“Hz. Meryem, doğum öncesinden başlamak suretiyle daima göz önünde olmuş, daima tartışılagelmiş büyük bir kadındır. Kur’ân onu, ‘Allah’ın seçtiği, bütün âlemlere tafdil edilen, sıddîka, kerameti zâhir, ikrama mazhar, Kendi ruhundan üflediği ve ‘Kün’ emrinin tecellisine mazhariyetle müşerref bir kadın’ olarak anmasına, Hz. İsa (as) gibi Ulü’l-Azm bir Nebî’yi daima ona nisbet ederek zikretmesine rağmen, Hristiyanlar onu şanına yakışır anmamışlardır. Ona iftiraların en büyüğünü yapagelmişlerdir. Onu evlenmiş veya nişanlanmış gibi göstermektedirler. Kur’ân bâkireliğini defaatle tekrar etmesine rağmen Yusuf isimli birisini Hz. Meryem’in nişanlısı gibi göstermektedirler.
Yahudiler ise, yine Kur’ân’ın şehadet ettiği şekilde, ona iftiraların en ağırını yapmaktan çekinmemişlerdir. Belki bunda da, Hz. Meryem’in bakım-görümünün kendilerine değil de Hz. Zekeriya’ya verilmesinin rolü vardır.
Kadınlık âleminin sultanı bu büyük kadın, Efendimiz’e zevce olacak fıtratta yaratıldığı için, Rabbimiz, ona bu dünyada hiç bir erkek elini değdirmemiştir. Burada uğradığı iftiraların mükâfatı olarak da Cennet’te onu Nebilerin en Büyüğü (sav) ile izdivaç ettirecektir. Onu, şanına yakışır olarak takdir yine bizlere düşmektedir. (İmam Ebu’l-Hasen el-Eş’arî de o yüce kadını, kadınlardan gelen peygamberlerden saymıştır. Bize göre kadınlardan peygamber gönderilmemiştir.)”
Hristiyanlıkla ilgili yazabilecek az sayıdaki insandan biri olan Hocamız, bu yazısında Hristiyanların yanlış inandığı bir noktaya parmak basıyor ve gerçeği ortaya koyuyor. Buna göre, Hz. Meryem’i tesliste bir unsur olarak Kur’ân zikretmiyor, aksine kendileri onu tanrılık makamına çıkarıyorlar.
Bazı Hristiyanlar tarafından yanlış anlaşılan konulardan biri, Kur’ân-ı Kerîm’in Hristiyanlığın teslis akidesi hakkındaki öğretisidir. Bazı Kur’ân müfessirlerinin az sonra zikredeceğimiz ayeti, bu yanlışlığa meydan verecek şekilde açıklamaları da bunda rol oynamıştır. Halbuki Kur’ân teslisten bahsetmekle birlikte, Hz. Meryem’i, Hristiyanlığın, teslisin üç unsurundan biri saydığını asla bildirmemiştir.
Kur’ân, tanrılaştırılan varlıklar arasında, Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’i de sayar:
“Hatırla ki, Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi’ Allah’tan başka iki tanrı olarak benimseyin’ dedin?” diyecek, İsa: “Seni tenzih ederim, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz (…)” diyecektir. (Maide. 5/116)
Şu âyette ise, Meryem’in tanrılaştırıldığına işaret vardır:
“Meryem oğlu Mesih, sadece resuldür, -Ondan önce de resuller geçmiştir-, Onun annesi dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi (…)” (Maide, 5/75).
Hristiyanlar, Meryem’i Allah’tan başka tanrı saydıklarını inkâr etmiş ve etmektedirler. Hristiyanlık tarihine bakılacak olursa, onlar arasında Meryem’i tanrılaştıranların bulunduğu görülür. Collyridiens diye adlandırılan, dördüncü asırda Arabistan’da doğup sonra kaybolan bir Hristiyan cemaati, tekerlekli bir taht üzerinde Meryem’i tazim ediyor, ona pastalar takdim ediyorlardı. Tamamen kadınlara mahsus, Meryem’e ait geniş bir ibadet merasimi vardı.[1]Duchesne, Historie ancienne de Eglise, II. 622’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94.
Wellhausen’e göre Uzzâ (Venüs yıldızı), Suriyeli Hristiyanlara göre göğün kraliçesi idi. Müşrik iken Uzzâ’ya tapmış olanlar, Hristiyan olduktan sonra onu, tanrıça Meryem şekline soktular ve Meryem’e çörek sunarak ‘Uzzâ ibadetini Meryem ibadeti şekline dönüştürdüler.[2]Wellhausen, Reste Arabischen Heldentums, Leipzig, 1927’den İbn el-Kalbî, Kitab al-Asnam, Çev. Beyza Düşüngen, Ankara, 1969 Putlar Kitabı, s. 70, n. 131’de mütercimin notu.
