Allah’tan başka yaratıcı olmadığından mülkün tek sahibi O’dur. O elimiz altındaki bütün nimetleri emanet olarak vermiştir. Hayatı ve ölümü, kimin iyi bir iş ortaya koyacağını göstermek, imtihan etmek üzere o yaratmıştır. Maddî imkânlarımızın da ihtiyacımızdan fazla olan kısmını, muhtaçlara dağıtma şerefi ile bizi şereflendirmek istemektedir. İnfak, her şeyden önce serveti bize nasip eden Rabb’imize bir teşekkür, yani şükür görevini yerine getirmedir. Nimetini tanımamadan, nankörlük etmeden kurtuluştur. “Yapılan yardım, yoksulun eline girmeden önce Rahman’ın eline ulaşır.” (İmam Ahmed, Müsned, 2/418 ve 541) hadîs-i şerîfi bu gerçeği belirtmektedir. Diğer taraftan infak, vereni geliştirir, olgunlaştırır. Şu âyet-i kerîme bunu açıkça bildirir: “Müminlerin mallarından zekât al ki bununla onları temizleyesin ve arındırasın.” (Tevbe sûresi, 9/103) Evet infak, kişinin şahsiyetini geliştirir. Yaratılışta eşitimiz olan ihtiyaç sahibi bir kardeşimizi sıkıntısından kurtarma hazzını tattırır. Din kardeşinin gönlünü kazanma, duasını alma sevincini yaşatır. Böylece karşılıklı bir etkileşimle maşeri vicdanı, toplumu da eğitir.
Müslüman infak ederek malına güvenmeyi bırakır, Rabb’ine güvendiğini ortaya kor. Bu da onun imanını güçlendirir, kişiliğini kuvvetlendirir. İstikbal endişesinden, maddî sebeplere ve şartlara esir olmaktan kurtarır. Allah Tealâ kuluna değer kazandırmak için, onun vermesini istiyor. Böylece veren insan, kendini aşıyor, içinde şeytana yardımcı olan hislere karşı koyuyor, fâniye aldanmamayı öğreniyor. İnsanın bu mertebeyi kazanması, Allah katında, onun çok mal sahibi olmasından veya çok mal harcamasından daha önemlidir. Ne mutlu Allah yolunda malını harcayan o kimseye ki infak ettiği fânî mal ile, bâki Allah’ı, O’nun hoşnutluğunu kazanır. En üstün mertebe olan “rızâ” mertebesine yükselir.
Kaynak: Prof. Dr. Suat Yıldırım, Yeni Ümit