Evrensel, eskilerin tabiriyle “âlemşümul”. Evet İslâm evrensel bir dindir. O mesajlarını kavim, kabile, millet farkı gözetmeksizin, şimdiki zaman, gelecek zaman demeden, Asya, Avrupa, Amerika, Arabistan vs. nazara almadan açıkça herkese sunar. Dolayısıyla da onun muhatabı, bütün insanlıktır. Bunu, peygamberlerin, Hz. Muhammed (sav)’e gelinceye kadar “ey kavmim, ey kavmim…” sözlerinin, zaman ve mekânın Efendisi’nde “ey insanlar” haline gelmesinde de görmek mümkündür. Ayrıca bunu destekleyen bir hayli âyet ve hadîs de gösterilebilir: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik“ (Enbiya, 21/107) âyeti; “her peygamber kendi kavmine gönderildi. Ben ise bütün insanlığa gönderildim” (Buhârî, teyemmüm 1, salât 56; Müslim, mesâcid 3, 5) hadîsi o deryadan sadece bir katredir.
Yalnız, İslâm evrensel olduğunu ortaya koyarken “ben evrensel bir sistemim…” gibi bir iddia ile ortaya çıkmamıştır. Belki o böyle bir iddiadan daha çok ortaya koyduğu maddî-manevî dinamikleri itibariyle evrenselliğini ispat etmiştir. Yani İslâm ferd, aile ve toplum hayatımız adına öyle dinamikler ve mesajlar sunmuştur ki, tabiat-ı beşer ile örtüşen, kesişen bu mesajlar, onun evrensel olduğunun delili olmuştur.
İslâm bu gayeyi hedeflerken, önce insanı bütün müsbet ve menfî yönleriyle bir bütün olarak ele almıştır. Hisleri, arzuları, şehveti, kini, nefreti, öfkesi ve muhabbeti gibi.. bütün yönleri ile. Ve tabii onun getirdiği mesajlar, kabul edilen bu fıtrat değerleri ile hiçbir zaman çakışmamıştır. Bu itibarla da, insan meşru dairede aradığı her şeyi, herhangi bir terslikle karşılaşmadan İslâm’da bulabilir. Meselâ fert kâmil insan mı olmak istiyor; Brahmanizm, Mistisizm, Budizm’den birşey beklemeden İslâm’a müracaat etmesi kâfi. O’nun aile düzeni, çoluk-çocuk terbiyesi, akrabaları ile münasebeti adına bir problemi mi var; İslâm’ın kaidelerine uyması yeterli. İktisadî hayatı bir açmaz ile mi karşı karşıya; Kur’ân, Sünnet ve onu çok iyi yorumlayan selef-i salihînin içtihadları, her derde olduğu gibi bu derde de deva…
Evet, İslâm her derde devadır; lahutî hakikatler, tevhid-i rububiyet, tevhid-i ulûhiyet, tevhid-i ubûdiyetten tut da, ailevî münasebetlerimiz, içtimaî ilişkilerimize varıncaya kadar hemen hepsine devadır, hem de başka bir şeye ihtiyaç bırakmayacak şekilde.
Zaten, İslâm’ın çok kısa bir zaman içinde, Arabistan’da zuhuruna rağmen Buhara’ya, Sindabâd’a, Çin’e, Herkül Burcu’na, Hindistan’a, Afrika’ya, Bizans önlerine kadar uzanması, uzayıp her tarafta hüsn-ü kabul görmesi de ancak onun mesajlarının evrensel olmasıyla izah edilebilir. Düşünün ki, inanç adına yüzlerce teorinin kol gezdiği bu yerlere İslâm, kılıç zoruyla değil, mürşidlerinin sesi ve soluğuyla giriyor. Uranyum atomu gibi huysuz, tarihteki misyonuyla insanlığın kaderine hükmetmiş Türkler İslâm’la teskin olurken, Nirvana’ya kilitlenmiş ve ölmeden ölüp kabuğuna çekilmeye namzet milletler de yine İslâm ile gerçek varoluşu duymuşlardır.
Demek ki birbirinden olabildiğince farklı bu iki fıtrat, İslâm ortak paydasında birleşebilmişlerse, bunu İslâm’ın evrensel kaideleri içinde aramak lazım.
Onun bu özelliğini keşfeden Batı dünyası bir inat uğruna bu gelişmeyi önlemek için asırlardan beri var gücüyle çalışmaktadır. Şimdilerde çalıştığı gibi… Aslında Avrupa bir zamanlar Orta Çağ karanlıklarını yaşarken, İslâm Asya’da Rönesansını yaşıyordu. Ve bir mütefekkirimizin belirttiği gibi, eğer kilise taassup gösterip de İslâm karşısında Antik Çağa sığınmasaydı ve bir şartlanmışlık içinde ona bakmasaydı dünya bugünkü karanlıkları yaşamayacaktı. Ama o gitti putperestlik dönemi anlayışlarına sığındı ve hâlâ da o bağnazlıkları devam ettirmekte.
Evet; İslâm’ın evrenselliğini onun insanlığa getirdiği kaide ve kurallarda aramak lazım. O, kadına, erkeğe, çocuğa ne va’detmiş? İktisadî ve içtimaî çalkantılara karşı nasıl bir sistem getirmiş? Beşerî problemlere nasıl bir çözüm bulmuş? Toplumda kol gezen ahlâksızlıklar karşısında neler söylemiş? Devletler muvazenesi için ne öneriler getirmiş? ve hakeza.. Evet, siz bütün bunları incelediğiniz zaman onun sistemler üstü, âlem-şümul bir hüviyete sahip olduğunu görecek, herkesin her derdine derman olmasını müşahede edecek ve diyeceksiniz “İslâm, elhâk evrensel bir dindir.”
Yeri gelmişken belirtmeden geçemeyeceğim bir husus daha var; İslâm’ın evrenselliğini sadece Kur’ân’ı baz alarak söylemek yanlış olur. Bence onun evrenselliğini, Kur’ân âyetlerinin yanında, Sünnet-i sahîha, Hulefa-i Raşidîn’in içtihatları ve selef-i salihînin görüşleri içinde aramak ve birlikte ele almak icap eder.
Hâsılı; biz var olduğumuz günden bu yana hep İslâm’ın yeterliliğine inanmışızdır. Evet, Kur’ân ve Sünnet’in yeterliliğinde, karşımızda birçok “izm”lerle ifade edilen görüşlerin varlığına rağmen hiç endişe duymamışızdır. Aksine bunların İslâm’a mukabele edemeyeceği inancını taşımışızdır. Hatta yıllar boyu, komünizmin paletleri altında ezilen insanların bile bir gün bu cephenin insanı olacağına inancımız tamdır. Yeter ki bize dîn-i mübin-i İslâm’ı tebliğ ve temsil etmek imkânı verilsin. Hiçbir şeyden endişemiz yok. Zira biz, İslâm’ın, ferdî, iktisadî, içtimaî, sınaî, ailevî, askerî, düvelî.. hâsılı hayatımızı ilgilendiren her sahada getirdiği dinamikler, sunduğu mesajlarla evrensel olduğunu biliyor, kabul ediyor ve inanıyoruz. Kaldı ki 14 asırdan beri düşmanlarının cefası, dostlarının da vefasızlığına rağmen, İslâm’ın ter ü taze esaslarıyla ayakta kalması bunun bir delili değil midir?
Kaynak: Prizma I, “İslamın Evrenselliği”