İçindekiler
Giyim Kuşam Üzerine
Giriş:
يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْآتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
“Ey Âdem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takvâ elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar”. (A’raf Suresi, 7/26)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلاَ يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللهُ غَفُورًا رَحِيمًا
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle: Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). (Ahzab Suresi, 33/59)
وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُمْ بَأْسَكُمْ
“Sizi sıcağa ve soğuğa karşı koruyacak elbiseler verdik…” (Nahl Suresi, 16/81)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ(Onların mükâfatları) Adn cennetleridir. Oraya girerler, orada altın bilezikler, incilerle süslenirler, elbiseleri de ipektendir. (Fatır Suresi, 35/33)
Giyim kuşam meselesini üç açıdan ele almak yerinde olur: Tesettür, şekil ve renk.
1-Tesettür açısından giyim-kuşam
Tesettür, dinimizin en çok üzerinde durduğu hususlardan biridir. Erkeklerle kadınların nasıl giyineceği, nerelerini örtmeleri gerektiği ayet ve hadislerde beyan edilmiştir. Buna göre, erkeklerin diz kapağı-göbek arası (diz kapağı ve göbek de dâhil), kadınların ise el, yüz haricinde bütün vücutları kapanmalıdır. Ayak tartışmalı olduğundan dolayı, kapatılması ihtiyata muvafıktır. El ve yüzün açılabileceği hususu, Nur Suresi 31. ayetteki “görünen kısımlar hariç” ifadesine, şu zikredeceğimiz hadis ve benzerlerine dayandırılmıştır: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
“Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhümâ), üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resulullah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) huzuruna girmişti. Aleyhissalâtu vesselâm, ondan yönünü ters istikamete çevirdi ve: “Ey Esma! Kadın hayız yaşına girdi mi ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin görünmesi caiz değildir!” dedi ve yüzü ile ellerini işaret etti.” (Ebu Davud, Libas 34)
2- Şekil açısından giyim-kuşam
Şekil itibariyle dinimizin ortaya koyduğu kesin bir şekil yoktur. Ancak, temel prensiplere baktığımızda elbisenin şeklinin güzel (fakat cazip değil, sadece gözü tırmalamayacak şekilde), tesettüre uygun ve uzuvları belli etmeyecek tarzda olması gerekir. Tesettürün yeterli olmayıp, uzuvları belli etmemesi gerektiği hususunda Efendimiz şu beyanlarını görüyoruz:
Dihyetü’l Kelbî (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Resulullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) Mısır’dan, beyaz renkli ve ince olan kubâtî kumaşlar getirilmişti. Bana ondan bir parça verdi ve: “Bunu ikiye böl, bir parçayı kendine kamis yap, diğerini hanımına ver. Bununla kendine bürgü yapsın!” buyurdu. Ardından da şu tenbihte bulundu: “Hanımına söyle, bunun altına bir astar koysun da bedenini belli etmesin!” (Ebu Davud, Libas 39)
3-Renkler açısından giyim kuşam
Dinimiz, renkler konusunda da şu haramdır şu helaldir şeklinde kat’î hükümler koymamış, bununla beraber bazı renklere karşı hafif tavır almış ve yönlendirme yapmıştır. Mesela, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kırmızı ve sarı rengi, -haram olmadığını belirtmek maksadıyla olsa gerek- giydiği halde, uzun süreli kullanmamış, bu iki rengi kullananları da yer yer ikaz ettiği olmuştur. Efendimizin bu tavrını âlimlerimiz farklı farklı değerlendirmişler ve değişik neticelere ulaşmışlardır: İmam Şafii, her renge caiz derken Hanefîler, beyaz elbise giymeyi müstehap görüp, nebati ve kırmızı renkte giysilerle sarı ve kırmızı zaferanla (safran) boyanmış elbise giymeyi mekruh olarak değerlendirmişlerdir. Aspur, sarı ve kırmızı zaferan dışındaki renklerde sakınca yoktur. (İbn-i Abidin, Reddü’l Muhtar 7/228) (Aspur veya aspir, başka yerlerle beraber, Arabistan yarımadasında da yetişen bir bitki olup çiçekleri sıkılmak suretiyle sarı renk elde edilmektedir)
Hadis imamlarından Hattabi’ye göre; renkler konusunda ortaya konulan bu sakıncalar, erkekler içindir. Yoksa kadınlar için herhangi bir mahzuru yoktur. Ancak, kadınların da albenili giysileri, başkaları için değil kocaları için giymeleri gerektiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla buradan, dışarıda kadınların nasıl giymeleri gerektiği kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Yukarıdaki üç hususa dikkat etmekle beraber, ortaya çıkması muhtemel bazı mahzurlar da vardır. Dinimiz bu mahzurlara da dikkatlerimizi çeker:
Kadın ve Erkeğin Birbirlerine Benzemesi
Dinimiz, kadının kadın olarak erkeğin de erkek olarak yaratıldığını, her ikisinin de kendilerine mahsus fıtrat ve özellikleri bulunduğunu belirterek, fıtratın bozulmasına müsaade etmemiştir. Bu husus, giyim kuşamdan konuşmaya, davranışlardan iş alanlarına kadar bütün özellikleri kapsar. Buna göre erkeğin kadınlaşması, kadının da erkekleşmesi kınanmış hatta lanetlenmiştir. Aişe validemiz’e (radıyallahu anhâ), “Kadın (erkeğe mahsus) ayakkabı giyer mi?” diye sorulmuştu. Aişe validemiz, “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlardan erkekleşenlere lanet etti!” şeklinde cevap verdi.” (Ebu Davud, Libas 31)
Hadisin metninde geçen “racüle” ifadesi, erkek manasına gelen “racül” kelimesinin kadınlar için kullanılmış halidir ve “erkekleşmiş kadın” manasına gelir.
