Ölünün gömülmesi için hazırlanan yere kabir veya mezar dendiği gibi, toplu mezarların bulunduğu yere de mezarlık ya da kabristan denilir. Kabir, hadisin ifadesiyle ahiret yolcusu olan insanın ilk durağıdır (Tirmizi, Zühd 32). Geride salih evlatlar, sadakay-ı cariye veya insanların istifade ettiği ilim bırakan insanlar öldükten sonra sevap kazanmaya devam etseler de, insanın öldüğü andan itibaren dünya ile bütün maddi alakaları kesilir. Ancak insan kerim olduğundan dolayı, onun cesedi de ihtirama layıktır. Bu açıdan yıkanır, kefenlenir, namazı kılınır, kabre kadar saygı ve itina ile taşınır ve nihayet kendisi için hazırlanmış ebedi istirahatgâhına emanet edilir. Artık onun kabri, kendisinden sonrakiler için bir ibret levhası, tefekkür mahalli ve kendisine dua ve istiğfar edilmesi gereken yerdir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) kabrinin yerden biraz yüksekçe yapıldığı yönündeki rivayetlere (Buharî, Cenâiz 96) dayanan fakihler, kabrin “tesnim” kelimesiyle anlatıldığı üzere, deve hörgücü şeklinde yerden bir iki karış yükseltilmesini mendup görmüşlerdir.[1]İbn Abidin, Haşiyetü reddi’l-muhtar, Beyrut, Daru’l-fikr, 2000, 2/237.
Bir rivayette Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir taş getirerek vefat eden Osman b. Maz’un’un başucuna koyduktan sonra şöyle demiştir:
“Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edenleri bunun yanına defnedeceğim.” (Ebu Dâvud, Cenâiz 63).
Hanefi uleması bu rivayetten yola çıkarak genellikle kabrin eserinin kaybolup gitmemesi ve başkaları tarafından tahkir edilmemesi için kabir taşına yazı yazılabileceğini istidlal etmişlerdir. Esasen sünnet olan kabir ziyaretinin devamı ve kabirlerden ibret alınması, ancak onların yerlerinin belli edilmesiyle ve tahrip olup gitmelerinin önlenmesiyle mümkün olur. Diğer taraftan kabirlerin çiğnenmesi ve üzerlerine oturulması mekruh olduğuna göre, bundan sakınmak, ancak bu yerin kabir olduğunun bilinmesiyle gerçekleşir.
Hz. Ali (r.a), Resûlullah’ın kendisine: “Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!” dediğini rivayet etmiştir (Müslim, Cenâiz 93; Ebu Dâvud, Cenâiz 72). Bu hadise dayanan Vehhabiler, Mekke ve Medine’deki binlerce sahabe kabrini yerle bir etmişlerdir. Ancak ulema, Peygamber Efendimiz’in kabrinin “tesnim” şeklinde yapıldığını ve başka bir rivayette onun ne çok yüksek ne de yerle bir olduğunu bildiren rivayetlere istinad ederek bu hadisin aşırı yüksek olan, haddinden fazla yükseltilmiş kabirlere şamil olduğunu söylemişlerdir.[2]Mevsuatü’l-fıkhiyyeti’l-Kuveytiiye, “kabr” maddesi. Diğer yandan Zahid el-Kevseri de, bu hadisle uzun asırlardır amel edilmediğini, bunun ise hadis için bir illet-i kadıha[3]Hadisin gereğiyle amel etmeye mani olan bir illet. olduğunu söylemiştir. Bunun yanında hadiste nehyedilen hususun mutlak olarak anlaşılmayıp, umumun istifadesine açık olan yerlerde yapılmış kabirlere muhtemil olduğu şeklinde tevil edilebileceğini de söylemiştir.[4]Kevseri, Makalat, s. 156.
İbni Abidin, bazılarının kabrin kireç ve toprakla sıvanmasını mekruh gördüğünü ancak mezhepte seçkin görülen ve kendisiyle fetva verilen görüşün, bunda bir beis görülmediği şeklinde olduğunu söylemiştir.
Kabre yazı yazmanın cevazı da fukaha arasında çok tartışılmış hatta ekseriyet bunu caiz görmemiştir. Çünkü bu konuda varid olan bir hadis-i şerif şu şekildedir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kabrin kireçlenmesini, üzerine bina yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı.” (Müslim, Cenâiz 94; Ebu Dâvud, Cenâiz 76.) Ancak Hanefi mezhebi kabre yazı yazmakta bir beis olmadığını, çünkü bunda maslahat bulunduğunu ve bu konuda amelî icma vaki olduğunu söylemiştir.