Daha 2. asırda St. İrenée “Bid’atlara Reddiye” kitabında Ophites’lerin Rûhu “İlk Kadın” yahut “Yaşayanların Anası” ile karıştırarak, bunun Mesih’i doğurduğunu iddia ettiklerine dikkati çeker. Birkaç sene sonra Origéne (“Yuhanna İncilinin Şerhi” adlı eserinde), özellikle ébionites muhitlerde mâruf olan ve İsa’nın annesini “Ruhu’l-kudüs” ile aynı sayan bir “İbranîler İncili’ni zikreder (Aramicede rûh mânâsına gelen ruha kelimesi müennestir). Aphraates nezdinde, birkaç anlama gelebilecek, şöyle tuhaf bir formül vardır: O der ki: “(Dindar) İnsan, babası, olan Allah’ı ve anası olan Ruhu’l-kudüs’ü sever ve ibadet eder.”[3]Masson, I, 94. Referanslar için oraya bkz. İmparator Justinien kanunlarından birinde Meryem’in, imparatorluk hâmiyesi olduğu kabul edilmiştir.[4]H. Atay, Kur’ân’a Göre İman Esasları, Ankara, 1961. s. 40 n. 132. Müellif, orada bu konuyla ilgili başka bilgiler de vermekte, kaynakları arasında Encycl. Americana, Vol, XVIII, … Okumaya devam et Blachere’e göre, Kur’ân’ın Meryem’in tanrılaştırılmasından bahsetmesinin sebebi, şark Hristiyanlığı tarafından Meryem’e tanınan büyük yerde aranmalıdır.[5]Blachere, Le Coran (Traductlon selon un essai de reclassement des Sourates), Paris, 1949-1951. III, 1133-1134, n. 77.
Şimdi de, daha yakın zamanlardaki duruma bir göz atalım, Meryem’in tanrılaştırılması hakkında batılı bir yazarın fikirlerini, aşağıda biraz kısaltarak nakledeceğiz. Kur’ân’ın, Hristiyanların Meryem’i tanrılaştırdıklarından bahsetmesi, birtakım hakikatlere dayanmıyor değildir: Coredemptrice (Tanrının, insanların günahına kefaret olarak kendisini fedâ etmesine ortak olan), Mére de Dieu (Tanrının annesi) telakkileri, diğer taraftan fiilî marianisme (Meryemperestlik) ki, İslâm nazarında Allah’a mahsus olan tazimin, kısmî bir ihlâlini teşkil eder. Nihayet İslâm, Arap müşriklerine çok yakın olan ve bazı şark mezheplerinde görülen Meryem’e tapmaya (Mariolâtrie) karşı vaziyet almalıydı.[6]Schuon, De l’Unite’ transcendante des Religions, Paris, 1968, s. 38.
Şimdiki Katolik Hristiyanlık “Meryem’e yöneltilen duaları Tanrının kabul edeceğini” ikrar eder.[7]Introduction â la Foi Catholique, Paris, 1968, s. 599. “Kilise, bütünüyle Meryem’i takdise inanır ve açıkça kabul eder ki Meryem, ruh ve beden olarak dirilmiştir. Halbuki öbür ölüler hakkında, sadece dirileceklerini söyleriz.” Keza Hz. İsa gibi, Meryem’in de dünyada hazır ve icraatta bulunan olduğu ifade olunur ve onun göğe çıktığı akidesi (assomption) üzerinde durulur.[8]Aynı eser, s. 600. Nitekim bugün bir bayram halinde kutlanır.
Kur’ân nazarında tevhid, her türlü şaibeden uzak, halis ve arınmış olmalıdır. Kur’ân tevhidinin, bu hassasiyetinden dolayıdır ki, tevhidle şirkin arası bir bakıma çok uzak, bir bakıma çok yakındır. İnsanın, mücerred ve kişilik dışı olan hevâsının bile peşine düşmekle, onu tanrılaştırmış[9]Alusî, Ruhu’l-Meanî, XIX, 24. olacağı açıkça bildirilir. (Furkan, 25/43; Casiye, 45/23)
Günümüz Katolik inancının bile Meryem’e verdiği “Tanrının Annesi” (Theotokos: Bu vasıf, 431’de toplanan Efes konsilinde kabul edilmiş olup, halen kullanılmaktadır.)[10]Inroduction à la Foi Catholique, s. 113. lakabı, duaları ona yöneltme, onu ruh ve bedeniyle diri saymak, dünyada hazır ve icraat yapan bir sıfatlar vermek, İslâm nazarında Ulûhiyyet sıfatlarının kısmen tanınmış olması için, yeterli sebeb teşkil eder. İlâh (Tanrı) ibadetin kendisine yöneltildiği varlık demektir. Bu şartlar altında, Hristiyanların Meryem’i bir anlamda tanrılaştırdıkları söylenebilir.