Bir başka hadisi şerifte ise Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şöyle rivayet ediyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına lanet etti.” (Ebu Davud, Libas 31)
Bu genel yaklaşımdan sonra Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in erkek ve kadın için ayrı ayrı elbise tariflerine bir örnek olarak şu hadisi şerifleri misal verelim. Erkeğin altına giyeceği giysiyle alakalı olarak şöyle buyrulur: “Mü’minin izarı bacağın yarısına kadar uzanmalıdır. Burası ile topuklar arasında olmasının da bir günahı yok. (Ebu Davud, Libas 30) Erkeğin elbisesinde uzunluğun baldırların ortasına kadar olması uygun görülmüş, topuklara kadar uzanmasına da karşı çıkılmamıştır. Topuklardan aşağıya inmesini ise Efendimiz caiz görmemiştir. Ancak burada şunu da belirtmemiz gerekir: Efendimiz’in başka hadislerine baktığımızda (gelen hadiste olduğu gibi) elbiseyi yere kadar uzatmanın, yerde sürümenin mahzurlu oluşunun; kibre, gurura bağlandığını görürüz: Öyleyse, elbiselerimizi yerde sürümemeye özen göstermekle beraber, yere değecek kadar elbisesini uzatanları da hemen kötülememek, suizanda bulunmamak ve hele hele kesinlikle lanetlememek gerekir. Zira kibir ve gurur kalbde olan bir hastalıktır. Kalplere ise biz vakıf değiliz. Oysaki Müslüman Müslüman’a karşı hüsnü zanda bulunmakla memurdur.
Elbisenin boyunun kadınlarda nasıl olacağına gelince, bir gün Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim elbisesini gururla yerde sürürse, kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarıyla) bakmaz!” buyurmuştu. Ümmü Seleme validemiz “Öyleyse kadınlar, zeyillerini (eteğin yerde sürünen uç kısımlarını) ne yapacaklar?” diye sordu. Efendimiz, “Bir karış salarlar!” buyurdu. Ümmü Seleme validemiz tekrar “Bu takdirde ayakları açıkta kalır!” diye sorunca Peygamber Efendimiz “Öyleyse bir zira’ salsınlar bunu daha da artırmasınlar!” açıklamasını yaptı. (Tirmizî, Libas 9; Nesâî, Zinet 106) Zira’, arşın demektir. Arşın da yaklaşık 65-70 cm civarıdır. Kadınlar, fıtraten süse, ziynete düşkün olduklarından dolayı, onların bu kadar uzatmalarına Efendimiz tarafından müsaade edilmiştir. Elbisenin yerde sürünmesi, örfte olan bir şeydir. Böyle bir örfün olmadığı toplumlarda, elbise yerde sürünmez ve makul bir şekilde giyilir. Yani, hem tesettüre uygun hem de temiz olmalıdır.
Görüldüğü gibi, erkeklerle kadınlara elbisenin boyu konusunda bile farklı farklı hükümler verilmiştir.
