep çıkmazlar içinde kalırlar ve hayatlarını yaşanmaz hale getirirler. Baykuşun ötmesini, on üç rakamını, kara kediyi, tavşanı ve daha birçok olayı ve varlığı “uğursuz” sayan bir bakış açısıyla hayat nasıl mutluluk içinde yaşanır ki! Halbuki, eşya ve hadiselere iman dürbünüyle bakıp her şeyi Allah’tan bilmek ve her türlü başarıyı O’na nisbet etmek, kusurları kendimizden bilip eksikliklerimizi gidermeye çalışmak, hem mümince bir davranıştır hem de mutluluğun biricik anahtarıdır.
Bize uğursuz gibi görünen eşya ve olayları uğursuz saymak yerine, Efendimiz (sas)’in bize tavsiye buyurduğu şu duayı okumak yerinde olacaktır: “Allâhümme lâ ye’ti bi’l-hasenâti illâ ente ve lâ yedfe’u’s-seyyiâti illâ ente ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bike = Allahım! Hayrı ancak Sen verebilir, kötülüğü de ancak Sen defedebilirsin. Muhtaç olduğumuz havl ve kuvvet de ancak Sen’dendir.” (Ebu Davud, Tıb: 24)