İslâm, evrensel bir dindir. Dolayısıyla İslâm’ın “haklar” meselesine verdiği ehemmiyet ve bakış açısı, bütün varlığı kuşatır mahiyettedir.. evet o, bütün “haklar”ı koruma altına almıştır. Öyleki onun “haklar” mevzuundaki bu geniş perspektifinden insanların yanı sıra hayvanların bile yararlanmaları sözkonusudur.
Allah Rasulü (s.a.s)’nün hayat-ı seniyyelerinde, bu konuyla alâkalı pek çok örnek bulmak mümkündür:
- Bir keresinde O, bir muharebeden dönüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıvermişlerdi. Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce, onların başlarında pervaz etmeye başladı. Allah Rasulü bu duruma muttali olunca fevkalâde celallendi ve hemen yavruların yuvaya konulmasını emir buyurdu (Ebu Davud, edeb 164).
Sadece Allah Rasulü (s.a.s)’nün bu misaldeki heyecanı bile, İslâm’ın -diğer konularda olduğu gibi- “hak” mevzuunda her şeyi kucaklayan bir sistem olduğunu isbata kafidir ve bir başka sistemde bu seviyede engin bir “hak” düşüncesini bulmak da mümkün değildir.
Kur’ân-ı Kerim, bir insanı öldürme mevzuunu, bütün insanlara karşı işlenmiş bir cinayet şeklinde ele alır ve.. şöyle buyurur:
“Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” (Maide, 5/32)
“Hak” mevzuundaki bu hassasiyeti hiçbir dinde, hatta hiçbir modern hukuk sisteminde bulmak mümkün değildir. Evet İslâm, bu meselede çok titiz davranmış ve bir insanın öldürülmesini, topyekün insanlığın öldürülmesine denk tutmuştur. Gerçi Kur’ân ve Sünnette isim tasrih edilmese de; Tevrat kaynakları itibarıyla Hz. Adem’in çocukları olan Habil ve Kabil olduğunu anladığımız “Nefsi, onu kardeşini öldürmeye çağırdı, (o da nefsine uyarak) onu öldürdü, ve kaybedenlerden oldu” (Maide, 5/30) âyetiyle Kur’ân kardeşini öldüren ilk katilin kötü akıbetine dikkat çeker.
Kur’ân-ı Kerim başka bir sûrede haksız yere birini öldüren insanın ebedî cehennemde kalacağını vurgular ve şöyle der:
“Her kim bir mü’mini kasden öldürürse -onun cezası-, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır” (Nisa, 4/93).
Böyle bir mülâhaza ile beraber, burada âyetteki “hâliden” kelimesinin altını bilhassa çizmek isterim. Zira burada, “ebeden” lafzı eklenmeden sadece “hâliden” ifadesi kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in başka âyetlerinde “ebedî” mânâsına “ebeden” kelimesi de kullanılmaktadır. (Bkz.: Nisâ sûresi, 4/169; Ahzâb sûresi, 33/65; Cin sûresi, 72/23) Her şeye rağmen, âyette kullanılan “hâliden” lafzından hareketle İbni Abbas (Buhârî, tefsîru sûre (24) 5; Müslim, tefsîr 16.) ve ondan sonra gelen Tabiîn imamlarından bazılarının (et-Taberî, Câmiu’l-beyân 6/202-204; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân 1/537-538), Allah’ı inkâr edenler gibi insanı öldüren bir katilin de ebedî azaba müstahak olacağı şeklinde yaklaşımları vardır ki, insan haklarının önemini ifade etme bakımından çok mühimdir.. ve İslâm’da “insan hakları sistemi” de bu esaslardan hareket edilerek geliştirilmiştir.
Nitekim Efendimiz (s.a.s)’in sahih hadisleriyle beyan buyurdukları gibi, bir insan, kendi canı, aklı, malı, nesli ve dini uğrunda ölürse şehit olur. (Bkz.: Tirmizî, diyât 21; Ebû Dâvûd, sünnet 29) Buna göre aynı zamanda bu hususlarda mücadele verme cihad sayılmıştır. Dünyadaki bütün hukuk sistemlerinde temelde bu beş esasın birer umde olarak kabul edildiği ve korunduğu da bir vâkıadır. Bu konu, bizim hukuka esas teşkil eden usûl kitaplarımızda da mevcuttur. (Bkz.: el-Âmidî, el-İhkâm 3/300; el-Karâfî, el-Fürûk 4/85; eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât 1/38, 2/10.) En başta din gelir ve onun mutlaka korunması gerekir. Ondan sonra da diğer esaslar gelir ki herbiri korumakla mükellef bulunduğumuz hayâtî esaslardandır.
İşte İslâm, insan haklarına bu temel prensipler açısından yaklaşır ve her ferdi, onları muhafaza ve müdafaa etmekle mükellef kılar. Bu itibarla da böyle bir dinde kat’iyen insan haklarının ihmal edildiği söylenemez. Ayrıca, sadece İslâm dinindedir ki insan, Allah’ın halifesi ünvanıyla taltif edilmiş ve ona bahşedilen bu yüce paye sayesinde onun eşyaya müdahale etmesine izin ve imkân verilmiştir. (Bkz.: Bakara sûresi, 2/30.) Ve yine İslâm’da insan; kendini ve neslini koruma, çalışma ve teşebbüs hürriyeti gibi hürriyetlerle serfiraz kılınmıştır. Öyle ki, ne bu konuyla alâkalı başka sistemlerin getirdiği prensiplerle İslâm’ın karşısına çıkmak ne de meselenin herhangi bir olumsuz yanını göstermek mümkün değildir. Evet, insana gerçek hak ve değeri İslâm vermiş ve onun bütün haklarını muhafaza altına alarak ona sahip çıkmıştır.
Kaynak: Prizma II, “İslam’da Haklar Meselesi”