Kur’ân âyetleri, bir açıdan Muhkem-Müteşâbih olarak sınıflandırılmıştır. Muhkem, kolaylıkla anlaşılabilen, tefsire fazla ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan âyetlere denilir. Müteşâbih ise, birden fazla anlamlara gelebilen, açıklamaya ihtiyaç duyulan veyahut da anlamı akıl ve nakille bilinemeyecek olan âyetlere denilir.
Acaba neden bu âyetlerin hepsi muhkem değil de bazısı müteşâbih olduğu konusuna gelince, şunlar söylenebilir:
Kur’ân-ı Kerim, geçici bir süre ve belli bir topluluk için gelmiş bir kitap değildir. Bilakis o, hem zaman ve hem de mekân itibariyle evrensel bir özelliğe sahiptir. Bunun için de, getirmiş olduğu prensiplerin ve sözlerin her devirdeki insan tarafından rahatça anlaşılması gerekir. İşte onun bu şekilde anlaşılması da ancak me- seleleri ortaya koyarken kullandığı kelimelerle mümkündür. Yani her dönemdeki insan Kur’ân’da geçen ifadelerden kendi devrine göre bir şeyler anlamalıdır. İşte onu böyle bir anlamaya götüren şey, müteşâbih âyetlerin varlığıdır.
Şöyle bir örnekle mesele daha da açığa kavuşmuş olacaktır: Farz edin ki siz bundan üç yüz sene önceki bilimsel seviyede yaşayan bir topluluğa hitap ediyor ve onlara radyoyu anlatmak istiyorsunuz. Onlar, radyo teknolojisinde yer alan elektromanyetik dalgalar, transistor, stüdyo, verici merkez, alıcı cihaz gibi unsurları bilmek bir tarafa, elektrik hakkında bile bilgiden mahrumdurlar. Siz radyo hakkında mesela “Radyo konuşan bir kutudur.” demeyi en münasip anlatım tarzı bulursunuz. Aslında bu ifade radyo hadisesinin ihtiva ettiği gerçeklerin yüzde biri bile değildir ama bununla beraber onlara gerçeği bütün yönleriyle anlatmak mümkün olmadığından yine de en uygun şekil budur. Fakat o insanlara düşen en uygun davranış da bu kadarlık bir bilgi ile yetinmektir. Yoksa yanlış çıkarımlara yönelerek: “Radyo konuştuğuna göre ağzı da vardır. Ağzı olunca dili de dişleri de olmalıdır. Ayrıca yemek yemesi de gereklidir.” gibi sonuçlar çıkarmaları yanlış yola kaymak demektir. Müteşâbih âyetleri de çeşitli taraflara çekiştirerek kendi seviyesine, peşin hükümlerine indirgemek âyette Cenâb-ı Allah’ın kınadığı duruma düşmek olur.
Diğer taraftan, insan hayatı, birçok durumda, mutlak gerçekler- den daha çok, göreceli gerçekler üzerinde durmaktadır. Büyüklük- küçüklük, çokluk-azlık, güzellik-çirkinlik, yakınlık-uzaklık, sıcaklık- soğukluk, bilgili-câhil olma gibi birçok kavram görecelidir; kişiden kişiye, bir yerden diğer bir yere göre değişir. Ama insan hayatı bu gibi göreceli gerçeklerle devam etmektedir. İnsanın bilgisi devamlı bir gelişme hâlindedir. Kur’ân-ı Kerim, dünyanın her tarafında yaşayan, kıyamete gelecek nesillere seslenen gerçek bir hazinedir. Farklı seviyelere hitap eden, dersleri içeren bir kitaptır. İşte bu farklı seviyelere aynı sözle hitap etme, müteşâbihlerle gerçekleşmektedir.
Bir ağacın oluşumuna benzer bir hali olan bu kâinat ağacında olgunlaşmaya, kemâle ermeye yönelik bir meyil vardır. Onun içinde yer alan insanda da terakkî, yani ilerleme meyli dallanmıştır. Terakkî meyli bir çekirdek gibi olup onun da neşv ü nemâ bulması yavaş yavaş, birçok tecrübe neticesinde olur. Çok çeşitli fikirlerin, zekâların ürünlerinin birbirine eklenmesi ile gelişir ve birbirini netice veren bilim ve sanatlar böylece olgunlaşır. Bu sanat ve teknikler, basamak basamak oluşur ve bir önceki olmadan sonrakinin meydana gelmesi söz konusu değildir.
Hakîm-i Mutlak olan Allah’ın hikmeti, Yüce Kitabı’nın, çeşitli müteşâbihler içermesini dilemiştir. Bu müteşâbih ifadeler sayesinde Kur’ân, sayısız ve sınırsız anlamlar kaynağı olmaktadır. “Allah bu gibi meselelerde, kullarını muayyen bir anlayışla yükümlü kılmamış, bilakis beşer akılları için içtihad ve gayret kapılarını açık bırakmıştır. Böylece insanlar oralardan girerek, Allah’ın kendilerine lutfettiği anlama ve idrak nimetlerinden yararlanabilirler.” (Şeltut, Mahmud, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 67-68.)
Şunu unutmayalım ki, Allah Teâlâ kulların yükümlü tuttuğu itikad esasları, ibâdetler, muâmeleler ve ahlâk esaslarını muhkem âyetlerinde açıkça bildirmiştir. Kur’ân’ın esas maksatları bunlarda bildirildikten sonra, her bir âyetinin herkes nezdinde aynı şekilde açık manalı olmasını beklemek doğru değildir. Kur’ân’ın mübîn vasfından bunu anlamak sığ bir anlayıştır.
Allah insanlara anlayabilecekleri şekilde hitap eder. Ne var ki kullar muhkem âyetleri açıkça anlarken, müteşâbihleri fikri seviyelerine, ilmi derecelerine göre anlar, ama ihâta vechi ile, etraflı bir şekilde kavrayamazlar. Müteşâbihler bir itibara göre hakîki ve izâfi olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Allah Teâlâ’nın bazı sıfat ve şuunatına dair olan müteşabihlerden bile birtakım manalar anlayabiliriz. Fakat bunların tam mahiyetlerini, gerçek murad-ı İlâhiyi anlamamız mümkün olmadığından, muhkem âyetleri kıstas olarak anlamaya çalışırız. Bu âyetlerden neler kastedilmiş ise, onlara mücmel olarak iman edip Allah’ı mahluklara benzetmekten tenzih ederiz.
Kaynak: Kur’an İklimine Seyahat, Muhittin Akgül.