Hastalık ve yolculukta genel olarak meşakkat ve sıkıntı bulunduğu için bu durumlar, bedenî ibadetlerden özellikle namaz ve oruçta bir hafifletme, kolaylaştırma sebebi sayılmıştır.
Taat, takate göre, yani buyruğun yerine getirilmesi kişinin gücü ölçüsünde olduğundan hastanın namazı kendi gücüne göre belirlenmiş, hastalığın artması ve şiddetlenmesi nisbetinde namazın eda biçiminde eksiklik ve kolaylığa izin verilmiştir.
Kıyam (ayakta durma), farz ve vacib namazlarda bir rükündür ve bir esastır. Bundan dolayı kıyama gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı farz veya vacib namaz caiz olmaz. Rükünler farz olduğundan onlara riayet etmek gerekir.
Ayakta durmaktan aciz olan kimse, namazını oturarak kılar. Bir kimse ya hastalık gibi bir özürden dolayı gerçekten ayakta duramıyor veya sıhhatli olduğu halde şiddetli ağrılar duyacağından veya bulunduğu halden daha kötü bir hale düşeceğinden korktuğu için ayakta duramıyor ise her iki halde de oturarak namazını kılabilir. Gücü yetiyorsa rükû ve secdeleri yapar; çünkü zorluklar kolaylığı kazandırır. Zaruretler de, kendi mikdarlarınca bir ölçüye bağlanır.
Bir hasta, bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yettiği sürece oturarak farz namazları kılamaz. Yine bir süre ayakta durmaya gücü yetiyorsa, o sürece ayakta durur ve sonra oturarak namazı bitirir. Öyle ki, yalnız iftitah tekbirini ayakta almaya gücü yeten kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar; başka türlü yapamaz.
Ayakta durmaya gücü yettiği halde rükû ve secdeye veya yalnız secde etmeye gücü yetmeyen bir kimsenin namazını ayakta kılması gerekmez. Oturup imâ (İşaret) ile namaz kılar, faziletli olan budur. Fakat İmam Züfer ile üç İmama göre, namazını ayakta imâ ile kılması gerekir. İmâ’dan maksad, namazda başı aşağıya doğru eğerek rükû ve secde için yapılan işarettir. Ancak secde için yapılan eğilme hareketi, rükû için yapılandan daha aşağı olması gerekir.
Ayakta namaz kıldığı takdirde Kur’an okumaktan aciz kalacak olan bir kimse, namazını oturup kıraetle kılar. Ayakta bir mikdar okumaya gücü yeten kimse, gücü yettiği kadar ayakta okur, geri kalan kısmı oturarak okur.
Rükû ve secde ile namaz kıldığı takdirde yarasından kan akacak olan bir kimse namazını ayakta veya oturarak imâ ile kılar. Ayakta namaz kıldığı takdirde idrarını tutamayacak olan kimse de, namazını oturarak rükû ve secde ile kılar.
Tek başına namaz kılınca kıyama gücü yettiği halde, cemaatle kıldığı zaman buna gücü yetmeyen kimse, ayakta namaza başlar, sonra oturur. Gücü varsa rükû için yine ayağa kalkar ve rükû eder; fakat namazı tekrar kılması gerekmez.
Oturduğu halde de, rükû ve secde etmeye gücü yetmeyen kimse, başı ile ima ederek rükû ve secdesini yapar. Secde için, rükûdan daha fazla başını eğer. Üzerine secde etmek için yastık gibi bir şey temin etmesi uygun değildir.
Oturarak da namazını kılamayan kimse, sırt üstü yatar ve ayaklarını kıble yönüne doğru uzatır. Sonra rükû ve secde için ima ederek namazını kılar. Başı ile ima edebilmesi için, omuzlarının altına uygun bir şey konur. Böyle bir hasta, yüzü kıbleye yönelmiş olarak sağ yanı üzerine yatıp ima ile rükû ve secde yapsa, namazı yine caiz olur. Fakat gücü varsa, arkası üzerine yatması daha faziletlidir.
