İslam’da Kadının Şahitliğiİslam’da Kadının Şahitliği
“Şehide” fiilinin masdarı olan şehadet (şahitlik), sözlükte, kesin haber, bildiğini ikrar etme, bildirme, beyan ve yemin gibi manalara gelir. Terim anlamı ise taraflar dışındaki üçüncü bir kişinin dava ile ilgili bir olay hakkında, dava açılmadan önce edinmiş olduğu bir bilgiyi hâkim huzurunda ve tarafların yüzlerine karşı şehadet kelimesini kullanarak bildirmesidir.[1]Fahrettin Atar, “Şahit”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşam Ansiklopedisi, 4/1854.
İslâm hukukunda, şartlarına uygun olarak eda edilen şahitlik kesin bir delildir. Bu açıdan Kur’ân ve sünnette birçok yerde şahitliğin önemi ve şartları üzerinde durulmuştur. Bunun yanında yalan yere şahitlikte bulunma da yedi büyük günahtan biri olarak sayılmıştır.(Buhârî, iman 16) Hatta Müslüman toplumlarda, bir insanla farklı münasebetler kurmada, ona görev vermede, onun toplum içinde kabul görmesi gibi farklı konularda şahitliğinin muteber olup olmadığına bakılmıştır.
Cenâb-ı Hak;
وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ إِذَا مَا دُعُوا “Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar!” (Bakara Sûresi, 2/282) buyurmuştur.
Bir sonraki âyet-i kerîmede de:
وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ اٰثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ “Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin! Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur. Allah her ne yaparsanız bilir.”(Bakara Sûresi, 2/283)
buyurmak suretiyle şahitliğin Müslümanlar için önemli bir mükellefiyet olduğuna işaret etmiştir.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de kendisine arz edilen birçok davayı şahitlerin beyanıyla hükme bağlamış ve kendisine gelen bir davacıya:
“Ya iki şahit getirirsin veya davalıya yemin ettirirsin. Bunlardan başka bir hakkın yoktur.” demiştir (Buhârî, şehadât 20).
Şahitlik hakkındaki beyanlardan yola çıkan âlimlerimiz, gördüğü ve bildiği bir olay hakkında kendisine başvurulan bir kişinin şartlarını taşıdığı takdirde şahitlik yapmasının farz olduğunu ifade etmişlerdir.[2]Kemal Yıldız, İslâm Yargılama Hukukunda İspat Vasıtası Olarak Şahitlik, s. 50.
Şahitlik, davaların sonuçlanmasında çok önemli bir ispat vasıtası olduğu içindir ki fıkıh kitaplarında şahitlik yapacak kimsenin vasıfları ve şahitlerin sayısı üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Şahitlikte aranan başlıca vasıflar şunlardır: Müslüman olmak, akıllı ve ergin olmak, hürriyet, adalet, görme ve konuşmaya muktedir olmak, erkek olmak, mürüvvet sahibi bulunmak, şahitlik yaptığı kişiyle aralarında akrabalık veya ortaklığın bulunmaması. Özellikle adalet vasfına sahip bulunmak şahitlik için çok önemlidir. Ulema, büyük günahlardan kaçınan, küçük günahlarda ısrar etmeyen, farzları yerine getiren ve iyiliği kötülüğünden üstün gelen kişinin adil olduğunu söylemişlerdir.
Bizim burada üzerinde duracağımız mesele, şahitlerin erkek olma şartı ve kadınların şahitliğinin muteber olup olmadığıdır. Bu konuda açıklama getiren âyet-i kerîme şu şekildedir:
وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَۤاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرٰى
“İçinizden (Müslüman) iki erkeği de şahit tutun. İki erkek bulunmazsa, o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile biri unutur veya yanılırsa diğeri hatırlatabilir ümidiyle iki kadının şahitliğini alın.” (Bakara Sûresi, 2/282).
Âyet-i kerîmeye baktığımızda öncelikle iki erkeğin şahitlik yapmasının esas olduğunu görüyoruz. İki erkek bulunamaması durumunda ise bir erkek ve iki kadının şahitlik yapabileceği ifade buyruluyor.
