Elbette her ikisi de. Bir yuvanın sevgiden eksik bir temel üzerine oturması düşünülemez. Tarafların hangi usul ile evlenirlerse evlensinler -görücü veya anlaşmalı- birbirlerine karşı sevgileri yok, zamanla oluşmadı veya kayboldu ise, o yuvanın huzur içinde devamı imkansızdır ya da imkansız denecek ölçüde zordur.
Burada unutulmaması gerekli olan en önemli husus, tarafların birbirlerine karşı duydukları aşkın, sevginin kendiliğinden sürekli canlı kalan bir his olmadığı gerçeğidir. Onu sürekli kılabilmek iradî olarak yapacakları şeylerle karı-kocanın elindedir. Bakın Hocaefendi onu ne güzel ifade eder; “Aşk vuslatla noktalanınca herşey durgunlaşmaya başlar, ateş söner, baraj boşalır, çığ da dağılır gider.” Öyleyse bu aşamada eşlere ciddi görevler düşmektedir. İşte bence saygı, hürmet bu noktada devreye girmelidir, girmek zorundadır. Çünkü tarafların birbirlerine, düşüncelerine, davranışlarına, saygı duyması, hürmet beslemesi ve onu bir şekilde hissettirmesi sevgiyi besleyen ana damardır.
Burada kabulü şart olan en temel nokta; kadın ve erkeğin gerek cinsiyetleri ve gerekse şahsiyet ve kimlikleri itibariyle farklı dünya görüşlerine, farklı önceliklere sahip olma keyfiyetidir. Herşeyden önce bu tabii bir olgu olarak kabul edilmelidir eşler tarafından. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bütün düşünceler bu ön kabul üzerine kuruludur. Aksi bir anlayış özellikle günümüzde cennet bahçeleri olması gereken yuvayı rahatlıkla cehennem çukurlarına çevirecek hususiyete sahiptir.
Gel gör ki hakikat bu olmakla birlikte özellikle ataerkil ailelerde kadının farklı düşünce, istek, beklenti, dünya görüşüne sahip olmaması, onun kocasının istek ve arzuları içinde eriyip gitmesi gerektiği düşüncesi hakim. Ve bu hakimiyet devam ettiği müddetçe ailede ortak bir payda yakalamak zor oluyor.
Aslında sırf erkeklere haksızlık etmeyelim. Günümüzde bazı kadınlar kültürel etkileşimler sonucu, kocalarından görmek istemediği aynı tavrı rahatlıkla takınabilmekteler. Bu zihniyette olanlara göre koca, karısının esiri, onun istekleri, programı öncelikli hareket etmek zorunda. Kocanın aile dışı iş veya arkadaş çevresi ile sanki özel hayatı olamazmış gibi tavırlar. Her iki taraf için sıkıntılı bir durum. Evlilik eşlerin birbirine esir olması demek değildir ki!
En çok şikayet edilen hususlardan birisini örnek vererek konuyu açalım isterseniz; erkeklerin futbol hastalığı. Fanatizme dayanan ölçüdeki bir hastalığı ben de kabul etmiyor ve tedavisinin gerektiğine inanıyorum ama genelde erkeklerin futbola olan yoğun ilgileri herkesin malumu. Burada onların futbolla ilgilenmelerine, TV’den ya da stadyuma giderek maçları seyretme isteklerine -elbette aşırıya kaçmayan ölçülerde- kadınların saygı göstermesi gerekmektedir. Bu saygının göstergesi haftalık veya günlük programda kocanın maçları seyredebilecek zeminin hazırlanmasıdır. Aynı ölçülerde erkeğin de hanımının TV seyretme konusundaki önceliğine, tercihine saygı göstermesi gerekir. Eğer o, Türk filimlerinden veya bir TV dizisinden hoşlanıyorsa ona göre programlama yapılmalıdır. Aksi halde ikili dayatmalar, eşlerin tercihleri noktasında birbirlerine saygılarının kalktığının göstergesidir ve bu gereksiz bir huzursuzluğa davetiye anlamını taşır.
Yukarıda sevginin, aşkın kendiliğinden sürekli canlı kalabilen bir özelliğe sahip olmadığını ifade etmiştik. Pekala onu nasıl canlı tutacağız? Sorması kolay ama cevabı oldukça zor bu sorunun. Çünkü günümüzde kırılmaya yüz tutsa da hükümranlığını sürdüren ataerkil yapımız eşlerin birbirlerine sevgilerini belli eden tezahürler içine girmesine mani. Mesela, “Seni seviyorum” sözcüğünü ele alalım ve gerçekten mazinin derinliklerine doğru bir yolculuk yapalım. Mesela 50 yıllık evlisiniz, kaç defa eşinize “Seni seviyorum” dediniz veya kaç defa ondan bu cümleyi duydunuz? Halbuki Hz. Peygamber (sav) bir hadislerinde “Sizden birisi bir kardeşini severse, ona sevdiğini söylesin.” buyuruyor. Ortak paydanın sadece iman olduğu bir kişi ile olan münasebette bir davranış biçimi, örneği, modeli sunuyor Allah Rasulü bize bu hadislerinde, hatta emrediyor. Pekala bir değil, binlerce ortak paydanın bulunduğu evlilik hayatında eşler neden çekingen davranırlar birbirlerine. Utangaçlık mı? Elbette değil ve olmamalı. Herşeyden önce zirve seviyesinde paylaştıkları mahremiyet buna mani. Aile huzurunun önemli bir temelini teşkil etmesi ayrı bir gerekçe.
Sevginin tezahürü sayılan ikinci husus, hediye alma ve verme? Sahi eşinize en son ne zaman hediye almıştınız? Ya da ne zaman eve elinizde bir çiçek buketi ile gelmiştiniz? 5 yıl önce mi? Eşlerin birbirlerinden hediye, çiçek beklentileri içine girmesi doğru mu deyip kestirip atabilirsiniz. Ama bu bana göre fıtratı inkardır. Dikkat edin, bize ait olmayan bir kültürün uzantısını kabul etmeme demiyorum, çünkü hediyeleşme Hz. Peygamber’in ifadeleri ve uygulamaları ile insanların sevgi bağlarını artıran evrensel bir değerdir. Hediye şeklinin çiçek şekline bürünmesine batı kültürü deyip inkar edebilirsiniz. Kabul ettik diyelim, pekala çiçeğe hayır diyenler eşlerine bir şey aldı mı, alıyorlar mı? Kaldı ki çiçek ve çiçeğin sembolize ettiği değerler evrenseldir. Gül’ün İslam kültürü içindeki Hz. Peygamber ile olan ilişkisini düşünün lütfen.
Yukarıdaki ifadelerim sadece erkeklere hitap ediyor şeklinde algılanmamalı. Kadınlar da bunun muhatabıdır. Çeşitli vesilelerle karşılıklı hediyeleşmeler her iki tarafın birbirlerine karşı besledikleri sevgi hissini artıracak ve sürekli canlı kılacak unsurlardan birisidir.
Hasılı, öncelik-sonralık sıralaması yapmak istemem sevgi ve saygı arasında. Ama illa yapılması gerekiyorsa, saygıya, sevgiyi de besleyen bir damar olması açısından önceliğin verilmesi gerektiğine inanıyorum.
Ahmet Kurucan