Mukabele, aslı itibarıyla karşılıklı okuma ve dinlemeyi ifade eder. Bu şekilde baştan sona Kur’an okunması, Allah Resûlü (sallahu aleyhi ve sellem) ile Cebrail’in (aleyhi selam) her Ramazan ayında o zamana kadar nazil olmuş Kur’an’ı Kerim’i karşılıklı okumalarına dayanır. Allah Resûlü (sallahu aleyhi ve sellem) okur, Cebrail (aleyhi selam) dinler; Cebrail (aleyhi selam) okur, Allah Resûlü (aleyhi selam) dinlerdi. Bu uygulamadan yola çıkılarak, Kur’an okumanın faziletinin katlandığı bir zaman dilimi olan Ramazan ayı boyunca camilerde veya evlerde Kur’an-ı Kerim’in baştan sona okunması güzel bir âdet haline getirilmiştir. Bu şekilde baştan sona Kur’an-ı Kerim mukâble ile okunmuş yani hem okuma hem dinlemenin bir arada olduğu bir hatim yapılmış olur.
Mukabele, her ne kadar karşılıklı okuma ve dinlemenin bir arada olduğu bir okuma biçimi ise de günümüzde yaygın olarak bilen biri/lerinin okuması, diğerlerinin dinlemesi şeklinde cereyan etmektedir. A’raf sûresindeki
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Öyle ise, Kur’ân okunduğunda hemen ona kulak verin, susup dinleyin ki merhamete nail olasınız.” (A’raf, 7/204)
ayet-i kerimenin gereği olarak okuyanın dışındaki katılımcıların, okunan Kur’an’ı dinlemeleri gerekir. Çünkü okunmakta olan Kur’an’ın dinlenmesi farz-ı kifâyedir.[1]İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/545 Dinlerken de önlerindeki Kur’an-ı Kerim’i gözleri ile takip edebilirler.
Kur’an-ı Kerim’in başından sonuna kadar okunması hatim olarak adlandırılmıştır. Mukabelede tarafların karışıklı okuması ve dinlemesi veya (ülkemiz insanları arasındaki yaygın şekli ile) bir/birkaç kişinin okuması, geriye kalanların dinlemesi; hatimde ise kişinin kendi okuması söz konusudur. Bu yönüyle mukabele hatimden biraz farklıdır denilebilir. Ancak mukabelede de Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar okunup dinlendiğinden bu manada onun da hatim olarak isimlendirilmesi mümkündür. Aradaki fark dikkate alınarak, imkânı olanların bir mukabeleye iştirak etmeleriyle beraber ayrıca kendilerinin bir hatim yapmaları en güzel olanıdır. Böylece bir taraftan dinlemenin sevabı alınırken diğer taraftan okumanın da sevabı alınır. Hadis-i şerifin ifadesiyle
مَنْ قَرَأَ حَرْفًا مِنْ كِتَابِ اللهِ فَلَهُ بِهِ حَسَنَةٌ، وَالحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا، لاَ أَقُولُ الْم حَرْفٌ، وَلَكِنْ أَلِفٌ حَرْفٌ وَلاَمٌ حَرْفٌ وَمِيمٌ حَرْفٌ
“Kim Allah’ın Kitabı’ndan bir harf okuyana sevap/hasene vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben ‘Elif lâm Mîm” bir harf demiyorum. Aksine “Elif” bir harf, “Lâm” bir harf, “Mîm” de bir harftir.” (Tirmizî, sevabü’l-kur’ân, 16)
Netice olarak diyebiliriz ki, Kur’an-ı Kerim, azı-çoğuyla –ister başından sonuna olsun ister birkaç ayet veya birkaç sûre olsun– okunmasında veya dinlenmesinde sevap vardır. Kur’an okunurken dinlemek farz-ı kifâye olduğundan dinleyenler okumakla meşgul olmamalı; okunanı dinlemeli, varsa önlerindeki Kur’an-ı Kerim’den takip etmelidirler. Her ne kadar mukabelede Kur’an-ı Kerim baştan okunduğundan ona da hatim demek mümkün olsa da hatim; özel anlamıyla, Kur’an-ı Kerim’in baştan sona okunmasına denilmektedir. Bu nedenle, imkânı olanların ayrıca hatim yapmaları tavsiye edilir.
Ayrıca şu önemli hususu da ifade etmekte fayda var: Özellikle Kur’an-ı Kerim’i okuduğunda anlayabilecek seviyede arapçası olmayanların, onu anlamak için işin ehli birisinin nezaretinde yapılan mealli mukabelelere iştirak etmeleri ve bu yapılan mukabelelerin de yaygınlaşması son derece önemlidir. Şayet mukabelede Kur’an-ı Kerim mealiyle beraber okunur, işin ehli bir/ileri tarafından bazı yerler de şerh edilir/açıklanır ise bu aynı zamanda bir Kur’an müzakeresi olur ki hadis-i şerifte bunun kıymeti şu şekilde ifade edilmiştir:
“Herhangi bir cemaat, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını tilâvet eder ve aralarında onu müzakere mevzuu hâline getirirlerse, şüphesiz üzerlerine huzur ve sekîne iner, rahmet kendilerini kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah Teâlâ onları nezdindeki hayırlı topluluk arasında zikreder.” (Müslim, zikir 38; Tirmizî, kırâât, 10; Ebû Dâvûd, vitr 14.)
Lafızlar, manaların kalıplarıdır ve kıymetlerini taşıdıkları mana cevherinden alırlar. Eğer verilen değer, değerini asıldan alana veriliyorsa, asıl ile asla tabi olan şey yer değiştiriyorsa, ortada bir problem var demektir. Başka bir ifade ile “Kur’ân’ın lafzına duyulan saygı, onu derinlemesine anlamanın önüne geçiyorsa ortada bir problem var demektir. Bir Müslüman Kur’ân’ı tilavet etmenin, ona karşı fevkalâde bir saygı göstermenin yanında, onu anlamaya ve yaşamaya çalışmayı asla ihmal etmemelidir. Kur’ân’ın gönderilmesindeki ilâhî maksat, onun, anlama cehdiyle tekrar ber tekrar okunması ve didik didik edilmesidir. Evet, Kur’ân bize Allah’tan gelmiş bir mesajdır. Bu ilâhî mesaj doğru anlaşılabildiği takdirde, mü’min hem Rabbine karşı doğru bir kulluk tavrı ortaya koyar hem de insan hakikatini ve kâinat kitabını doğru okur. Çünkü Kur’ân, kâinat kitabının tercüme-i ezeliyesi, kavl-i şârihi, bürhân-ı vâzıhıdır. Aynı zamanda o, kâinatta olan hakikatleri bize anlatan beliğ bir lisandır. Bu sebeple bize düşen vazife, onun beyanını esas almak ve kâinatı bu perspektiften okumaya çalışmaktır.”[2]Işık Karanlığı Boğarken, “Kur’ân’a Teveccüh ve Ondan İstifade Yolları”
Kur’an’ın okunmasının ve dinlenmesinin kıymeti; onun anlaşılması, yaşanması ve yaşatılmasına vesile olmasından ileri gelmektedir. Başka bir deyişle onun anlaşılması asıl, ona vesile/yol olan okuma ve dinleme tebeidir. Bu nedenle, onu anlamak için gayret sarfetmeyip sırf sevap kazanmak maksadıyla okumakla veya dinlemekle hatmetmek asli olanı değil, tebei olanı yapmak demektir.
Halbuki asıl istenen şey onun anlaşılmasıdır:
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ
“Bu Kur’ân, kalbi ona açık olanlar ve gözünü Kur’ân’a dikip ona kulak verenler için bir öğüttür.” (Kaf, 50/37)
كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآَيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
“Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz” (Bakara, 2/219; 2/266);
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآَنَ
“Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?” (Nisa, 4/82);
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آَيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ
“Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun âyetlerini iyice düşünsünler ve aklı yerinde olanlar ders ve ibret alsınlar.” (Sa’d, 38/29)
Bu âyetlere daha pek çok âyet-i kerime eklemek mümkündür.
Sonuç olarak “.. bir mü’minin öncelikli gayesi ve en yüce ideali murâd-ı ilâhîyi (Allah’ın muradını/isteğini) araştırmak, keşfetmek ve buna uygun bir hayat yaşamak olmalıdır… mü’mine düşen vazife, Kur’ân’da yer alan âyât-ı beyyinâtıyla Allah’ın bize vermek istediği mesaja dikkat kesilmesi ve bu konuda i’mal-i fikirde bulunmasıdır…”. “…Kur’ân’a duyduğumuz saygıyı sadece onun maddesine, şekline ve lafızlarına indirgememeliyiz. Bu, eksik bir hürmettir. Önemli olan, onun bizlere sunduğu cevherlerden istifade edebilmek, onun hakikatlerine açılabilmektir. Hatta Kur’ân’a duyulan şeklî saygının bir kıymet ifade etmesi de onda saklı bulunan değerlere açılabilmeye, onlarla irtibat kurmaya bağlıdır.”[3]Işık Karanlığı Boğarken, “Kur’ân’a Teveccüh ve Ondan İstifade Yolları.” Bu yüzden Arapça’yı bilenlerin orijinalini okuyarak, bilmeyenlerin ise arapçasıyla beraber kendi dillerinde açıklamalı meallerini okuyarak onda saklı bulunan değerlere açılması ve onlarla irtibat kurmaya gayret göstermesi gerekir.
Ayrıca bkz.
- Kuranla nasıl doğru bir ilişki kurulabilir ve ondan hakkıyla nasıl istifade edebiliriz?
- Kuran-ı Kerimi takip ederken bazı kelimeleri kaçırabiliyoruz buna rağmen hatim gerçekleşmiş olur mu?
Dipnotlar