Buradan yola çıkan bazı çevreler, şahitlikteki bu durumun kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğunu ve kadının ikinci plana atıldığını iddia ediyorlar. Hâlbuki böyle bir iddia, kadın-erkek fıtratını tanımamanın ve meselenin hikmetlerini kavrayamamanın neticesidir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki kadınların tek başına şahitliğinin kabul edilmemesi mutlak bir hüküm değildir. Mesela süt emzirme, bakirelik, hayız, doğum, kadınlarla ilgili hastalıklar gibi erkeklerin muttali olamayacağı meselelerde kadınların tek başlarına şahitlik yapmaları kabul edilmiş ve bu tür konularda erkeklerin şahitliğine itibar edilmemiştir.[3]Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 8/6045.
Diğer yandan öldürme ve yaralama olayları gibi cezayı gerektiren suçlar, kadınların görmek istemedikleri ve erkeklere nazaran daha çok etkilendikleri olaylardır. Kadınlar genellikle bu tür olaylardan hep uzak durmak isterler çünkü onların his ve duygu dünyaları erkeklere nazaran çok daha hassas olup, onlar merhamet ve şefkatte öndedirler. Böyle bir ruh dünyasına sahip olan kadınlara, ceza davalarında şahitlik vazifesini yüklemek onlara karşı haksızlık olur. Bu açıdan Hanefî mezhebi, had ve kısas gerektiren ceza davalarında kadınların şahitliğinin kabul edilmeyeceğini söylemiştir.[4]Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhû, 8/6044-6045
Had ve kısas dışındaki ceza davaları ile hukuk davalarında ise bir erkek ve iki kadının şahitliği kabul edilmiştir. Şahitlikle ilgili olarak ortaya konulan bu ahkâm, kadın ve erkeğin fıtratları, tabii yapıları, sosyal hayattaki mevkileri ve şahitliğin gerektirdiği külfetlerle ilgilidir. Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki şahitlik ciddi bir mükellefiyet olduğu için bunun kadınlara yüklenmemesi, onlar için bir eksiklik değil, bilakis onları himayeye matuf bir düzenlemedir çünkü şahitlik, toplumla haşir neşir olmaya, onların arasında bulunmaya ve şahit olunan bir olayı mahkemeye gidip orada anlatmaya bağlı bir husustur. Bunları yerine getirmek ise kadın için ağır bir yüktür. Bu açıdan bir erkeğin yanında iki kadının bulunması istenmiştir ki şahitlik vazifesinin yerine getirilmesiyle ilgili bütün bu safhalarda bir kadın yalnız bırakılmasın. Yani, Kur’ân bu konuda kadınların yükünü hafifletmiş ve onlar için bir kolaylık ortaya koymuştur.
Aslında burada bir erkeğin yanında iki kadının şahit istenmesinin bir hikmeti de mahremiyetle ilgilidir. Öncelikle bir kadının tek başına çarşı, pazarda dolaşması ve meydana gelen olaylar hakkında şahitlik yapacak derecede halkla haşir neşir olması uygun değildir. Diğer yandan tek bir kadının erkeklerin çok bulunduğu bir yer olan mahkemeye gitmesi, hâkim ve tarafların karşısına çıkarak orada şahitlik görevini yerine getirmesi de aynı şekilde tasvip edilen bir durum değildir. Dolayısıyla şahitlik görevi öncelikle erkeklere verilmiş, iki erkeğin bulunmadığı durumlarda da birbirine yardımcı olmaları açısından iki kadının bulunması istenmiştir.
Âyet-i kerîmede bir erkeğin yanında iki kadının şahitlik yapacağı ifade buyrulurken gerekçe olarak birisi unuttuğu takdirde diğerinin ona hatırlatması vurgulanmıştır. Aslında burada anlatılmak istenen husus, kadının akıl ve hafızasının erkeğin aklının yarısı olduğu değildir. Bilakis kadın daha çok evinde çocuklarıyla meşgul olduğundan, uzmanlık gerektiren bir alan olan ticari hayatla daha az alâkadardır. Hâlbuki şahidin şahitlik yaptığı olay hakkında yeterli bilgi seviyesinin ve ehliyetinin olması gerekir. Dolayısıyla kadın bu tür bir olay hakkında şahitlik yapmak zorunda kalsa bile âyet-i kerîme ona bir yardımcı vermiş ve bu mükellefiyeti beraber yerine getirmelerini istemiştir.
