İçindekiler
‘Allah’ Lafz-ı Celilinin Anlamı
Allah lafz-ı celil’iyle ilgili olarak İslam alimleri -O’nun kendisini kullarına tanıtmış olduğu beyanları esas alarak şöyle demişlerdir: Allah, varlığı kendinden (Vacibu’l-vücud) ve bütün hamd ve övgülere layık en yüce varlığın adıdır. Bu tarifteki ‘varlığı kendinden’ kaydı, Allah’ın yokluğunun düşünülemeyeceğini, var olmak için başka bir varlığın desteğine muhtaç olmadığını, dolayısıyla O’nun kainatın yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. ‘Bütün hamd ve övgülere layık’ kaydı ise, kemal ve aşkınlık ifade eden isim ve sıfatlara sahip olduğunu anlatmaktadır. Allah lafz-ı celil’i İslami metinlerde gerçek ma’budun (ibadet edilen varlığın) ve tek yaratıcının özel ismi olarak kullanılagelmiştir. Bu sebeple bu isim, O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiştir. Müslüman milletlerin dilinde de herhangi bir şekilde çoğul olarak kullanılmamıştır.
Allah’a İmanın Anlamı
Kainatı yaratan, idare eden ve kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık olan Allah’ a iman, iman esaslarının birincisi ve temelidir. Bütün ilahi dinlerde Allah’ın varlığı ve birliği, en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün esaslar Allah’a imana ve O’nun birliği esasına dayanmaktadır.
Allah’a iman etmenin anlamı;
O’nun var ve bir olduğuna,
Yüce ve aşkın sıfatlara/vasıflara sahip olduğuna,
Eksiklik ve noksanlığı çağrıştıran her bir niteleme ve benzetmeden uzak bulunduğuna inanmaktır.
Allah’ın (c.c.) bilinmesi yaratılışımızın hedefi ve fıtratımızın gayesidir.
“O halde sen, batıl dinlerden uzaklaşarak yüzünü ve özünü, hak din olan İslam’a yönelt. Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et. Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların ekserisi bunu bilmezler, anlamazlar. (Rum, 30/30)
İnsan kendisini yaratan Rabbini tanımak, ona iman ve ibadet etmek için yaratılmıştır. Ayette bu hususa şöyle dikkat çekilmiştir;
“Ben cinleri ve insanları sırf Beni mabud tanıyıp yalnız Bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56)
Burada Allah, Allah’tan başka nesneleri şerik sayan insanları ve cinleri uyararak “Ben onları başkalarına kulluk etsinler diye değil, Bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Bütün kainatı yarattığı halde onlardan sadece ikisinin ele alınmasının sebebi şudur: Kainattaki bütün varlıklar Allah’ a itaat ve ibadet içindedirler. Fakat irade ve tercih hakkı insanlarla cinlere verilmiştir. Bunların başka nesnelere yönelip şirk koşmalarını önlemek gerekir.
İnsanlık ve Allah İnancı
Tarihte inanmayan bir millet bulmak hemen hemen mümkün değildir. Her toplum bir yüce kudrete inanmıştır. Zaten Yüce bir kudrete inanmak insanın tabiatında vardır.
Bugün, dinler tarihi uzmanları tarafından ilk inanışlar konusunda ileri sürülen fetişizm, totemizm ve animizme dayalı olarak yapılagelen antropolojik açıklamalara bir yenisi ilave edilmiştir. Beşeri hayatın en basit şekline rastlanan Avustralya’nın güney doğusundaki ilkel kabileler üzerinde yapılan son çalışmalar, onların yüce bir varlığa inandıklarını ortaya koymuştur. Dinler tarihi alanında yapılan yeni araştırmalar, ilkel toplumlarda dahi Allah’ın varlığına ve birliğine dayalı bir telakkinin bulunduğunu, politeizmin ( çok tanrıcılık) sonradan bir sapma olarak ortaya çıktığını belgeler durumdadır.
İnsanın var olduğu günden bugüne, bu inanç izahı ve tasviri farklı şekillerde de olsa hep var olmuştur. İnsanın içinde bulunduğu dünkü ve bugünkü bütün düşünce sistemlerinde bu inancın yer alması veya en azından görülmesi, insanlığın hiçbir dönemde bu mesajdan mahrum bırakılmadığını göstermektedir. Kur’an, insanoğlunun başından beri başıboş bırakılmadığını bize haber verir: “ … Uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.” (Fatır, 35/24)
Ve yine bu hususla ilgili olarak bir başka ayette şöyle denilir:
“Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı. Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.” (Bakara, 2/213)
Bu ayet de bize, yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber olan Hz . .Adem’den (aleyhissalatu vesselam) bu yana insanların daima bir peygamberin gözetiminde bulunma ve gelişme imkanı bulduğunu haber vermektedir. İlk insanlar, ilk peygamberler sayesinde bir ümmet idi. Bir asıldan ve tek bir kökten gelmiş olmanın onların vicdanlarında bıraktığı tesirle bir bütün ve bir cemaat idiler; dinsiz, vahşi ve mütecaviz değillerdi. Ancak sonradan bir kısım arızi sebeplerle ihtilafa düşüp birliklerini bozmuşlardır.
Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz (arı beyi) bırakmayan Kudret-i Ezeliye, beşeriyeti de hiçbir zaman nebisiz bırakmamıştır. Hususi donanımlı insanlar olan peygamberler, insanlara Allah’ın rızasına uygun nasıl bir hayat yaşanacağını tebliğ etmişlerdir. Ve tebliğ ettikleri hakikatleri herkesten daha önde ve derince yaşamışlardır ki buna temsil denir.
Peygamberler, insanları, hayrın neticesiyle ümitlendirip şerrin akıbetini göstererek cennete ve Allah’ın hoşnutluğuna giden yolları göstermişlerdir.
Allah (c.c) temelde, saffet ve istikamete programlanmış insan fıtratını özüne uyarmak ve onun kalbiyle hakikatler arasındaki engelleri bertaraf etmek için yeni yeni peygamberler göndermiş, insanoğlunu hayrın neticesiyle ümitlendirip şerrin akibetini göstermekle de temkin ve teyakkuza çağırmıştır. Ne var ki, bazıları heva ve heveslerine esaretten kurtulamadıkları, bazıları da kendilerini kibir, zulüm ve taşkınlık akıntılarına saldıklarından, her yeni dönemde ihtilaflarını az değiştirerek, ama mutlak katmerleştirerek ayrı ayrı yollarda devam ettirmişlerdir.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası
Konu ile ilgili aşağıdaki yazımızı da okuyabilirsiniz: