“Yoksa o Mûsâ’nın ve o çok vefalı İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu kesin gerçekler hakkında bilgi edinmedi mi ki: Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir. Elbette son durak, Rabbinin huzuru olacaktır. O’dur güldüren ve ağlatan; O’dur öldüren ve yaşatan.” (Necm, 36-44)
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, bir insanın “iştirak-i a’mali uhreviyeye” dahil olması da bir eylemdir, bir gayret ve bir çalışmadır. Bu yönüyle ayet-i kerimede ifade edilen “insan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez” yani insana ancak emek ve gayret gösterdiğinin karşılığı vardır çerçevesine “iştirak-i a’mali uhreviye” de girer. Vifak ve ittifakla hareket edilerek yapılan amellerin sevabı –tabiri caizse bir takımda birinin başarısının herkesin başarısı sayılmasında olduğu gibi– herkese verilmiş olur. Dolayısıyla bu ayet-i kerimede ifade edilen şey ile üstadın söylediği arasında bir tenakuz yoktur.
Bir insanın bir cemaat içerisinde yer almakla cemaat sevabına nail olabilmesi, “Bir işe sebep olan, onu yapan gibidir” düsturundan hareket ederek hayırlı bir işe öncülük etmekle/başlatmakla o işten ve işi daha sonra yapanların amellerinden sevapdar olabilmesi dikkate alındığında, kişinin başkalarının amellerinden de -bazı durumlarda- istifade etmesinin mümkün olduğu görülür.
Biraz daha açacak olursak; tek başına namaz kılan kimse ile cemaatle namaz kılan kimse arasında sevap bakımından fark vardır. Birisi sadece namazının sevabını alırken diğeri kendi namazıyla beraber başkalarının kıldığı namaza taalluk eden cemaat sevabını da alır.
Aynı durum اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ “Bir işe sebep olan, onu yapan gibidir.” esası için de geçerlidir. Burada sadece başlangıçta bir yol açma, güzel bir örnek ortaya koyma söz konusudur, ancak daha sonra açılan o yolda başkalarının yaptıklarından da sevap kazanır.
“Mesela; Rasul-ü Ekrem vazifesini yapıp gitmiştir ama dini ve getirdiği mesajı devam etmektedir. “Essebebu kel fail – Bir işe sebep olan onu yapan gibidir.” sırrınca ümmet-i Muhammed’in sevaplarının bir misli Efendimiz’in defter-i hasenatına kaydolmaktadır.”
Hasılı, iştirak-i a’mali uhreviye meselesini de “kişinin emek ve gayretinin bir parçası” olarak düşünmek mümkündür. Dolayısıyla iştirak-i a’mali uhreviye ile Necm sûresi 39. ayet arasında bir tenakuz yoktur.
İştirak-i amal-i uhreviye düsturunu nasıl anlamalıyız?