Evet, kadının çarşı pazarla ilgi ve alâkası azdır ve zamanını daha çok evinde çocuklarıyla geçirir. Günümüzde kadın önceki dönemlere göre çarşıya daha çok çıkmasına rağmen hala erkekler kadar ticari ve iktisadi hayatın içinde değildir. Üstelik kadın sokağa çıksa bile onun öncelikle meşguliyeti ticaret, alım satım, kefalet, vekâlet gibi hukukî muameleler değildir. Bu açıdan meydana gelen hukukî olaylar hakkında erkeğe nazaran daha az bilgisi ve tecrübesi olduğundan, gördüklerini hafızasında tutması da daha zor olacaktır. Bu konuda bazı istisnaların olacağı şüphesizdir. Ancak istisnalar genel kaideyi bozmaz.
Kadının unutmasının bir diğer sebebi de onun psikolojik ve fıtrî yapısıdır. Toplumsal hayatta kadınların en önemli rolleri annelik olduğu için onların kendilerine mahsus bir halet-i ruhiyeleri vardır. Kadınlar erkeklere nazaran çok daha hassas yapıda yaratılmışlardır. Onlar şefkat ve merhamette erkeklerden çok ileridirler. Erkeklerden farklı olarak, hamilelik, doğum, nifas, çocuk emzirme, âdet görme gibi farklılıkları vardır. Kadının hâdiseler karşısında soğukkanlılığını koruyamadığı ve erkekten çok daha fazla heyecanlandığı da bir gerçektir. Bu açıdan Cenâb-ı Hak şahitlikte adalet ve hakkaniyetin sağlanması adına birisi unuttuğunda ona hatırlatacak bir yardımcı vermiştir.
Son olarak ifade etmeliyiz ki İslâm hukuku bir bütündür. Kendi içinde kurduğu bir sistemi vardır. İslâm’daki her bir hüküm belli bir maksadı gerçekleştirmeye matuftur. Bundan sarf-ı nazar ederek, dinin vaz ettiği bir hükmü genel sisteminden koparmak suretiyle müstakil olarak ele almak, bizi yanlış neticelere götürür.
Diğer yandan biz ancak dinî hükümlerin bir bütün olarak yaşandığı ve tatbik edildiği durumlarda, onun her bir hükmünden beklenen fayda ve maslahatları tam olarak görebiliriz. Yani dinî hükümler sadece insanların Cenâb-ı Hak’la ve birbirleriyle olan münasebetlerini düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda ferdî, ailevî, iktisadî ve ictimaî bir hayat tarzı ortaya koyar. Büyük küçük birimleriyle bu hayat tarzı bir bütün olarak yaşanabilirse işte o zaman kadının şahitliği, çalışması, mirası gibi konuları daha kolay anlayabiliriz. Eğer biz dinin ortaya koyduğu bu hayat tarzından uzaklaşır, duygu ve düşüncede kendimiz olarak kalamaz ve en önemlisi bu değişimin neticesinde dinin insanların dünyevî ve uhrevî maslahatlarını gerçekleştirmek için ortaya koyduğu hükümlere olan iman ve itimadımız sarsılırsa, günümüzde kafa karışıklığına sebep olan bu gibi mevzuları anlamakta güçlük çekeriz. Hâlbuki bir mümin hikmet ve maslahatlarını anlasın veya anlayamasın bütün benliğiyle inanmalıdır ki İslâm’ın her bir hükmü hak ve adalettir.
Dipnotlar
⇡1 | Fahrettin Atar, “Şahit”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşam Ansiklopedisi, 4/1854. |
---|---|
⇡2 | Kemal Yıldız, İslâm Yargılama Hukukunda İspat Vasıtası Olarak Şahitlik, s. 50 |
⇡3 | Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 8/6045. |
⇡4 | Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhû, 8/6044-6045 |