Doktrin, aslen Latince bir kelimedir. Türkçede tam bir karşılığı olmamakla beraber en yakın anlamı ifade eden “mezhep”, felsefî, siyasî, fikrî sistem teşkil eden kavramların, dogmaların bütünü anlamında bir kelimedir. Meselâ komünizm, kapitalizm, faşizm doktrini denilir ki, bunlar içtimaî birer mezheptirler. Doktrin, daha ziyade, Latincede me’haz olarak kullanıldığı yer itibarıyla, beşer karihasından çıkan, hayatta mâkes bulsun bulmasın hayatın belli yönlerine ait, tekevvün eden bir kısım sistemler bütünü demektir ki, Durkheim’in nasyonal sosyalizmi bir içtimaî doktrin olduğu gibi, içtimaîliğin yanında iktisadı da ele alan Marksizm de başka bir doktrindir.
Bunlar, beşer karihasından çıkan, beşere ait pek çok yönden tek bir tanesini ele alan ve sonra belki bazı şeylere de hâşiyeler, derkenarlar olarak el atmaya çalışan tamamen beşerî sistemlerdir. Bunlar, zamanla yaşlanınca rafa kaldırılırlar ve yerlerine başkaları gelir oturur. Yani doktrinlerde daima tebeddül ve tahavvül söz konusudur. Nitekim komünistler bir dönemde, revizyoncu olanlar ve olmayanlar diye birbirlerine düşmüşlerdi. Aslında beşer karihasından çıkan her şey ihtiyarlamaya mahkûmdur. O, daha adamın ağzından çıkarken ihtiyarlama sürecine girmiş demektir. Ve birkaç sene sonra belinin bükülmesi kaçınılmazdır.
Bolşevizm, 1917’de ilân edildi. Kendi ifadelerine göre 1919’da rayına oturdu. Neredeyse her sene bir revizyon gördü. Onu cazip göstermek için durmadan boya ve cilâ vuruldu. Aslı sağlam olmayınca cilâ da tutmadı. Ve ardında bıraktığı acı hatıralarla tarihin hafızasındaki mukadder yerini aldı. Zatında beşer karihasından çıkan her şeyin âkıbeti budur. Bir bakıma da bu, doktrinin âkıbetidir. Uzun ömürlü, doğduğu günden bu zamana yaşamış tek bir doktrin gösterilemez.
Mesele böyle ele alınınca, Kur’ân-ı Kerim’e ve İslâm dinine doktrin denmesi kat’iyen doğru değildir. Çünkü Kur’ân, İslâm dininin ifadesi olarak, ezelden gelmiş ve ebede namzettir. Allah, maziyi ve müstakbeli hâl (şimdiki zaman) gibi görür ve bilir. Bunun için de vaz’ettiği ahkâm, daima terütaze kalmıştır ve kalacaktır. Onu ne zaman ele alırsanız alın, tebdil ve tağyire ihtiyaç hissetmeden prensiplerini rahatlıkla yaşayabilirsiniz. Böyle olması zarurî ve bedihîdir. Çünkü o, bütün kevn ü mekânı elinde tutan Allah’ın ifade ve beyanına dayanmaktadır.
Her doktrin, beşerin bir-iki veya üç yönünü ele alır ve aksettirir. İnsanın letâifine, kalbî melekelerine ve beyin fakültelerine kadar bütün vücudunun maddî-mânevî ihtiyaçlarına cevap verecek şey ancak dindir. Meselâ, bir doktrin sadece mideyi esas alarak yürümüştür. Ona göre işin temelinde madde, yani karnını doyurma ve mide yatmaktadır. Bu anlayışta âdeta kalb mideye yedirilmektedir. Böyle bir sistem, insanın sadece bir yönünü ele almaktadır. Başka biri, insan, iktisadî durumunu düzeltirse sair şeyler de düzgün gider demektedir ki, bunların hemen hepsi insanın sadece hayvanî ve nebatî yönünü ele almaktadır. Bunlara göre insan, yukarıdan hava, aşağıdan su alacak, büyüyüp çınar hâline gelecek, sonra da gümleyip gidecek bir cisimdir.
Bu doktrinlerin hiçbiri, benim ezel ve ebetle alâkamı anlatmıyor; ruhumdaki meyilleri, tûl-i emelimi anlatmıyor; kanat çırpıp semalara doğru uçuşumu, bütün kevn ü fesada bir tekme vurup itişimi anlatmıyor; ebedden ve ebedî Zât’tan başka bir şeye razı olmadığımı anlatmıyor; ve tabiî ki, insanın ebedî hayattaki durumunu da hiç mi hiç anlatmıyor.
Din ise, bütün bunların hepsini kâmilen anlatıyor ve hepsini kucaklıyor. Bu noktada da doktrin-din birbirinden ayrılıyor. Hâsılı, din başka, doktrin başkadır.
Kaynak: Çizgimizi Hecelerken, “Din ve Doktrin”