Eşit, iki şeyin/varlığın birbirine her açıdan denk olması demektir. Eşitlik ise hakları bakımından insanlar arasında hiçbir ayrım olmaması demektir. Bu manada, yani tabiatı, niteliği, taşıdığı değer bakımından kadın-erkek arasında bir eşitlik olduğunu iddia etmek, ya meseleyi bilmemektir ya da fıtratı tanımamanın bir göstergesidir.
İslâm dininde hakiki manada bir kadın-erkek ayrımı söz konusu değildir. Kadının erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını ifade eden hadisi bu manada kullanan bazı tenkitçiler, bu hadisi anlayamamışlardır. Bu hadis-i şerif, kadınlara iyi davranılması ve kendilerine karşı bir sertlik gösterilmemesi noktasında bir teşbih ifade etmektedir. Burada şunu hatırlatmak gerekir ki; İslâmiyet’le alâkalı bir mesele hakkında konuşurken sadece bir hadise bakarak konuşmak yerine, Kur’ân âyetlerini de göz önüne alarak şümullü bir bakışla değerlendirmede bulunmak, usul açısından daha sağlıklı olacaktır. Kâinattaki her şeyin çift yaratıldığını ifade eden Kur’ân:
يَاۤ أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَۤاءً “Ey insanlar! Allah’a karşı gereken saygı içinde olun ki O sizi bir insanî mahiyetten yarattı ve onu iki çift şeklinde, pek çok erkekler ve kadınlar hâline getirdi.” (Nisâ Sûresi, 4/1).
يَاۤ أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَاۤئِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ أَتْقَاكُمْ “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi kavim ve kabilelere ayırdık, birbirinizi tanıyasınız diye. Allah’ın yanında en üstününüz, takvaca en ileri olanınızdır.” (Hucurât Sûresi, 49/13).
gibi beyanlarıyla, yaratılış, mesuliyet, mükellef olma, Allah karşısındaki konum gibi hususlarda erkekle kadın arasında bir farklılığın olmadığını belirtmektedir.
Nisâ Sûresinde geçen âyette, insanların tek bir ‘nefis’ten yaratıldığı ifade olunmaktadır ki buradaki ‘nefis’ten kasıt insan mahiyetidir ve bu mahiyetin bir tarafını erkek, bir tarafını kadın oluşturmaktadır. Dolayısıyla, yaratılışta bir erkek-kadın ayrımı ve üstünlüğü söz konusu edilemez.[1]Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, 2/158–61 Yani varlık açısından kadın-erkek eşittir ancak mahiyetleri, nitelikleri, fizyolojileri, psikolojileri, kabiliyetleri açısından eşit değil aksine birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde:
إِنَّمَا النِّسَاءُ شَقَائِقُ الرِّجَالِ “Kadınlar, erkeklerin yarısıdır.” (Ebû Dâvud, tahâret 94)
buyurmuş, dolayısıyla erkeğin de kadının yarısı olduğuna, iki yarının bir araya gelerek bir bütün oluşturduğuna işarette bulunmuştur zira hadiste geçen ‘şakik’ kelimesi, tam ortadan ikiye bölünen bir bütünün parçası manasınadır. Yani, bir bütünü meydana getiren iki parçadan her biri, diğerinin ‘şakikidir.’ Buna göre insan olma yönüyle kadın ve erkek eşit yarımlardır.
Konumuzla ilgili diğer bir âyet-i kerîmede ise her şeyin çift (erkek ve dişi) olarak yaratıldığı vurgulanmaktadır (Zâriyât Sûresi, 52/49). Zerrelerden bitkilere, hayvanlardan insanlara kadar kâinattaki bütün varlıklar bir bütünün iki parçası olarak çift yaratılmıştır. Bu iki parça birbirlerini tamamladıkları gibi birbirlerine yardımcı ve destek de olurlar. Bu manada gece gündüze, yaz kışa, elektron protona muhtaç olduğu gibi erkek kadına, kadın da erkeğe muhtaçtır. Bu, fıtratın bir kanunudur. Burada meseleye “erkek mi yoksa kadın mı üstün” şeklinde bakmak yerine erkek ve kadının birbirlerine yardımcı olduğu ve birbirlerini tamamladıkları nazarıyla bakılırsa ve -erkek olsun, kadın olsun- kendilerine Hak tarafından biçilmiş fıtrat kanunlarına uygun davranıp vazifelerini yerine getirirlerse hiçbir problemin kalmayacağı görülecektir. Bu bakış açısıyla erkek ve kadın, birbirine üstünlük sağlamaya çalışan iki rakip değil, birbirinin tamamlayıcısı iki eştir.