Gayri Müslimlere Benzemek
Bir Hadis-i şerifte şöyle buyrulur. “Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler (takkeler, başlıklar) üzerindeki sarıklardır.” (Ebu Davud, Libas 24; Tirmizî, Libas 47) Bu ve benzeri pek çok hadis-i şerif, hem giyim kuşamda, hem sakal bıyık meselelerinde hem de başka pek çok hususta Müslüman olmayanlara benzememe üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Buradan da anlaşılır ki, Müslümanların kendilerine mahsus bir giyimi kuşamı ve giyim-kuşam anlayışı vardır. Öyleyse elden geldiğince, biz Müslümanlar kendi anlayışımızı ortaya koymalı ve farklılığımız yaşamalıyız. Bu farklılık, başkasını küçük görme, aşağılama farklılığı değil, kendi değerlerini koruma farklılığıdır. Başkasına benzemek zamanla insanı başkalaştırır. Bu hususa dikkat çeken Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurur:
مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ “Kim, bir kavme benzemeye kendini zorlarsa, o onlardan olur.” (Ebu Davud, Libas)
Buradaki benzeme, mecburi, istemeden, gayr-i iradi benzeme değil, kendini zorlayarak benzemedir. Yani, özenti içerisine girme, onlar gibi olmaya çalışma şeklinde bir benzeme kastedilmektedir. Evet, Müslüman elden geldiğince müslümanca giyinecek, tam giyinemese bile en azından genel disiplinlere riayet edecektir. Burada şöyle bir hususa da dikkat çekmek gerekir: Bir insan, yüce ve kudsi idealini, dinini, diyanetini temsil ve tebliğ maksadıyla, insanlar arasında dışlanmayayım, farklılık oluşturup tepki çekmeyeyim diye herkes gibi giyinse ve bunun muvakkat ve zaruri olduğunu bilse, içinde bulunduğu durum ona zarar vermez, hatta niyetinin güzelliğinden dolayı sevap kazandırır.
İsraftan Uzak Olmak
Dinimiz, bir taraftan insanın elinde var olan maldan kullanmasını tavsiye ederken, diğer taraftan mütevazîliği öne çıkarmakta, bunlarla beraber israfı da yasaklamaktadır.
Sahib olunan maldan kullanılmasının tavsiyesi açısından şu rivayeti zikredebiliriz:
Ebu’l Ahvas babasından naklen diyor ki; “Üzerimde basit bir elbise olduğu halde Resulullah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) yanına gelmiştim. Bana: “Senin malın yok mu?” diye sordu. “Evet, var!” cevabıma: “Hangi çeşit maldan?” sorusunu yöneltti. “Her çeşit maldan Allah bana vermiştir [deve, sığır, davar, at, köle, hepsinden var]” demem üzerine: “Öyleyse Allah Teâlâ hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah’ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir!” buyurdular.” (Neseî, Zinet 83)
Bununla beraber, Muaz İbni Enes’ten (radıyallahu anh) rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) giyimde tevazuu da teşvik eder:
“Kim muktedir olduğu halde tevazu maksadıyla (Allah için) (kıymetli) elbise giymeyi terk ederse, Allah kıyamet günü, onu mahlûkatın başları üstüne çağırır ve dilediği iman elbisesini giymekte onu muhayyer bırakır.” (Tirmizî, Kıyamet 40)
Zikrettiğimiz iki hadis arasında bir tezat söz konusu değildir. Zira insan, hem güzel hem de mütevazi giyinebilir. Yani, bir taraftan orta halli güzel elbiseler giyerek Allah’ın nimetini üzerinde gösterir – ki bir hadiste “Allah, nimetini kulu üzerinde görmeyi sever” buyrulmuştur- diğer taraftan da imkânı olduğu halde Allah için, etrafındakileri kıskançlığa sevk etmemek maksadıyla lüks ve değeri yüksek elbiseler giymemek suretiyle tevazuunu ortaya koyar.
İsraf ise, dinimizin tamamen haram kıldığı bir husustur. İsraf, ihtiyaç fazlası her şeydir. İhtiyaç ise her insanın konumuna, durumuna göre değişebilirliği varsa da, selim bir akılla bunun tespiti yapılabilir. Mesela, modaya uyacağım diye her ay her yıl elbise değiştirmek bir ihtiyaç değil lükstür ve dolayısıyla israftır. İnsanın elbisesi yeni olduğu halde, usandığı için değiştirmeye kalkması, ihtiyaçtan değil lüks fantezisinden kaynaklanır. İhtiyacı gördüğü halde ve maslahat da yokken evdeki eşyaları değiştirmek lükse girer.
