İslâm, bir kısım fiillerin doğrudan ve açıkça işlenmesini haram kıldığı gibi, hakikat ve mahiyeti itibarıyla söz konusu yasakların çiğnenmesi mânâsına gelebilecek hile ve oyunları da yasaklamıştır. Hile, kişinin kendisine vacip kılınan bir hükmü düşürmek veya haram kılınan bir şeyi mubah kılmak için herhangi bir yolla girişimde bulunması ve bunun neticesinde şekil itibarıyla kendisine vacip kılınan şeyin vaciplikten çıkması, haram kılınan şeyin de şeklen helâle dönüşmesidir. Hilenin mahiyet, şekil ve hükmüyle ilgili fukaha arasında oldukça farklı yaklaşımlar bulunsa da, haramları mubah kılmak için hileye başvurmanın caiz olmadığı bizzat âyet ve hadislerle sabittir.
Yüce Allah, bu konuda haddi aşan İsrailoğullarının durumunu şu ifadelerle anlatmıştır:
“İçinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. Biz böyle yapanlara ‘Aşağılık maymun olun!’ dedik.” (Bakara 2/65).
“Bir de onlara o deniz kıyısında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor. Hani onlar sebt (cumartesi) gününün hükmüne saygısızlık edip Allah’ın koyduğu sınırı çiğniyorlardı. Şöyle ki: Sebt gününün hükmünü gözettiklerinde balıklar yanlarına akın akın geliyordu; Sebt gününün hükmüne riayet etmedikleri gün ise gelmiyordu. İşte fâsıklıkları, yoldan çıkmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk.” (Â’raf 7/163).
İsrailoğullarına Cumartesi günü avlanma yasağı konulmuştu ve onlar bu yasağa uymak zorundaydılar. Ancak onlar avlanmanın yasaklandığı bu günde balıkların bolca geldiğini görünce, bu yasağı delme adına hileye başvurmuş ve o gün gelen balıkları özel hazırladıkları havuzlarda biriktirmişler, Pazar günü de gidip onları almışlardı. Her ne kadar zâhir itibarıyla onlar balıkları Pazar günü elde etmiş olsalar da, aslında avlanma yasağının delinmesi Cumartesi günü gerçekleşiyordu. Yani onlar Cumartesi günü balıkları havuzlara hapsediyor, onları yakalamayı garanti altına alıyor ve sadece onları havuzlardan almayı Pazar’a tehir ediyorlardı. Bu sebepledir ki onlar Cenâb-ı Hakk’ın haram kıldığı bir şeyi elde etme adına zâhirde meşru gibi görünen bir yol kullanarak, Allah’ın hükmünü bertaraf etmişlerdir. Çünkü onların bu uygulamlarıyla haram kılınan fiilin illeti ortadan kalkmıyordu.
İşte zâhirde meşru gibi görünse de, hakikatte ona muhalif gibi görünen bütün hilelerin hükmü de aynen bunun gibidir. Zira Allah (c.c) bu hâdiseyi zikretmekle koyduğu yasakları farklı yollardan çiğnemek suretiyle benzer şeylere tevessül etmemeleri noktasında Müslümanlara ders vermiştir.
Benzer bir yasaklama da Sünnet-i Seniyye’de bildirilmiştir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), murdar hayvan ve şarabın yasaklandığını bildirdiğinde bazı sahabiler:
“Ya Rasûlallah ölü hayvanların yağıyla gemiler yağlanır, onlar kandillerde kullanılır. Biz de bu amaçla yağını kullanamaz mıyız?” demişler ancak Allah Rasulü bunun haram olduğunu ifade etmiş ve sonra da şöyle buyurmuştur: “Allah Yahudilere lanet etsin. Allah onlara iç yağını haram kıldığında onlar bunu erittiler, sonra sattılar ve ardından da bunun parasını yediler.” (Buharî, “Büyû’”, 111; Müslim, “Müsâkât”, 71).
Bu hadisten Allah’ın haram kıldığı şeyleri hileyle elde etmeye çalışmanın Allah’ın gazabına sebebiyet verdiği ve böyle bir kişinin de kendilerine gazap edilmiş olan Yahudilere benzeyeceği anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) başka bir hadis-i şeriflerinde de, haram kılınan bir maddenin ücretinin de haram olacağını haber vermiştir (Ebû Dâvud, “İcâre”, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/416). Demek ki, İslâm, her ne şekilde olursa olsun haram kılınan bir nesneden istifade etmeyi yasaklamaktadır. Diğer bir ifadeyle haram kılınan bir nesneden doğrudan istifade etmek haram olduğu gibi, onun bedeli yerine geçen şeylerden istifade etmek de nehyedilmektedir. Zira bir şeyin bedeli aslının yerine kaim olur ve onun hükmünü alır. Çünkü haramlığın illeti, haram kılınan nesnenin hakikatine bağlanmaktadır. Eğer haramlık hakikat, mahiyet ve sözün maksadına değil de, görünüş ve şekline bağlı olmuş olsaydı, Yahudiler lânete uğramazlardı.