Hıristiyanlar geçmişte olduğu gibi şimdi de, “tecessüd eden Kelâm’ın annesi” olarak Meryem’e “Tanrının Annesi” derler. Fakat karışık izahları anlamayan normal dindarların, “Tanrının Annesi” tabirinden, onun tanrılığını anlamadıklarını kim temin edebilir? Onun heykelinin bile karşısına geçip, takdimlerde bulunmak, huşû ile eğilerek ona dua etmek ve ondan, ancak Allah’ın yapabileceği şeyleri istemek, onun tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Yaşanan dindarlık, bu şekildedir ve yaşayış temellerini hurafelerde değil, resmî dogmalarda bulmaktadır. Mariolâtrie (Meryem’e tapınma) tabiri Hristiyanlar tarafından ortaya çıkarılıp, Meryem kültünü ifade için kullanılmaktadır. H. Rousseau, timsalleri kabul eden Hristiyanlık hakkında: “Kabul etmek gerekir ki, halk dindarlığı işareti, medlul ile karıştırıp; işareti, (sûreti) medlûlün mahalli olarak kabul etmekle, putperest bir temayüle sahiptir“[11]H. Rousseau, Les Religions, Paris, PUF, 1971, s. 111. demektedir. (Bu konuda isteyenler Reşit Rıda, Tefsiru’l-Menar, VII, s. 262-264’de tafsilat bulabilirler.)
Kur’ân, bütün bunlardan daha az şeylerin tanındığı varlıkların bile tanrılaştırıldığını söyler. Hevanın tanrı edileceğine dair âyetleri, biliyoruz. Yahudi ve Hristiyanlar hakkında, din adamlarını Allah’tan başka rabbler edindiklerini bildirir. (Tevbe, 9/31). Bu âyetteki rabb edinmeyi, bizzat açıklayan Hz. Peygamber (sav) rabb edinmeyi, din adamlarının haramı helâl, helâli haram yapıp, onların da buna tâbi olmalarıyla tefsir etmiştir.[12]Kur’ân’da Tevbe, 9/31 tefsirinde, bütün tefsirler, bu hadise yer verirler. Hadis için bk. et-Tirmizi, Tefsir, Tevbe sûresinin tefsirinde. Şerhi olan Tuhfetu’l-Ahvezî, hadis … Okumaya devam et Bu şekilde tefsir, ayrıca sahabeden İbn ‘Abbas ve Huzeyfe’ den de gelmektedir.[13]İbn Kesir, IV, 77. Müfessirler, bu âyetin tefsirinde, bundan başka görüş serdetmezler.[14]Bkz, Alusî, Ruhu’l-Meanî, X, 84. Ulûhiyyetin vasıflarından biri olan, kulları için helâl ve haram esasları koymak yetkisinin başkalarına tanınması bile, tanıyanları müşrik saymaya kâfi geliyor. Bu âyette dikkati çeken bir taraf da şudur: Hristiyanların din adamlarını -yukarıdaki anlamda- tanrılaştırmaları ile Mesih’i tanrılaştırmaları, aynı tutulmuştur. Halbuki Kur’ân’ın başka yerlerinde geçtiği gibi, Hristiyanların Mesih’i tanrılaştırmaları hakikî anlamdadır, ona gerçekten tanrı diye taparlar. Buna rağmen, dinlerini, din adamlarına teslim etmelerinden dolayı tanrılaştırman din adamlarıyla Mesih, yan yana zikrediliyor. Demek Kur’ân’a göre, şirk ister açık ve kaba, ister dolambaçlı ve ustalıklı olsun, hepsi şirk vasfına dahil sayılır.
