Soru Detayı: Dua Ederken “Eûzü-Besmele” Çekilir mi? Duada Usûl Nasıl Olmalıdır?
Duâya başlarken “eûzü” çekilmesini hükme bağlayan bir kayıt yoktur. Bize emredilen Kur’ân okumaya başlarken “Eûzü” çekmektir. Ancak, duâya da onunla başlanmasında bir mahzur olmayacağı kanaatındayım. Fakat her hayırlı işe besmele ile başlama kâidesinin umumiliğine, duâ gibi bir hayırlı iş de dâhil olacağı için, Besmele çekmek sünnettir, diyebiliriz. Usûl ve metoda gelince, bu mevzûda hülâsa olarak bize tavsiye edilenler şunlardır:
Birincisi: Cenabı Hakk’a, canu gönülden bir iştiyakla hamd ve senâ etmektir. Meselâ, Türkçe ifâdelerle söyleyecek olursak: “Rabb’im, gökleri ve yeri yaratan Sensin. Kalbimden geçenleri bilen Sen’sin. İçime imân ve itminânı yerleştiren sensin. Gönlümü arzuyla dolduran ve buna mukâbil Cenneti de şimdiden donatan Sen’sin. Bülbülü şakıtan, güle rengini bahşeden yine Sen’sin.” İşte böyle umum âlemde cereyan eden tasarrufları sayıp, hepsini Cenabı Hakk’a isnât ettiğini, tazarru ve niyâz dolu bir üslûpla ifâde etme hamd ve senâ demektir ki, Allah Râsûlünün duâlarında bunu açıkça ve tekrarla görmekteyiz.
İkincisi: Efendimize Salâtu selâmda bulunmaktır. Bu âdeta, bir kapıyı vururken, o kapının önünde duran, o kapının kilit ve anahtarlarını elinde tutan Zât’a selâm vermek gibidir. Evet, salât ve selâmın ma’nâsı, Cenabı Hakk’dan Hz.İbrahim ve onun âline verilenlerin aynen Efendimize de verilmesini talep ve Hz. İbrahim’in gönüllerde kazandığı saygıya denk, Allah Resulü için de bir saygı atmosferinin te’sisini arzu etmektir ki, canu gönülden istenen böyle bir şey muhakkak surette kabûl olacaktır. Ve böyle makbûl iki duâ arasında kalan bir duânın kabûl olması da bir cihette teminat altına alınmış olacaktır.
Üçüncüsü: İstenilen şeylerin muhakkak surette Cenâbı Hakk tarafından kabul göreceğine, zerre kadâr tereddüt göstermeden, kıvrana kıvrana ve duânın ayrılmaz bir şartı olan yalvarış, yakarış edâsıyla.. meselâ; deniz ortasında, bir tahta parçası üzerinde kalmış ve bütün sebeplerin sukût ettiğini aynelyakin anlamış bir insanın teslimiyeti içinde ve böyle bir ruhla teveccüh edip Cenabı Hakk’a yönelmektir ki, duânın özü, hayatı da işte bu ihlâs ve bu samimiyettir.
Duânın kabul edilmediğini düşünmek katiyyen yanlıştır. Duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabûl görür. Ancak kabûl ediliş keyfiyeti, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazan bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenabı Hakk bize, istediğimizi değilde esas istememiz gerekeni ihsân buyurur. Bazan da duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür. Onun için, yapılan duâların mutlak surette kabül edileceğini düşünerek duâ etmek çok mühimdir.
Dördüncüsü: Duâyı yine salât ve selâmla bitirmektir. Duâ hâlisâne bir kulluk ifâdesidir. Yani kul, aczini, fakrını, zaafını ve iktidârsızlığını idrâk ederek; güç, kuvvet, imkân ve gınâ sahibi Cenabı Hakk’ın kapısına, hiç bir vâsıta kullanmadan doğrudan doğruya teveccüh edip matlûbunu ondan istemesi, demektir.
Üzerinde ısrarla durulması gereken önemli bir husus da şudur:
Israr edilirse, bazan duâ ile, âdi sebepler sukût eder ve Cenabı Hakk duâyı kabûl buyurur. Zira bütün sebepler de O’nun kudret elindedir. O istediği şeye istediği şekilde tasarruf etme gücüne sâhiptir. Yeter ki duâ bu şuûr içinde yapılsın ve duâ edilmesi câiz olan noktalar dikkate alınsın!…