Soru: Günümüzde sosyal bir afet halini alan intihara karşı İslâm’ın bakış açısı nasıldır? İnsanı, dünyevî-uhrevî felâkete sürükleyen intiharın ardındaki sebep ve sâikler nelerdir?
Kur’ân-ı Kerim’de intihar hakkında sarih bir beyan bulunmasa da, bir başkasının canına kıymayla ilgili âyetlerin hükmünün, insanın kendisini öldürmesi için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü başkasının canına kıymak nasıl bir cinayetse, bir insanın kendi canına kıyması da öyle bir cinayettir. Yüce Allah (celle celâluhu),
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا
“Kim bir kimseyi, kısas veya yeryüzünde bir fesada mukabil olmanın dışında öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide sûresi, 5/32.)
buyurarak bir cana kıymayı, bütün insanlığı öldürmeye denk bir cinayet saymıştır.
Öte yandan bir insanın korumakla mükellef olduğu beş esastan biri de nefsin korunmasıdır. Hatta denebilir ki, –Şâtıbî’nin de Muvafakat’ında belli bir sistem içinde ele aldığı gibi– bütün hukuk sistemi, usûl-i hamse dediğimiz nefis, din, mal, akıl ve neslin korunması esası üzerine müessestir.[1]Bkz.: eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât 1/38, 2/10.
Dahası nefsin korunması, bu esasların en başında yer alan bir meseledir. Bu zaviyeden insan, dinini, ülkesinin sınırlarını, ırz ve namusunu, istiklâlini, malını koruduğu gibi canını da korumakla mükelleftir. Nefis korunmaya o kadar liyakatli ve onun korunması o kadar önemlidir ki, ona karşı bir tecavüz vuku bulduğu zaman, belli şartlarda nefis müdafaası adına karşı tarafın nefsine müdahaleye bile cevaz verilmiştir.
Emanete İhanet
Ayrıca nefis, Allah’ın insana önemli bir emanetidir. Yani nasıl ki iman, diyanet, dine hizmet etme insana verilmiş birer emanettir; bütün bunların matiyyesi (bineği) sayılan nefis de insan için öyle bir emanettir. Çünkü hayat olmayınca bunların hiçbirisini hayata tatbik mümkün olmayacaktır. Bu açıdan bir insanın kendi iradesiyle hayatına son vermesi, Cenâb-ı Hakk’ın nefse ait bir kısım emanetleri taşımakla vazifeli kıldığı matiyyeye kıyma demektir.
Hem insan, tıpkı bir asker gibi dünyaya gelir, silâh altına alınır ve bir vazifeyle tavzif edilir. Bu açıdan insana düşen, kendisine “gel” çağrısında bulunulacağı ana kadar sabretmesini bilmektir. Nasıl ki bir asker, terhis belgesi henüz komutanı tarafından imzalanmadan bölüğünden ayrılıp giderse askerlikten firar etmiş sayılır, aynı şekilde sahibi tarafından terhisi imzalanmadan hayat vazifesini terk eden bir insan da firarî sayılır ve böyle birinin ömür boyu yaptığı bütün ameller yanar. Hatta intiharın daha berisinde, bir insanın yaşadığı bazı sıkıntılardan dolayı Cenâb-ı Hakk’ın canını almasını arzu etmesi bile günahtır. Çünkü böyle bir istekte bulunmak, Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderine bir başkaldırma ve isyandır. Bu sebepledir ki, ağzından ezkaza böyle bir isyan sözü çıkan kimsenin, odasına çekilerek başını yere koyup büyük bir günah işlemiş gibi, “Allah’ım beni affet! Çünkü Sana karşı bir cinayet işledim.” demesi gerekir.
Hayata kıymanın çok daha berisindeki böyle bir mülâhaza bile mahzurluysa, Allah’ın bu dünya askerliğinden terhis etmesini beklemeden, terhise müdahale etmeye kalkma Allah’a karşı çok daha büyük bir saygısızlık demektir. Çünkü bu mevzuda söz, O’na aittir. Dünyaya gönderen O olduğuna göre, buradan ahirete gönderecek olan da yine O’dur. Bu mevzuda hiçbir beşere müdahale hakkı verilmemiştir.
Vakıa insan, nefsini, dinini ve malını koruma gibi, müdafaa etmesi gereken değerleri müdafaa ederken vefat edebilir. Böyle bir neticede insan müdahalesi var gibi görünse de esasında bu, Cenâb-ı Hakk’ın emirleri çerçevesinde ötelere yürümenin ad ve unvanıdır. Zira bir hadis-i şeriflerinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دَمِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ قُتِلَ
دُونَ أَهْلِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ
“Kim malı uğrunda öldürülürse o şehittir; kim dini uğrunda öldürülürse o şehittir; kim nefsi uğrunda öldürülürse o şehittir; ve kim ailesi uğrunda öldürülürse o da şehittir.” (Tirmizî, diyât 22; Nesâî, tahrîmü’d-dem 23.)