Oturarak namaz kılabilecek bir hasta, gücü varsa teşehhüdde oturulduğu gibi oturur ve böylece namazını tamamlar. Buna gücü yetmiyorsa, kolayına geldiği şekilde oturur.
Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen bir hasta, İmam Azam’a göre namazını sonraya bırakır; kalbi ile, kaş ve gözleri ile ima etmez. İmam Ebû Yusuf’a göre, bu durumda kalbi ile imada bulunmazsa da, göz ve kaşları ile ima eder. İmam Züfer ile İmam Şafiî’ye göre, kalbi ile de imada bulunur.
Diğer bir rivayete göre, böyle bir hastanın acziyet hali bir gün ve bir geceden fazla devam ederse, bu süre içerisindeki namazları büsbütün kendisinden düşer. Aklı başında olsa da hüküm budur.
Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam ederse, bu arada geçen namazlarını kaza eder. Fakat bundan çok devam ederse, namazları üzerinden düşer. Bu azlık ve çokluk İmam Azam’a göre saat itibariyledir. İmam Muhammed’e göre ise, geçen namazların vakitleri itibariyledir. Bunun için İmam Muhammed’e göre, geçmiş olan namazlar beşten fazla ise düşerler; değilse düşmezler. Bu görüş daha sahih görülmektedir.
Netice itibariyle namaz, tam bir özür bulunmadıkça asla terk edilemez ve geciktirilemez. Aksi halde Yüce Allah’ın azabı çok şiddetlidir, pek korkunçtur. O’nun büyük varlığına sığınırız.
Bir özre dayanmaksızın farz namazlar hayvan/vasıta üzerinde kılınmaz. Bu hükümde vitir namazı ile cenaze namazı ve yerde okunmuş olan secde ayetinden dolayı yapılacak tilavet secdesi ve kazası gereken herhangi bir namaz da aynıdır.
İmam Azam’dan bir rivayete göre, sabah namazının sünneti de bir özür bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
Hareket halinde olan bir araba vs., yürür halde olan hayvan hükmündedir. Onun için bir zaruret bulunmadıkça hareket halinde olan araba üzerinde farz ve vacib namazlar kılınamaz. Yerde duran araba ise, yer üzerindeki bir sedir ve bir taht gibi olduğundan üzerinde namaz kılınabilir.
Uçakta iken eğer ayakta namaz kılınabiliyorsa namazlar ayakta kılınır. Ayakta namaz kılma imkanı yoksa duruma göre uçağa binmeden veya indikten sonra cem ederek kılınabilir. (Öğle namazı ikindi ile, akşam namazı da yatsı namazı ile cem edilebilir. Namazlar cem edildiğinde iki farz arasındaki sünnetler kılınmaz.
Bir zaruretten dolayı hayvan, araba, uçak vs. üzerinde oturarak namaz kılan kimse, rükû ve secdeyi ima ile yapar; secde için rükûdan biraz daha fazla eğilir. Herhangi bir eşya üzerine başını koyarak secde etmesi mekruhtur.
Sünnet ve müstahab namazlar, bir özür bulunmaksızın oturularak da kılınabilir. Fakat faziletli olan, ayakta kılınmalarıdır. Bunda alimlerin ittifakı vardır. İmam Azam’a göre, yalnız sabah namazının sünneti bundan müstesnadır; özürsüz oturularak kılınmaz. Yukarda buna işaret edilmişti. Teravih namazını da özürsüz oturarak kılmak mekruhtur.
Bir kimsenin ayakta olarak başladığı nafile bir namazı, yorulduğunda bir yere dayanarak veya oturarak kılması caizdir. Böyle bir özür bulunmadıkça, bir yere dayanılması veya oturulması mekruhtur.
Bir kimse oturarak kılmaya başladığı nafile bir namazı, kalkıp ayakta tamamlayabilir. Bunda ittifak vardır.
Görüldüğü üzere bir Müslüman zor şartlarda bile olsa namazını kılmak ile mükellefdir. Dinimiz her şartta yaşanılabilecek bir evrenselliğe ve enginliğe sahiptir.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası