Evet, öyledir. İslâmiyet hem akıl ve mantığa uygundur hem de teslimiyeti gerektirir. Zira akıl ve mantık!a teslimiyet birbirine zıt mânâya gelen kelimeler değildir. Bir şey hem mantıklı olur hem de teslimiyeti gerektirir. Yani hiç kimse teslimiyet gerektiren bir husus karşısında, öyleyse bu mantıkî değildir, gibi bir hüküm veremez. Ve mantık böyle bir hükmü kabul etmez. Şimdi de bu meseleyi yine akıl ve mantık çerçevesinde îzâha çalışalım:
İslâmiyet evvela, inanılması gerekli olan hususları, kainatı okuyan kitabıyla ele alıp aklî ve mantıkî olarak bizlere izâh etmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyet ve Rubûbiyeti bu şekilde ispat edildikten sonra, telâzum “birbirini gerektirme, biri birisiz olmama” ifade eder mâhiyette peygamberlik ele alınmış ve bunun zarureti üzerinde gayet mukni delillerle durulmuştur. Böyle bir ulûhiyete, dellallık yapacak peygamberler lâzımdır, hükmünü netice veren bütün bu deliller gayet aklî ve mantıkî delillerdir.
Öldükten sonra insanlar tekrar dirilip ebedî bir hayata mazhar olmalılar ki, onlara verilen ebed hissi abes olmasın. Cenâb-ı Hakk abesten münezzeh olduğuna göre insanlara böyle ebedî bir hayat bahşedecektir. Hem varlığı ilk defa kim yarattı ise, bu ikinci yaratılışı da yine O yapacaktır.[1]Haşir ve kıyamet için bkz.: Rûm sûresi, 30/50; Yâsîn sûresi, 36/78-79; Hac sûresi, 22/1-2; Nisâ sûresi, 4/87; İnfitâr sûresi, 82/13-14; Zilzâl sûresi, 99/1-8; Kâria sûresi, … Okumaya devam et
Kur’an Kelâmullah’tır. Bütün cin ve insanlar toplansa onun tek bir âyetine dahi nazîre getiremezler.[2]Kur’ân’ın benzerinin getirilemeyeceğini beyan eden tahaddi (meydan okuma) âyetleri ile ilgili bkz.: Bakara sûresi, 2/23-24; Mü’minûn sûresi, 10/38; Hûd sûresi 11/13-14; İsrâ … Okumaya devam et Madem o Allah’ın (cc) kelâmıdır, öyleyse Tevrat, İncîl, Zebur ve diğer O’nun tasdîkinden geçen bütün suhuflar da aslî hüviyetleriyle Allah’ın (cc) kelâmıdırlar…
Teker teker her birini mevzû ile alâkalı yerlerde arîz ve amîk anlattığımız bu meseleleri burada tafsîl edecek değiliz. Sadece bir fikir vermek için temas etmiş oldum. Şimdi, inanılması gereken akîdeye âit bütün meseleleri böyle aklî ve mantıkî delillerle ispat ettikten sonra, iş bir yere varır ki, insan orada deliller ayağıyla yürüyemez. Vicdânında duyduğu, gönlünde hissettiği hakîkata âit manâlar o denli kuvvetlidir ki, deliller orada çok sönük kalır. Bu bir seviye meselesidir ve gayet normaldir. Şu kadar var ki İmam-ı Rabbânî gibi büyük zâtlar “seyir minallah” tamamlandıktan sonra yine insanın delillere ihtiyaç duyacağını ifâde etmişlerdir ki, bu o seviyede mirâcını tamamlayan insanlara mahsûs bir keyfiyettir ve çoğumuz itibâriyle bizimle alâkası yoktur.
Cenâb-ı Hakk’ın her işi ve icrâatı akla ve mantığa müsteniddir. Nasıl olmasın ki, O, Alîm ve Hakîmdir.. abes iş yapmaz.[3]Cenâb- Hakk’ın Azîz ve Hakîm olduğuna dair bkz.: Bakara sûresi, 2/32; Nisâ sûresi, 4/26; En’âm sûresi, 6/73, 83; Yûsuf sûresi, 12/100; İnsan sûresi, 76/30. Nitekim biz, fiziğin, kimyanın, astronomi ve astrofiziğin kanunlarıyla bir kısım sâbit prensiplere ulaşıyor ve görüyoruz ki, şu icrâat karşısında en mâhir insanların yaptıkları dahi çok sönük kalmaktadır. Öyleyse Allah’ın (cc) her işte bir hikmeti vardır. Bu hikmet ise aklî ve mantıkîdir; tamamen o çizgide cereyân eder.