Dolayısıyla bu gibi durumlarda ölme, bir yönüyle yine terhis ve tezkerenin O’nun tarafından doldurulması demektir.
Fukahadan bazıları, intihar eden bir insanı, mürted gibi farz ederek, onun namazının kılınmayacağına hükmetmiştir. Fakat muvakkat cinnet geçiren bir insanın bu cinnet esnasında intihara kalkışmış olabileceği mülâhazası da vardır. Bu durumda bulunan insan ise, aklî dengesini yitirdiğinden dolayı ne yaptığının şuurunda olmaz. Bu sebeple, intihar eden bir kimsenin hangi saikle canına kıydığını ve yaşadığı hâdisenin arka planının ne olduğunu tam olarak bilemediğimizden, bizim bu gibi insanlar hakkında hüsnüzan ederek dinimizin emrettiği şekilde onların techiz ü tekfinini yapmamızda, cenaze namazlarını kılıp haklarında hüsn-ü şehadette bulunmamızda mahzur görülmemiştir.
Bazen de tahammülfersa hâle gelen bir kısım acı ve ızdıraplar insanı intihara sürükleyebilir. Nitekim Devr-i Risalet-penahide böyle bir hâdise yaşanmıştır. Kuzman isminde bir şahıs Uhud Savaşı’nda aldığı ağır yaraların ızdırabına dayanamayarak ölümünü hızlandırmak için kılıcının keskin tarafını göğsüne dayamış ve üzerine yüklenerek intihar etmiştir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) onun hakkında, “O, ateş ehlindendir!” buyurmuştur.[2]et–Taberî, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk 2/73. Düşünün ki, Peygamber önünde savaşmış, savaşırken şehit olacak derecede yaralanmıştır. Ama ağrı ve sızısına dayanamayarak kendisini öldürdüğünden dolayı bu tali’siz insan kazanma kuşağında kaybetmiştir. Evet, o, Allah’ın kararından evvel kendisi hakkında kendi karar vermiş, terhis tezkeresini vaktinden evvel alarak kendisi doldurmuş ve neticede, “O, cehennemliktir.” beyanına müstahak olmuştur.
Hâlbuki inanmış bir insana düşen, karşı karşıya kaldığı bu gibi durumlarda dişini sıkıp sabretmektir. İnsan, her ne olursa olsun Allah’ın “gel” diyeceği ana kadar katlanmasını bilmeli ve Cenâb-ı Hakk’ın muradına göre ölmelidir. Diğer bir ifadeyle insan ölürken bile murad-ı ilâhîyi takip etmelidir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen:
يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği şekilde korkun, Allah’ın istediği ölçüler içinde takva dairesi içinde yaşayın ve zinhar Müslüman olmanın dışında ölmemeye çalışın.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/102.)
mealindeki âyet-i kerime, işarî mânâda insanın kendi hayatına kıymaması gerektiğini de ifade etmektedir. Zira intihar, Allah’a teslim olamamanın bir neticesidir. Oysaki âyet, “Allah’a teslim olma hâli dışında bir hâl üzere ölmeyin!” buyuruyor. Ayrıca bir insanın kendi hayatına kıyması, bütün geçmişini heder etme demek olduğundan, o, çok tehlikeli bir iş üzerinde hayatını sonlandırma demektir.
Katmerli Cinayet: İntihar Saldırıları
Günümüzde, önce Batı’da başlayıp daha sonra maalesef İslâm coğrafyasındaki bazı ülkelerde de görülen ve adına intihar saldırısı dedikleri bir intihar şekli daha vardır. Hâdisenin failleri, bu tür saldırıları “anlamlı intihar” olarak nitelendirip kendilerince ona bir misyon yüklüyorlar. Başka bir ifadeyle ideolojileri uğruna gerçekleştirdikleri bu intiharlarla, sözde ona bir anlam ve bir değer kazandırmaya çalışıyor ve bununla kendi din ve diyanetlerini korumayı düşünüyorlar.
Oysaki hakikati itibarıyla meseleye bakıldığında, bu tür canlı bombaların biraz evvel ele aldığımız intihardan bir farkı olmadığı görülür. Hatta bu tür intiharların muzaaf bir cinayet olduğu dahi söylenebilir. Çünkü insanlıkla alâkaları bulunmayan ve dinin ruhundan habersiz olan bu gafil caniler, kendilerini öldürmek suretiyle tepetaklak Cehennem’e yuvarlanmanın yanı başında, bir de bir sürü masum insanın canına kıyıyorlar. Dolayısıyla onlar, kendi hesaplarını Allah’a vermenin yanında çoluk çocuk, kadın erkek, Müslim gayrimüslim demeden kanına girdikleri insanların da teker teker hepsinin hesabını Allah’a verme durumunda kalacaklardır. Çünkü İslâm’da gerek sulh gerekse savaş hâlinde yapılması gerekenler belli kanun ve disiplinlere bağlanmıştır. Sulh hâlinde kimse kendi kendine harp ilân edip bir insanı öldürme kararı alamayacağı gibi, sıcak savaş esnasında da karşı cephede bulunan çocuk, kadın ve yaşlıları öldürme hakkına sahip değildir.