Öyleyse her işte olduğu gibi giyim kuşamda da orta yolu takib etmeli, ne çok düşük, pejmürde giyinmeli ne de çok lüks. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadislerinde şöyle buyururlar: İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu iki kıyafeti yasakladı: Çok yüksek kıyafet, çok düşük kıyafet.” Rezin b. Muaviye’nin rivayet ettiği bu hadisi destekleyen ve her konuda örnek alınacak diğer bir hadis ise şöyledir: خَيْرُ الأُمُورِ أَوْسَطُهَا “İşlerin en hayırlısı, orta yollu olandır” (Beyhaki, Şuabü’l İman; İbni Esir, Câmiu’l Usul)
Riya ve Kibirden Uzak Olmak
Riya ve kibir Allah’a karşı işlenmiş en çirkin günahlardandır. Her hususta olduğu gibi giyim kuşamda da riya ve kibirden uzak olmak bir esastır. Öyleyse, muamelelerinde tevazu yörüngeli hareket eden Müslümanlar, giyiminde de aynı tarzı ortaya koymalı ve bu iki kötü hasletin korkunç akıbetinden kendilerini korumalıdırlar.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kibirle giyinmenin akıbetini şöyle anlatırlar:
“Mü’minin izarı (altına giyeceği şey) bacağın yarısına kadar uzanmalıdır. Burası ile topuklar arasında olmasının da bir günahı yok. Ama topuktan aşağı inen kısım ateştedir. Kim de, gururla izarını (yerde) sürürse kıyamet günü Allah ona (rahmet) nazarı ile bakmaz.” (Ebu Davud, Libas 30; Muvatta, Libas 12)
Bir defasında Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle beyan ederler: “Allah, elbisesini kibirle sürüyene bakmaz” Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) sorar: “Ey Allah’ın Resulü! İzarım salık durumda, dikkat etmezsem sürünüyor” Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz şöyle cevap verirler: “Sen, bunu kibirle yapanlardan değilsin!” (Buhârî, Libas 5; Müslim, Libas 45)
Diğer iki hadisi şerif ise şöyledir: “Kim şöhret elbisesi giyerse Allah ona zillet elbisesi giydirir.” “Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra içinde ateş tutuşturur.” (Ebu Davud, Libas 5)
Diğer haram kılınanlar
a. İpek
İpek elbise giymek, Hanefi mezhebine göre, erkeklere haramdır. Ancak dört parmak miktarı kadar az olursa ona ruhsat vardır. (Hidaye, Tercüme 4/363) Bu ruhsatın miktarı, diğer mezheplerde değişmekle beraber onlara göre de ipek, erkeklere haramdır.
Bu haramlık misallerini vereceğimiz hadisi şeriflere dayanmaktadır. Hazreti Ali Efendimiz, Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir eline ipeği diğer eline de altını aldıktan sonra şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır” (Tirmizî, Libas 1; Neseî, Zînet 40)
Hazreti Enes radıyallahu anh’ın bir rivayetinde ise Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyururlar: “Dünyada ipek giyen kimse âhirette onu giyemez” (Buhârî, Libâs 25; Müslim, Libâs 11)
Efendimiz’in (aleyhissalatü vesselam) şu veciz beyanı ise, daha da açıklayıcıdır: “İpek giymek ve altın kullanmak ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâl kılındı.” (Tirmizî, Libâs 1)
b. Altın Yüzük
Altın yüzüğe gelince İmam Nevevi’nin açıklamasına göre, ulema erkelerin altın yüzük takınmalarının haram, kadınların takınmalarının ise mubah olduğunda ittifak etmişlerdir. Altın yüzüğün erkeklere haram olduğuna dair yukarıdaki iki hadisi delil olarak sayabiliriz. Ayrıca, sadece altın yüzük değil, erkeklerin takmak isteyeceği altın türünden olan her takı haramdır. Çünkü yukarıdaki hadiste belirtilen hüküm, sadece yüzüğe has değildir, umumidir.
Sonuç:
Dünya hayatı bir imtihandır. İmtihan eden Allah Teâlâ’dır. Bizler O’nun istekleri istikametinde yaşamaya memuruz. Bu memuriyetin karşılığında ise ebedi cennetler vaat edilmektedir. Giyim kuşam meselesinin, kendine göre faydalarının, hikmetlerinin yanında bizim için bir de imtihan yönü vardır. Allah ve Resulü’nün istediği istikamette giyinir kuşanırsak imtihanı kazanmış olacağız, burada nefsimiz istediği halde giyemediğimiz şeyleri ötede ebedi giyeceğiz. Tersini yapanların ise hesapları ağır olacaktır. Belki de Allah korusun, bir daha onları hiç giyememe ihtimali vardır. Öyleyse dinimizin koyduğu ölçüler içerisinde giyinip kuşanmaya çalışmalı, mecburiyet ve zaruret durumlarını alışkanlık haline getirmemeli, tanınmış ruhsatların muvakkaten olduğu şuuruyla yaşamalı, mecbur kaldığımız halleri de yüce bir mefkûreye bağlı olarak aşmaya ve atlatmaya çalışmalıyız.