İçindekiler
İman kelimesi, inanmak, güven vadetmek, başkalarının emniyetini temin etmek.. ya da emin, güvenilir ve sağlam olmak manalarına gelir. Istılah olarak ise iman, Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) yüce Allah’tan getirdiği kat’ı olarak bilinen hükümlerde (zariirat-ı diniyede) O’nu tasdik etmek, haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul etmek, bunların gerçek ve doğru olduğuna kalben inanmak demektir. Vicdani itiraf ve kalbi iz’anda bulunmak demektir. İmanın tarifiyle ilgili olarak, kalbin tasdiki yanında ‘dil ile ikrar’ ifadesini ekleyenler de olmuştur. Ancak, alimlerin ekserisi ikrarı ( dil ile beyanı), yalnızca dünyevi hükümlerin uygulanabilmesi için bir şart telakki etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle ikrarı, imanın aslı ve gerçeği değil de, şartı olarak görmüşlerdir. Bu cümleden olarak, kalben iman etmiş bir insan bazı hallerde dil ile ikrarda bulunamasa da imanı yine sahihtir, geçerlidir. Söz gelimi, dilsizin imanı geçerli olduğu gibi, küfre/inkara zorlanan kişinin hayati tehlike karşısında dil ile inkar etse de imanı sahihtir.
“Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkar etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkar sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkar ederek gönlünü inkara açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.” (Nahl, 16/106)
Kureyş müşrikleri, Yasir ile ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul etmeyince Yasir ile Sümeyye’yi develerle parçalattılar. Babası ile annesinin bu durumunu gören Ammar (r.a.) dili ile onların istedikleri sözü söyledi. Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam), onun ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Ayet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere indirilmiştir.
İman, insanın aklını kullanması veya afaki (kainat) ve enfüsi (kendisini) tefekkür neticesinde Allah’ın, insanın içinde yakacağı bir meş’ aledir.
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, olayların tazyikatından kurtulabilir.
İnsanlığın en mühim meselesi olan ‘iman’ gerçeğini farklı açılardan ele alacak olursak:
a. Tasdik edilmesi gereken hususlar/esaslar itibarıyla iman
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), iman edilmesi gereken hususları, Allah’ a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman olmak üzere altı esas içinde özetlemiştir. (Bkz. Müslim Ýman 1; Ebu Davud Sünnet 15) Cibril hadisi olarak bilinen bu nebevi beyanda iman, İslam ve ihsan kavramlarıyla birlikte ele alınır. Burada birbiri ardınca zikredilen üç kavramın sonuncusu olarak ihsan, ‘Allah’ı görüyor gibi kulluk yapma’ şuuru olarak belirtilir. Bu, bize şu gerçeği işaret etmektedir: İnsanın böyle bir şuur ufkunu yakalayabilmesi, ilk önce düşünce ve tasavvurlarını, esaslarını dinin belirlediği sağlam bir imana bina etmesi gerekir. Bu imanını da -namaz, infak, oruç gibi- İslam’ın ameli/pratik değerleriyle perçinlemeli ve derinleştirmelidir.
b. Kalpte yerleşmesi itibarıyla iman
Afakta ( dış dünya) ve enfüste (iç dünyamızda) O’ndan habersiz, O’nun kudretine dayanmadan hiçbir şey varlık sahasına çıkamaz. Kur’an’ın “Her bir şeyin yaratıcısı Allah’tır.” (Bkz. En’am, 6/102; Ra’d, 13/16; Zümer, 39/62; Ðafir, 40/62) şeklindeki beyanları, bize, varlıktaki afakı-enfüsi her bir oluşum, değişim ve dönüşümün O’nun yaratmasıyla varlık bulduğunu öğretmektedir. Bu itibarla, kalpte/enfüste meydana gelen iman ve hidayeti var eden Allah’tır. Bu hakikat Kur’an’da şu şekilde ifade edilmiştir:
“Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi.” (Hucurat, 49/7), “Allah kime hidayet ederse, hidayete ermiş olan odur .. “ (İsra, 17/97)
Allah (c.c), iradesini kullanarak imana talip olmayanın kalbine imanı zorla koymaz. Hemen şunu da ifade edelim: Allah’ın bildiğimiz bilemediğimiz birçok hikmetine binaen cebri lütfuyla hidayet ettikleri bunun dışındadır. Cenab-ı Hakk’ın insana iman ve hidayet nasip etmesi, onun bu hususta göstereceği gayrete bağlıdır. Nitekim Ehl-i Sünnet alimlerinin bu açıdan ‘ıman’la alakalı yapmış oldukları izahları şu şekilde özetleyebiliriz: ‘İman, kulun, cüz’i iradesini sarf ettikten sonra, onun kalbinde Cenab-ı Hakk’ın yaktığı/yarattığı bir nurdur.’
c. İnsana kazandırmış olduğu değer ve imkan itibarıyla iman
İman, insanı fizik alemin dar, statik ve boğucu sınırlarından kurtarıp onu kendi dışındaki alemlerle bütünleştiren, önünü aydınlatan bir ışık kaynağıdır. İman, kişiyi topyekun varlığın yegane sahibi olan Allah’ a muhatap kılması ve O’na bağlaması itibarıyla, insana huzur ve şeref veren büyük bir güç kaynağıdır.