Bu itibarla, hangi açıdan ele alınırsa alınsın, intihar saldırıları ve benzeri terör hâdiselerini Müslümanlıkla telif etmek asla mümkün değildir. Bu hususa ışık tutacak bir hadis-i şeriflerinde Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
لَا يَزْنِي الْعَبْدُ حِينَ يَزْنِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَشْرَبُ الْخَمْرَ حِينَ يَشْرَبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَا يَقْتُلُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ
“Kul, mü’min olduğu hâlde zina etmez, mü’min olduğu hâlde içki içmez, mü’min olduğu hâlde hırsızlık yapmaz, mü’min olduğu hâlde insan öldürmez.” (Nesâî, kasâme 48, 49, kat’u’s-sârik 1; Abdurrezzak, el-Musannef 7/415; İbn EbîŞeybe, el-Musannef 6/169.)
Buradan anlıyoruz ki, bir katil, kıtal esnasında mü’min değildir. Diğer bir ifadeyle bu günahları irtikâp eden bir insana, o anki hâli, kurguları, plan ve projeleri itibarıyla “Müslüman” denemez. Evet, o esnada onun üzerine bir mercek koyup baktığınızda, karşınıza bir Müslüman portresinin çıkmadığını ve böyle bir karakterin İslâmî çerçeveye uymadığını görürsünüz. Bu açıdan bir kez daha ifade edelim ki, canlı bomba olmak suretiyle masum insanların canına kıyan kişi hangi ülke ve hangi hizipten olursa olsun, onun işlediği bu cinayet kesinlikle Müslümanlıkla telif edilemez. Onca insanın canına kıyan bir insan, öbür tarafta iflâh olmaz. Elbette ki, büyük günahlardan sayılan bu cürümleri[3]Bkz.: Nisâ sûresi, 4/93; Mâide sûresi, 5/32; Buhârî, tefsîru sûre (24) 5; Müslim, tefsîr 16. işleyen bir insanın tevbe ve istiğfarla Allah’a yönelmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın da onun günahlarını affetmesi her zaman için mümkündür.[4]Bkz.: Furkan sûresi, 25/68-70. Bu takdirde ona ahirette nasıl bir muamelede bulunacağını ise ancak Cenâb-ı Hak bilir.
Diğer yandan bu tür cinayetlerin İslâm’ın dırahşan çehresini kararttığı, İslâm’ın pırıl pırıl çehresine bir zift atma mânâsına geldiği de bir gerçektir. Çünkü Müslüman görüntüsüyle ve din adına hareket ediliyor izlenimiyle işlenen cinayetler, İslâm’ın aslından ve usûlünden habersizler nazarında İslâm’a mâl edilmektedir. Dolayısıyla inanan insanlar böyle bir yanlış algıyı temizlemek istediğinde bir hayli zorlanacaktır. Evet, İslâm adına zihinlerdeki bu kötü algıyı temizlemek için yıllarca çalışmak icap edecektir. Bu açıdan da söz konusu intiharları kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin bunların muzaaf hatta mük’ap bir cinayet olduğu söylenebilir. İslâm’ın gerçek veçhesini bilmeyen bir iki insan burada bana, “Müslümanları intihar komandosu olmaya sevk eden Cennet’e gitme sevdası mıdır?” diye bir soru sormuşlardı. Onlara şöyle cevap vermiştim: “Şayet bu insanlar böyle bir mülâhazayla hareket ediyorlarsa yanlış bir mülâhaza içindeler demektir. Çünkü böyle bir cinayete teşebbüs eden kimse Cennet’e değil, ‘cup’ diye Cehennem’e düşer.”
Hâsılı, intihar saldırıları adı altında işlenen bu korkunç cinayetlerin din temelli gibi gösterilmesi meseleyi daha tehlikeli boyutlara taşımaktadır. Bu açıdan bir kez daha ifade edelim ki, böyle bir vahşet hangi maksatla ve hangi şekliyle işlenirse işlensin, o, Allah’ın sevmediği ve razı olmadığı münker bir fiildir ve İslâm’la telif edilmesi de asla mümkün değildir.
Kaynak: Yenilenme Cehdi, “İntihar”
Dipnotlar