Gıybet, konuşulan yerde hazır olmayan bir kimse hakkında konuşmaktır. Terim olarak, kişinin ayıp, noksan ve kusurlarını, arkasından başkasına söylemeye denir. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) bir soru üzerine gıybeti tarif etmiş ve şu ölçüyü koymuştur:
“Gıybet, kişiyi, duyduğunda hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır. Eğer söylediğin şey onda varsa bu gıybet olur; eğer yoksa bu iftira olur.” (Müslim, birr, 70; Tirmizî, birr, 23; Darimî, rikak, 6.)
Gıybete doğrudan değinen Hucurât sûresi 12. ayette şöyle buyuruluyor:
“Birbirinizin gıybetini etmeyiniz. Sizin biriniz, kardeşinin ölmüş haldeyken etini yemek ister mi? Bakınız bundan nasıl tiksindiniz! O halde Allah’tan korkun.”
Bu ayet, gıybet etmenin insan ruhunda ve toplum hayatında vücut verdiği tahribatı dile getirmektedir. Gıybet etmenin, insanın eti ve kanı gibi olan onur ve şerefini yaralamak anlamına geldiğini göstermektedir.
Yukarıda verilen ayetin tefsirini Üstad Bediüzzaman şöyle yapmaktadır: “Bir tek âyetin, mu’cizane altı tarzda gıybetten tenfir etmesi; Kur’ân’ın nazarında gıybet ne kadar şeni’ bir şey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet Kur’ân’ın beyanından sonra beyan olamaz, ihtiyaç da yoktur.
İşte “Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurât, 49/12) âyetinde altı derece zemmi, zemmeder. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, manası gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki: Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır. O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.
İşte birincisi, hemze ile der: Âyâ, sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor? İkincisi, “sever” lafzıyla der: Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever? Üçüncüsü, “biriniz” kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder? Dördüncüsü, “kardeşinin etini yemesi…” kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı dişliyorsunuz? Beşincisi, “kardeşini” kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz? Altıncısı, “ölü” kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?
Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârane altı derece o cürümden zecreder.
Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdýr.”
Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
Gıybet, hususî birkaç maddede caiz olabilir:
- Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
- Bir adam onunla teşrik-i mesaî (beraber çalışmak) etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: “Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünkü zarar göreceksin.”
- Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti.”
- O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor. İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a’mal-i sâlihayı yer bitirir.
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit “Allah’ım beni ve gıybetini yaptığım kişiyi affet!” demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et.” demeli. (B. S. Nursî, Mektubât, 273-74.)
“Gıybetin en fena ve en şenii ve en zalimane kısmı, kazf-ı muhsanat nev’idir. Yani gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şeni’ bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mes’ud bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.” (B. S. Nursî, Barla Lâhikası, 267.)
Gıybetin kişilik bozukluğuna neden olduğu ise şöyle dile getiriliyor:
“Sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bazan rü’yada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözü, gece de acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin.” (B. S. Nursî, Sözler, 581.)
Gıybetle yakın anlamlara gelen diğer kötü huylar hemz, nemime ve lemz kavramlarıdır. Bunlardan ilki olan hemz Kur’ân’dan 104. sûrenin (hümeze) adıdır. Hemz birini arkadan çekiştirmek, onunla alay etmek, kırmak, incitmek gibi anlamlara gelir. Lemz ise bu kabalığı kişinin yüzüne karşı yapmaktır. Nemime ise, koğuculuk, laf götürüp getirmektir. Bu tür davranışları olanların dinlenmemesi de yine Kur’ânî bir emirdir. (Kalem, 68/10-12) Gıybetin temel kul haklarından birini ihlal olduğunu da eklemeliyiz.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası