Iskat; kelime olarak düşürmek manasına gelir. Iskat-ı salât ise ölen kimsenin zimmetinde farz veya vacip olarak kazaya kalan namazların sorumluluğundan kurtulma ümidiyle vefatından sonra fakirlere fidye ödenmesi demektir.
Sadece bedenle yapılabilen ibadetler niyâbeti (başkası tarafından yerine getirilmeyi) kabul etmediğinden bir kişinin kazaya kalan oruç veya namazlarının başka birisi tarafından tutulması\kılınması mümkün değildir ancak bir kişi kıldığı namazın veya tuttuğu orucun sevabını ölen kişiye bağışlayabilir. Şunu da ifade etmek gerekir ki bir mü’min hayatta ve sağlığı yerindeyken Allah hakkı olan ibadetleri yerine getirmeli ve Allah’ın huzuruna borçlu olarak çıkmamaya gayret etmelidir.
Dinimizde fidye uygulaması, Bakara suresi 184. ayete dayanır. Ayet-i Kerimede oruç tutmaya güç yetiremeyen ihtiyarların tutamadıkları oruç miktarınca fakirlere fidye vermeleri emredilmiştir. Bir kimse, hayattayken mazeretli (sefer hali, gebelik gibi) veya mazeretsiz olarak tutmadıkları veya tutamadıkları oruç borçları varken vefat etmesi halinde bu kimseler için de varislerinin fidye vermesi caiz hatta mendup görülmüştür. Çünkü kaza borcunu geciktirmemek gerekli ise de başlangıçta mazerete, devamında ihmale ve ileride kaza etme ümidine dayalı hoş görülebilir bir terk söz konusudur.[1]1 Diyanet İslam İlmihali, s. 372. İşte bu noktada Hanefî âlimleri oruç ve namaz borcu kalmış olan kimselerin kesin olarak borçlarının düştüğüne inanmadan sadece ümit ve temenniye dayalı bir uygulamayı ihtiyaten caiz görmüşlerdir. Namazların ıskatı söz konusu olduğunda, vitirle beraber altı vakit üzerinden hesaplanır.
Iskat-ı salât uygulamasının, hicri ikinci asrın sonlarına doğru uygulanmaya başladığı ifade edilmektedir. Iskat-ı salâtla alakalı olarak fıkıh kitaplarında İmam Muhammed’in Ziyâdât adlı eserinde şöyle söylediği nakledilmektedir: “Bir kimse namaz borcu için fidye verilmesini vasiyet etse, Allah’ın dilemesine bağlı olarak bu fidye onun için yeterli olur.”[2]2 Diyanet İslam İlmihali, s. 373.
Üzerinde namaz borcu olarak vefat edecek kimsenin namaz, oruç, adak, zekât gibi borçları için vasiyet etmesi lazım gelir.[3] 3 Nimet-i İslam, s. 463. Böyle bir vasiyet varsa ve mirasın üçte biri de bu vasiyeti yerine getirmeye vesile olacaksa, mirasçıların miras paylaşımından önce bu vasiyeti yerine getirmeleri dinî bir vecîbedir. Vasiyeti yoksa veya malın üçte biri yeterli değilse, mirasçılarınsadaka/teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.[4]4 Diyanet İslam İlmihali, s. 372. Vasiyetin olmadığı durumlarda mirasçılar zorlanamaz. Sadece onlara tavsiye edilir. Vasiyet yoksa fakat namaz borcu da varsa, bu durumda malın üçte birinden harcanarak ıskat yapılması için varislerin izni olması gerekir.
Netice itibariyle namaz için fidye verilmesi Kur’an veya hadis-i şeriflerde geçmemektir. Ancak âlimlerimiz “ölen kimsenin kendi malının üçte birine kadarını eksiklerini tamamlamaya vasıta olmak üzere namazlarının ıskatı için vasiyet etmesi halinde, verilecek fidye vesilesiyle fakirlerinin gönüllerinin hoş olması neticesinde ve Allah’ın fazlıyla o kimsenin affı ümit edilir” demişlerdir. Yani namazların ıskat edilmesi nasslara (ayet ve hadislerdeki kesin hükümlere) dayanmadığı için fakihler ıskat-ı salâtı vefat eden kimsenin affına vesile olabilmesi açısından bir ümit, temenni olarak kabul etmişlerdir. Namazların ıskatı için verilen fidye bir ihtiyattır ve ibadette esas olan ihtiyatı esas almaktır. Bu takdirde namaz için verilen fidye Allah indinde namaza kâfi ise ne güzel, eğer kâfi değilse ölen için sadaka sevabı hâsıl olmuş olur.[5]5 Nimet-i İslam, s. 484.
Devir uygulaması ise yaklaşık olarak hicri beşinci asırda ortaya çıkmış olduğu belirtilmektedir. Devir uygulaması; vefat eden kimsenin vasiyeti halinde geriye bıraktığı malın üçte biri kadarı, namazlarının veya diğer kulluk borçlarının ıskatı için yeterli olmadığında ölenin malı borcu karşılayana kadar bir veya birkaç fakirle karşılıklı olarak yapılan hibeleşmedir. Buna göre devir uygulaması, geriye bıraktığı malı kulluk borçlarını karşılamayan kimselerin –özellikle fakirlerin- borcunu ödeyebilmeleri için ortaya konmuş bir uygulamadır. Ancak görünüşü ve yapılışı itibariyle çokları tarafından tenkit edilen bu uygulama da yine ihtiyaçtan neşet etmiş fakat maalesef daha sonraları bunu uygulamaya sokan Fukahânın maksadının dışında istismar edilmiştir. Bu tür istismarlar, hem İslam dininin hem de din görevlilerinin çok büyük zan altında kalmalarına sebebiyet vermiştir.[6]6 Vecdi Akyüz, Mukayeseli İbadetler İlmihali, c. 1, s. 111.
Devir uygulaması, ruhuna uygun yapıldığında hem vefat eden kimsenin ihtiyacı hem de meclisteki fakirlerin ihtiyacı açısından mazur görülebilir. Ancak uygulama menfaat teminine, ölen kimselerin malına göz dikme gibi çirkin davranışlara dönerse bunu hiçbir açıklamayla te’vil etmek mümkün olmaz. Bu şekilde bir uygulamayı yapanlar dine büyük bir leke getirmeleri itibariyle Allah indinde mesul olurlar. Çünkü din emanettir ve dini kirletmeye kimsenin hakkı yoktur.
Sonuç itibariyle, âlimlerimiz halkın ihtiyacını düşünerek ıskat ve devir uygulamasını iyi niyet, ihtiyaç ve ihtiyat eksenli düşünmüşlerdir. Bunu süistimal edenler, menfaat ve istismar eksenli yapanlar Allah indinde çok ciddi hesaba çekilirler. Vefat eden kimse vefat etmeden önce kılamadığı veya kılmadığı namazları, tutamadığı veya tutmadığı oruçları ve diğer kulluk borçları için malından vasiyet ederse bu vasiyet bir temenni ve Allah’ın rahmetinden ümit ekseninde fakirlere verilmek suretiyle yerine getirilir ve umulur ki Allah, o kimseyi affeder. Eğer vefat eden kimsenin böyle bir vasiyeti yoksa bu tarz bir uygulamayı yapmak için varisleri zorlamaya teşvik etmeye gerek yoktur. Zira bu uygulama ne farzdır ne de sünnetle sabittir. Allah, bizleri bütün borçlardan beri olarak huzuruna varmaya muvaffak kılsın…
Dipnotlar