Şimdiye kadar şunu anlatmak istedik: Meryem, Hristiyanlar tarafından pek âlâ tanrılaştırılmıştır. Gelelim Meryem’in teslis ile alâkasına:
Meryem’i tanrılaştırmak başka, onu teslise katmak daha başka bir şeydir. Meseleye temas eden bütün batılı yazarların hemen hepsi[15]Meselâ Blachere, II, 1133-1134, n. 77; H. Rousseau. s. 45: Les Relations de Eglise avec les Religions non-Chretiennes, Paris, cerf yay. 1966, s. 208 ve n. 12. (istisnasına rastlamadık). Maide sûresi 73/116 âyetlerini birleştirerek Kur’ân’ın Meryem’i Hristiyan teslisinin bir unsuru yaptığını, Hristiyan teslisi olarak: “Allah-İsa-Meryem” üçlüsünü gösterdiğini iddia ederler. Bundan dolayı, Hristiyanlar “Kur’ân da kendilerini bulmadıklarını” söylerler. Bazı Müslüman tefsirlerinde bile, bunu böyle telâkki ederek, lüzumsuz yere bir izah aramalarına şaşmamak elde değildir. Hıristiyan teslisi, “baba (Tanrı)- Oğul (İsa)- Ruhu’l-Kudüs”ten ibarettir. Kur’ân, üçüncü olarak Meryem’i sayıyor, sanılınca şöyle denmiştir: “Arabistan da, böyle bir teslis ileri süren bir mezhep vardı, sonradan kayboldu; Kur’ân, o mezhebi kasdetmektedir.” Belki böyle bir mezhep vardı. Her çeşit mezheple dolu olan Hristiyanlık tarihinde bu, uzak bir ihtimal değildir.
Fakat, Kur’ânın Meryem’i teslisin bir unsuru saydığı kesin olarak varid değildir. Kur’ân Nisa, 4/171 ve Maide, 5/73 âyetlerinde, açıkça bir teslisten bahseder. Ancak, şeklini ve bu üç unsurun neler olduğunu bildirmez. Maide sûresi 5/ 116 âyette ise Mesih ve Meryem’in Hristiyanlarca tanrı sayıldığını belirtir. Meryem’in tanrılaştırılması başka, teslise dahil edilmesi çok daha başka bir şeydir. Gördük ki, Kur’ân, Hristiyanların din adamlarını bile tanrılaştırmalarını tenkit etmektedir. (Tevbe, 9/31). Fakat hiç kimse, buna dayanarak Kur’ân’ın bir “Hristiyan çok tanrıcılığı”ndan söz ettiğini söyleyemez ve söylememiştir. Aksi halde teslis kalmazdı. Kur’ân’ı ciddî olarak tetkik etmek, bu asırlık yanlışı düzeltmeyi zarurî kılar.
Kaynak: Yeni Ümit, 27. Sayı, Prof. Dr. Suat Yıldırım
Dipnotlar
⇡1 | Duchesne, Historie ancienne de Eglise, II. 622’den Masson, Le Coran et la revelation Judeochreteenne 193-94. |
---|---|
⇡2 | Wellhausen, Reste Arabischen Heldentums, Leipzig, 1927’den İbn el-Kalbî, Kitab al-Asnam, Çev. Beyza Düşüngen, Ankara, 1969 Putlar Kitabı, s. 70, n. 131’de mütercimin notu. |
⇡3 | Masson, I, 94. Referanslar için oraya bkz. |
⇡4 | H. Atay, Kur’ân’a Göre İman Esasları, Ankara, 1961. s. 40 n. 132. Müellif, orada bu konuyla ilgili başka bilgiler de vermekte, kaynakları arasında Encycl. Americana, Vol, XVIII, p. 347, New York. 1957; Encyc. Britannica. Vol, XIV, p. 1000, 1953 baskısını saymaktadır. |
⇡5 | Blachere, Le Coran (Traductlon selon un essai de reclassement des Sourates), Paris, 1949-1951. III, 1133-1134, n. 77. |
⇡6 | Schuon, De l’Unite’ transcendante des Religions, Paris, 1968, s. 38. |
⇡7 | Introduction â la Foi Catholique, Paris, 1968, s. 599. |
⇡8 | Aynı eser, s. 600. |
⇡9 | Alusî, Ruhu’l-Meanî, XIX, 24. |
⇡10 | Inroduction à la Foi Catholique, s. 113. |
⇡11 | H. Rousseau, Les Religions, Paris, PUF, 1971, s. 111. |
⇡12 | Kur’ân’da Tevbe, 9/31 tefsirinde, bütün tefsirler, bu hadise yer verirler. Hadis için bk. et-Tirmizi, Tefsir, Tevbe sûresinin tefsirinde. Şerhi olan Tuhfetu’l-Ahvezî, hadis no; 5093’de: Ahmed b. Hanbel, et-Taberî, ibn Sa’d-Abd b. Humeyd, el-Beyhakî vb.’nin bu hadisi tahric ettiğini bildirir. |
⇡13 | İbn Kesir, IV, 77. |
⇡14 | Bkz, Alusî, Ruhu’l-Meanî, X, 84. |
⇡15 | Meselâ Blachere, II, 1133-1134, n. 77; H. Rousseau. s. 45: Les Relations de Eglise avec les Religions non-Chretiennes, Paris, cerf yay. 1966, s. 208 ve n. 12. |