İşte tekvînî âyetleri böylece âfâkî ve enfüsî delillerle bir araya getirmemiz bizi azamet ve kibriyâsına uygun bir inançla Cenâb-ı Hakk’a inanmaya zorluyor. Bu îmân da bizi O’na teslîm olmaya sevk ediyor. İşin başında akıl, mantık sonunda da böyle bir teslimiyet söz konusudur. Mademki O’na teslîm olduk ve oluyoruz, o zaman O’nun dediklerini yapmamız gerekiyor. Tabii burada da karşımıza ibâdete müteallik meseleler çıkıyor. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi ubûdiyetle ilgili bütün hususlar…
Bunların yerine getirilmesi bir bakıma teslîmiyettir. Fakat bunlar arasında da yine akıl ve mantık ayağıyla yürümemiz, hikmet açısından bunları bir değerlendirmeye tâbi tutmamız da her zaman mümkündür.
Beş vakit namazın bu vakitlerde farz olup başka vakitlere kaydırılmamasının elbette bir çok hikmeti vardır. Namaz hareketlerinin bu şekilde ayarlanmış olması hiç şüphesiz gelişi güzel değildir. Abdestte yıkadığımız uzuvların yıkanma emri elbet bir faydaya müstenittir. Cemaatla namaz kılmanın cemiyet hayatını tesiste ne büyük rolleri vardır. Zekâtın farziyeti fakir-zengin arasındaki dengeyi muhafaza açısından nice faydalan omuzlamıştır. Orucun insan sağlığına getirdiği faydalar sayılamayacak kadar çoktur. Hatta İslâm’ın Ceza Hukukuna taalluk eden hükümlerinin baş döndürücü mucizeliği ve daha neler, ne hikmetler bütünüyle akıl ve mantık zâviyesinden tetkik edilip incelenirse, bu inceleme bizi yine aynı noktaya getirir ki, o da teslîmiyettir. Bir misâl olsun diye Haccı ele alalım: Biz baştan Haccın farziyetini kabul etmişiz, diyelim. Çünkü Cenâb-ı Hakk “Ve lillâhi alennâsi hıccul beyti…” (Ali İmrân/97) demekte ve kadın-erkek her gücü yeten Müslümana haccı farz kılmaktadır. Böyle bir bakış işe teslîmiyetten başlamadır. Biz teslîmiyet adına buna “Lebbeyk” diyor ve Hacca koşuyoruz. Daha sonra da Haccın âlem-i İslâm çapında bize vâdettiklerini incelemeye koyuluyoruz. Bu, her seviyede insanın katıldığı İslâm âlemi çapında bir kongredir. Ve Müslümanların yek vücut haline gelebilmelerine en kısa ve en garantili bir zemin durumundadır. Bir de içtimâî adâlet cephesinden meseleye bakacak olursak zengin-fakir, âlim-avam herkesin aynı şart ve seviyede sadece kulluk yapma düşüncesiyle burada bir araya gelişleri, İslâm’ın nasıl âlemşumül bir sistem olduğu mevzûunda yakînimizi kuvvetlendirecek ve itminânımıza esas olacaktır.
İster başlangıcı akıl ve mantık ayağıyla yürüme şeklinde edâ edip, neticede teslîmiyet noktasında karar kılmış olalım, isterse başta teslîmiyetle yola çıkıp akıl ve mantığı birer vâsıta olarak kullanalım sonra da yine aynı noktaya gelmiş olalım, bunlar neticeye tesir eden faktörler değildir.
Binaenaleyh, İslâm bir yönüyle aklî ve mantıkîdir. Bir yönüyle de esası teslîmiyettir. Yerinde aklîlik ve mantıkîlikten başlar teslimiyete ulaşır; yerinde teslîmiyetten hareketle aklîliğe ve mantıkîliğe gider ve onlar da onu yine teslîmiyete götürür. Zâten şu kâinatı bir kitap şeklinde karşımıza koyan Allah’ın (cc) nizâm ve sistemi de başka türlü olamaz…
Kaynak: Asrın Getirdiği Tereddütler 3
Dipnotlar
⇡1 | Haşir ve kıyamet için bkz.: Rûm sûresi, 30/50; Yâsîn sûresi, 36/78-79; Hac sûresi, 22/1-2; Nisâ sûresi, 4/87; İnfitâr sûresi, 82/13-14; Zilzâl sûresi, 99/1-8; Kâria sûresi, 101/1-11; Nahl sûresi, 16/77. |
---|---|
⇡2 | Kur’ân’ın benzerinin getirilemeyeceğini beyan eden tahaddi (meydan okuma) âyetleri ile ilgili bkz.: Bakara sûresi, 2/23-24; Mü’minûn sûresi, 10/38; Hûd sûresi 11/13-14; İsrâ sûresi, 17/88; Tûr sûresi, 52/33-34. |
⇡3 | Cenâb- Hakk’ın Azîz ve Hakîm olduğuna dair bkz.: Bakara sûresi, 2/32; Nisâ sûresi, 4/26; En’âm sûresi, 6/73, 83; Yûsuf sûresi, 12/100; İnsan sûresi, 76/30. |