Bütün bu hadisleri ve fakihlerin görüşlerini değerlendirdiğimizde öncelikle mezar yapımında sadelik, tabiîlik ve mütevazılığin gözetilmesi ve israftan uzak durulması gerektiğini anlıyoruz. Müslüman mezarlığında bütün mezarlar ihtişam ve debdebeden uzak, sade ve basit olmalı ve bakıldığında hepsi aynı görülmelidir. Bu açıdan bazı mezarlara yaptırılan kubbe tarzındaki yapılar, görkemli mezar şekilleri caiz görülmemiştir. Mezar taşlarına ayet, hadis veya şiirler yazmak, mersiyeler döktürmek fakihler tarafından mekruh görüldüğü gibi, mezar yapımında lüks ve israfa girilmesi de tecviz edilmemiştir. Bunun yerine arkadan gelenlerin hem ibret alıp hem de ölene dua ve istiğfarda bulunmaları için, mezarın kaybolmasını, yıkılıp gitmesini önleyecek şekilde etrafı taşla veya çimentoyla çevirme, başına konulacak bir taş veya mermere isminin yazılmasında bazı hadislere istinaden, maslahat gözetilerek ve ümmetin asırlardır uygulamalarına bakılarak bir beis görülmemiştir. Yoksa bunun ötesinde süs ve zinet için veya başkalarına karşı övünmek maksadıyla lüks sayılabilecek mezarlar yaptırmak haram görülmüştür.
Günümüzde yapılan bazı mezarlara baktığımızda, onların değişik taşlarla süslendiğini, üzerlerine farklı yazılar yazılmış taşların dikildiğini ve böylece onlara birçok para yatırıldığını görüyoruz. Mezar yapımında bile bir ihtişam ve debdebeye gidiliyor. Öyle ki, hayattaki insanlara dahi yapılmayan masraflar ölülere yapılıyor. Hâlbuki eğer bir insan şaki olarak ahirete intikal ettiyse, bu yapılan masrafların ona hiçbir faydası olmayacaktır. Aynı şekilde salih bir kulun da bu tür harcamalara ihtiyacı yoktur. Hâlbuki parası olanlar, ahirete intikal etmiş akrabalarının mezarlarına para dökmek yerine onlar için hayır hesanat yapsalar, onlar adına fakirlere tasaddukta bulunsalar bu yaptıklarından hem kendileri hem de ahirete göçmüş yakınları istifade ederler. Aynı zamanda da mezar yapımı için harcadıkları paraların vebal ve günahından kurtulmuş olurlar.
Kabrin başına ağaç dikmek, açık bir şekilde sünneti seniyyede yoktur ama muhtemelen bizim dünyamızda/coğrafyamızda, bir hadisi şerife dayanarak bu mesele bir kültür haline gelmiştir. Hadisi şerif şöyledir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün iki kabre uğradı ve “Bu kabirlerde yatanlar azab çekiyorlar. Azabları da büyük bir günahtan değil” buyurdu. Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Evet! Biri, nemimede (laf getirip götürmede) bulunurdu. Diğeri de idrar sıçrantısına karşı korunmazdı.” Aleyhissalâtu vesselâm sonra yaş bir hurma dalı istedi, ikiye böldü. Birini birinin üzerine dikti, birini de öbürünün üzerine dikti. Sonra da: “Belki bunlar yaş kaldıkça azapları hafifler!” buyurdu.” (Buhârî, Vudu 55) işte bu ve benzeri hadisi şeriflere dayanarak belki de bizim mezarlıklarımız bugün genellikle ağaçlıktır. Her kabrin başına bir veya birkaç ağaç dikilir.
Cenaze defnedildikten sonra kabre su dökmek, müstehap sünnetlerdendir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem oğlu İbrahim’in kabrine su dökmüş, Osman b. Maz’un’un kabrine de su dökülmesini istemiştir. İhtimal, kabrin toprağının dağılmaması ve iyice oturması maksadıyla böyle bir uygulamada bulunulmuştu. Ancak, sonraki günlerde yıllarda kabre su dökmek, ölüyle alakası olmayan ve ona faydası dokunmayan bir ameldir. Dolayısıyla bir maslahat olmadıkça böyle bir şey yapılmaz. Bugün kabirlere su dökme, ölüye faydası oluyor mülahazasıyla bazı yörelerde adet haline gelmiştir ki bu niyetle caiz değildir. Kabrin dağılmaması, kabrin başındaki ağaçların kurumaması için döküldüğünde ise mahzur yoktur. Kabirlerin başına yapılan suluklara su doldurulması, kuşların su içmesi için düşünülmüş olabilir. Bununla da yine muhtemelen, ölü için sevap ümid edilmiştir. Bunlara karşı çıkılmamalı ancak, bu suluklar yüksek masraflarla yapılmamalı, gösterişe kaçılmamalıdır.
Netice itibariyle diyebiliriz ki; kabir yapımında sadelik, israftan ve gösterişten uzaklık ön planda olmalı. Bunun yanında, tanınması, kaybolmaması, böylece ibrete, tefekküre ve duaya vesile olabilmesi için de kabirleri Efendimiz’in sünnetine uygun şekilde korumalı, maslahat gereği isim yazılması gerekiyorsa buna karşı çıkmamalı ve böylece kabre ve kabrin içindekilere olan saygımız ortaya konulmalı. Kabrin tanınmasını sağlayacak şekilde bir yapı oluşturulduktan sonra gösterişli yapılar yapmak suretiyle israfa kaçmamalı, bunun yerine fakirlere, öğrencilere, muhtaçlara yardım etmeli böylece ölüye de diriye de faydası dokunacak bir amel ortaya konulmalıdır.
Dipnotlar