Dinî, millî veya ictimaî özel bir kudsiyeti ve ehemmiyeti olduğu için ümmetçe ve milletçe kutlanan gün veya günlere bayram denir. Bayram, bir kısım imtiyazları ve hususiyetleri sebebiyle bir günün diğer günlerde olmayan, o güne has bazı umumî merasimlerle kutlanması olarak da tarif edilebilir. Bugünlerin kendine mahsus bir manası ve tes’îd biçimi vardır. Özünde ise büyük bir neş’e, sürur ve mutluluk bulunur. “Bayram, İslâmî duygu ve düşüncenin sızıp kâsesinden dışarıya çıktığı ve köpürüp her yanı sardığı bir buluşma günüdür.”[1]Gülen, Yeşeren Düşünceler, s.51, TÖV Yay, İzmir, 1996.
Bayram kelimesinin aslı olduğu ileri sürülen farsça bazrâm veya bezrem kelimesi, sevinç ve eğlence günü manasına gelmektedir ki, çiçekler ve ışıklarla bezenen yere “bazrâm gir, yani gönül açan yer” denilir.[2]Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1/650, Eser Neş. 3. Bsk. İst. 1971.
Arapça’sı ıyd, çoğulu a’yâddır. Bayram tebriğine ta’yîd, bayramlaşmaya da muayede denilir. Bugünlere ıyd denilmesi, bunların bir huzur ve meserret zamanı olup avdetleriyle tefe’ül edilmesinden veya bunlarda Allah Teala’nın birçok avâid-i ihsanı (ihsan gelirleri) tecelli eylediğinden dolayıdır.[3]Dîvân-ı Lügatü’t-Türk, 1/401,3/133. Iyd/bayram kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de tek bir âyette geçmektedir: (Maide 5/114).
Bayramlar, Allah’ın büyük bir ikramı nev’inden “hukuk-u ibâd / kulların hakkı”[4]Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, s.151 , Bilmen Yay, İst. 1990. olarak da yorumlanmıştır.
İslamiyette bizzat Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah’ın emri doğrultusunda kavlî ve fiilî olarak teşrî’ buyurmuş oldukları dinî bayramlar, haftalık cuma bayramı, senelik de (arafe’yle beraber) kurban ve ramazan bayramlarıdır. “Cenâb-ı Hak, cuma gününü (bayram olarak) bize ihsan etmiştir.”[5]Buhari, Cuma 1; Müslim, Cuma 21. 8 Ebu Davut, Salât 239, 245; Nesai, Iydeyn 1; Ahmed, 3/103, 178. Bu hadis-i şerifte cuma günün müslümanların (haftalık) bayram günü olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Dinî bayramlar, hicrî birinci yılda meşru kılınmıştır. Rasulullah (sas) hicretle Medine’ye geldiğinde Medinelilerin iki bayram günü vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi. “Bu iki gün(ün mana ve mahiyeti) nedir?” diye sordu. “Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!” dediler. Aleyhisselatü vesselam: “Allah Teala, kutlamakta olduğunuz bu iki gününüze karşılık, size onlardan daha hayırlı diğer iki gün lutfetti: yevm-i edhâ (kurban bayramı) ve yevm-i fıtr (ramazan bayramı).”
İslam dini, her müessesesinde kendi istiklaliyet ve orijinalitesi kurduğu gibi, bu konuda da iki cahiliye adetini kaldırmış, yerlerine ilâhî kaynaklı iki bayram teşrî’ etmiştir. Böylece mü’minlerin bayramı da İslâmca olmuştur. Müslümanların haftalık bayramı olan cuma gününün kılınması farz olan hususî ibadeti cuma namazı bulunduğu gibi senelik bayramları ramazan ve kurban bayramlarının da kılınması vacip olan hususî bayram namazları vardır. Mü’minlerin bayramı ibadetle başlar; zira hakikî sürur Allah’a ibadettedir. Bayramlar getirilen tekbirlerle sonsuzluğa açılır; amel-i salihin artırılması ile ahiret hesabına büyük değerler kazanır. Kur’ân-ı Kerim’inde “Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lutfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar!” (Yunus 10/58) buyurmak sûretiyle Cenab-ı Hak, mü’minlere ihsan-ı ilahî ile ferahlanmalarını emretmektedir. Cuma, ramazan, arafe ve kurban bayramları da o İlahî lütufların başlıcalarındandır.
Kurban Bayramı
Kurban bayramı [ıydü’l-edhâ / ıydü’n-nahr], İslam âleminin 10-13 Zilhicce günlerinde kutladığı en meşhur dinî bayramdır. Kur’ân-ı Kerim’de Saffât (37/83-113) ve Hac sûrelerinde (22/26-28) geçtiği üzere Hz. İbrahim’in sünneti olarak tes’îd edilegelmektedir. “Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları keserken O’nun adını ansınlar…” (Hac 22/34) âyeti de bunun daha sonra bütün ümmetlere şamil bir ibadet olduğunu bildirmektedir. Kurban bayramı, Mekke’de nâzil olan “Biz gerçekten sana kevseri verdik. Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” (Kevser 108 /1-2) emr-i İlahîsince yalnızca kendisine farz kılınmış olarak kuşluk namazı (veya şükür namazı) kılmaya ve kurban kesmeye başlayan Rasulullah tarafından ilk defa hicretin birinci yılında Medine’de Allah’ın emri doğrultusunda kavlî ve fiilî sünnetiyle bütün mü’minlere bayram olarak teşrî’ buyrulmuş ve bu günlerde bayram namazı kılmak ve kurban kesmek vacip kılınmıştır.
