İslâm’da Kadının Kazancı
Ortaya koyduğu bütün ahkâmı insan fıtratına uygun olarak vaz eden İslâm’ın aile kurumuyla ilgili düzenlemeleri de kadın ve erkeğin yaratılış özelliklerine uygundur. Buna göre aile reisliği, kadına nispeten vücutça daha güçlü ve kuvvetli olan, hâdiseler karşısında duygularıyla değil daha ziyade akıl ve mantığıyla hareket eden erkeğe verilmiştir. Bunun sonucu olarak da aileyi geçindirmek, çoluk çocuğun nafakasını temin etmek erkeğin vazifesidir. Kadının aslî görevi ise evine kocasının istemediği insanları almamak, meşru çerçevede kocasını memnun etmek, çocuklarının ta’lim ve terbiyesiyle meşgul olmaktır. Dinimizin birer ölçü olarak belirlediği roller genel olarak böyledir.
Biz burada meseleyi hukukî olarak değil daha ziyade ailenin mutluluğu, eşlerin güzel geçimi ve zamanımızın şartlarını göz önüne alarak ele almaya çalışacağız. Evet, kadın, kocasının izni dairesinde çalışıp para kazanabilir. Kazandığı para kendisine ait olsa da evdeki nizam ve düzenin temsilcisi erkek olduğu için bunun devamı adına kadının kocasıyla istişare ederek kazandığı parayı harcaması daha güzeldir çünkü kadına çalışma iznini veren erkektir. O izin vermediği takdirde kadın dışarıda çalışması câiz olmaz. Dolayısıyla kadının, kazandığı parayı kafasına göre değil de istişareli bir şekilde harcaması daha uygundur. Ayrıca böyle bir uygulama, ailenin kuruluş hikmetleri açısından da gerekli ve zaruridir. Miras vemehir gibi tamamen kadına ait mal ve paralarda ise kadın serbesttir fakat burada da yine paylaşmaları ve istişareli harcamaları tavsiye edilir. Tabii ki çalışmak istemeyen bir kadını da kocası, maaşına tamahta bulunarak çalışmaya zorlamamalıdır.
Çalışan kadın hakkındaki bu söylediklerimiz kabul edilmeyecek olursa ne olur? Yani, kadın kendi kazandığı parayı tamamen kendine ayırsa, kendi harcasa kendi yese, eve birtakım şeyler alırken kocasına hiç bilgi vermese, ona danışmasa ne mahzuru vardır? Böyle bir evin hâlini düşünmek lazım. Erkek bu konuda rahatsız olmaz mı? Bu rahatsızlık bir emniyetsizlik oluşturmaz mı? Hâlbuki kadın ve erkeğin, anlaşma yapıp imza atarak oluşturdukları sıcak bir yuvanın ilk şartı karşılıklı güven ve sevgidir. Bu güven ve sevgiyi sarsacak her türlü muameleden kaçınmak gerekir. Denebilir ki evin erkeği hiç rahatsız olmuyorsa kadının serbest harcama yapması câiz midir? Belki böyle erkekler bulunabilir ama bunlar çok azdır. Yani, hanımının yaptığı harcamalar karşısında kalbinde hiçbir rahatsızlık duymayacak erkeklerin bulunması nadirdir. Gerçekten hiç rahatsız olmasa bile, acaba bir evde bulunması gereken güvene, emniyete, karşılıklı anlayışa hiç mi zararı dokunmayacaktır?
Oysaki aile, bir şekilde birbirlerine katlanan insanların yaşadığı, ne kadar oluyorsa o kadarlıkla iktifa edilen bir yer değildir. Aksine orası, sürekli yükselen bir huzurun, devamlı köpürüp derinleşen bir emniyet ve sevginin yaşandığı cennet bahçelerinden bir bahçedir. Öyle zannediyoruz ki ailenin mahiyeti, bir yuvanın niçin kurulduğu, evlilik akdinin nasıl ebedî bir sözleşme olduğu hususları tam anlaşılsa, orada ne ekonomik, ne şahsî, ne de başka cinsten hiçbir problem kalmaz. Zamanımızda, aile içerisinde yaşanan hemen hemen bütün problemler, ailenin ne demek olduğunu, evliliğin nasıl büyük bir mana taşıdığını anlayamamaktan kaynaklanmaktadır.
Bizde şu sıralarda, Batı tarzı bir aile yapısı oluşmaya başladığı için kadınlar, kazandıkları parayı kendi kontrollerinde tutup kocalarına karşı özgürlük adına “sen kazanıyorsan ben de kazanıyorum” türünden tavırlara girebiliyorlar. Bu ise “aile” denen mukaddes müesseseyi temelinden sarsıyor. Güvensizliğin, hazımsızlığın oluştuğu böyle bir ortamda ise kavga gürültüyle başlayan süreç, çoğu zaman boşanmayla son buluyor. Boşananlar belki başlarının çaresine bakıyorlar ama ortada birçok sahipsiz, yuvasız ve sevgiden mahrum çocuk kalıyor. Olan da büyük oranda onlara oluyor.
Evet, hukukî açıdan kadının para ve mal konusunda bazı hakları olsa da içinde bulunduğu yuvanın en önemli bir rüknü olarak, kocasıyla istişareli hareket etmesi, aile kavramının ruhuna en uygun olan yoldur. Diğer türlü aile, aile olmaz. Bu konuda, kocası çalışamadığından kendisi çalışmak zorunda kalan kadının da aynı konumda olduğunu düşünüyoruz. En azından, yaptığı hacamaları kocasıyla paylaşması gerekir. Eğer bir erkek çalışmaktan âciz kaldığı halde, bir de evini geçindiren hanımını sıkıştırıyor ve ondan zorla para almaya kalkıyorsa, kadının evini geçindirecek şekilde parayı elinde tutması gerekir.
Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir: Bazen koca serkeş olur. Mesela sık sık içki içer, eve sarhoş gelir. Kumar oynar, para harcamayı sever ve paranın nereye gittiğini bilmez. Bu durumda, kadın eğer para kazanıyorsa, ailesinin geçimini aksatmamak için bir kısım gizli harcamalarda ve birikimlerde bulunabilir. Bu da yine yuvanın devamı, en azından çocukların saadeti için şarttır.
Kadın, kazandığı parayı kendi kontrolünde tutmak istiyor ve bu durum aile içinde bir problem şeklinde kendini gösteriyorsa, erkek, ailenin sıkıntı yaşamaması, yuvanın dağılmaya doğru gitmemesi için bu türlü durumlarda alttan alması ve vaziyeti idare etmesi gerekir. Yapması gereken diğer bir husus da hanımını, kazancını hayırlı işlerde harcamaya teşvik etmesi olabilir. Böylelikle, hayır yollarına vermeye alışan kadın, zamanla kendi parasını kocasıyla paylaşabilecek, en azından kocasının yapacağı hayırlı işlere mâni olmayacaktır.