Allah (celle celâluhû), erkek ve kadını birbirini tamamlayan bir çift olarak yaratmıştır. Bu çiftin birbirini tamamlamaları her birinin farklı özelliklere ve kabiliyetlere sahip olması bakımındandır. Fizyolojik ve psikolojik açıdan erkek ve kadının farklı yaratılmaları, erkeğin kadından daha gelişmiş olduğunu göstermez. Erkek veya kadın olmak üstünlük ve ikinci planda olmak demek değildir. Dolayısıyla beşerin cinsiyet farklılığına bir müdahalesi mümkün olmadığına göre erkek ve kadını kendi konumlarıyla kabul etmek en güzelidir.
Kadın ve erkeğin fizyolojik ve psikolojik açıdan eşit olmadığını/olamayacağını anlamak için kadın ve erkeğin sosyal hayatta yüklenmiş olduğu vazifelere bakmak yeterli olacaktır zira kadın ve erkek arasındaki bu farklılıklar, onun toplum hayatında üstlenmiş oldukları vazifelerini etkilemiştir. Sosyal hayata baktığımızda kadınların erkekler seviyesinde askerlik yaptıklarına şahit olmayız. Kadınların bu noktadaki vazifeleri daha çok cephe gerisinde olmuştur. Bunun yanında modern toplumlarda da erkeğin yaptığı işlerin kadınlara verilmediğini görürüz. Bütün dünyada kadından cumhurbaşkanı ve devlet başkanı nadiren görülmüştür/görülmektedir. Genelkurmay başkanlığı, kuvvet komutanlığı gibi görevlere kadınların atandığına şahit olunmamaktadır. Valilik, kaymakamlık gibi makamlarda kadınlar nadiren bulunmaktadır. Hristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerde de aynı şekilde kadından kardinal, papa ve başhaham olmamıştır. Kadına bu tür görevleri vermek, onun değerini yükseltmek değil, ona fıtratının dışında iş verilmesi demektir zira kadın, fıtraten nazik ve hassas yaratıldığı için ağır ve stresli işler onun fıtratını ciddi şekilde yıpratacaktır. Kadına değer verilmek isteniyorsa ona, kendi fıtrat ve tabiatının sınırları içerisinde yapabileceği vazifeler verilmelidir. “Kadın da erkekler gibi her şeyi başarabilir ona da her türlü işi yaptıralım” diyenler aslında kadının değerini düşürmekte ve onu alelade işlerde çalışan ve insanların hevesatını eğlendiren bir metâ hâline getirmektedirler.
Dinî emirler ve yasaklar karşısında mükellef olma konusunda ise erkek ve kadının, bir farklılık arz etmediğini ifade etmek gerekir. Bu manada namaz, oruç, hac, zekât gibi mükellefiyetlerde kadınla erkeğin -bazı küçük ayrıntılar dışında- eşit olduğunu görürüz. Bu ayrıntılar ise yine kadının kendi yaratılışıyla alâkalıdır.
Sonuç itibarıyla kadın ve erkek; yaratılış, eğitim görme, kulluk mesuliyeti, vatandaşlık görevlerini yerine getirme gibi hususlarda eşit olsalar da yaratılıştan gelen bazı fizyolojik, psikolojik özellik ve kabiliyetler açısından eşit değildirler ve olamazlar da. Bu iki varlığı, bu konularda eşit görmeye çalışmak ve birbiriyle yarıştırmak ikisine de zulüm ve haksızlıktır. Yapılması gereken şey ise ikisini de kendi konumunda kabul edip şahsî, ailevî, içtimaî ve ebedî saâdetimiz adına ikisinden de istifade etmeye çalışmaktır.
Dipnotlar
⇡1 | Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, 2/158–61 |
---|