Bir hadis-i şerifte: “Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.” buyrulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu ve hükümlerini belirlediği bayram olan kurban bayramı, aynı zamanda ilgili hadislerin bildirdiğine göre senenin en kıymetli günüdür veya hayırda arafe gününe denktir. Arafe günü ve kurban bayramı günleri, esasında İslâm’ın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan hac ibadetinin vakitleridir.
Kurban, kelime olarak k-r-b kökünden mastar olarak yaklaşmak, isim olarak ise hizmetiyle sultana yakınlaşmış kişi anlamına gelir. Istılâhî olarak da: Allah’a manen yakınlaştıran şey demektir; yani belirli bir havyanı, belirli bir vakitte ibadet niyetiyle kesmektir. Bereketli ve feyiz dolu bayram günlerimizden olan “Kurban bayramı, Hz. İbrahim’in belli bir buudda fedakârlık yaptığı, Müslümanların da bütün samimiyetleriyle günahlarının affına yol aradıkları.. ve bu gâyeye ma’tûf, bazılarının Beytullah’a yüz sürüp, Arafat’ta vakfeye durdukları ve Muhammedî bir ruhla yalvarıp yakardıkları bir gündür.”
Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’i (as) kurban etmek istediği, Cenâb-ı Hakk’ın da büyük bir koç göndererek onu kurtardığı günün yıldönümlerinde kutlanır. Bu bayram, hanîf İslam dininin önderleri olan peygamberin anılarını tazelemek, Allah uğruna canı ve malı feda etmek, bu yolda sabır ve metanet göstermek konusunda onları örnek almak anlamları taşır.
Kurban kelimesi üç âyette yer almaktadır: (Âl-i İmrân 3/183; Maide 5/27; Ahkâf 7/28). Kelime olarak hadis-i şeriflerde ise nadiren geçmektedir: “Salât, (Allah’a sunulan bir) kurbandır.” Ancak kurban bayramı, kurban kesimi, hac ve menasiki ile alakalı pek çok âyet ve yüzlerce hadis bulunmaktadır. Kur’an’ın en çok kurban bayramından bahsetmesi onu, diğer bütün günlerin üzerine çıkarmaktadır; zira Kur’ân herşeye kâmet-i kıymetince yer verir. Kur’ân’da kurban ve hacdan başka, bizzat bunların yapıldığı kurban bayramı günlerinden de üç sûrede bahsedilmektedir:
1. Kevser sûresinde geçen “Venhar!” (108/2) ifadesinde mef’ûl mücmel bırakıldığından dolayı, bundan “Nahr/Kurban bayramı yap!” manası anlaşılabileceği gibi, “(Bayram) namazı kıl, kurban kes de kurban bayramı yap!” anlamı da çıkarılabilir ki bazı müfessirler âyetteki namazdan maksadın bayram namazı, nahrdan muradın da kurban bayramında kesilen kurbanlıklar olduğunu belirtmişlerdir. Binâenaleyh “Venhar!” ifadesinin, Allah Rasulü’nün zâtında bütün mü’minlere kurban bayramını, bayram namazı kılıp kurbanlar keserek kutlamayı emretmekte olduğu ortaya çıkmaktadır.
2. Burûc sûresindeki “Şahid ve meşhûd’a kasem ederim ki…” (85/3) âyetinde geçen şâhid ve meşhûd’un ne olduğuna dair yapılan tefsirlerden bir tanesi de, şâhidin arafe günü, meşhûdun da kurban bayramı günü olduğu şeklindedir. “Meşhûd, kurban bayramıdır. Çünkü bu gün, dünyada insanların bir araya gelip toplandıkları en büyük gündür. Yine o günde Mina ve Müzdelife’de doğu ve batıdan birçok insanların bir araya gelirler ve o gün, müslümanların bayramıdır. Meşhûd güne (kurban bayramına) yemin edilmesinin gayesi ise haccın, büyük ve önemli bir iş olduğunu ortaya koymaktadır.
Arafe ve kurban bayramı günleri, Allah Teala’nın büyük saydığı, kıymet verdiği ve hac günlerinin en önemlilerinden kıldığı iki gündür. Dolayısıyla bu iki gün, kendinde bulunan kimselerin, mü’min olduklarına ve İlahi rahmete müstehak olduklarına şehadet eder.”
3. Yine şu âyet-i kerimeler, ekseriyetle arafe ve kurban bayramı günleri olarak tefsir edilmiştir: “Fecre, on geceye, çifte ve teke, akıp giden geceye yemin olsun ki kıyamet gelecektir.” (Fecr 89/1-4.)
4. El-fecr (lam, ahd manasına olarak), kurban ve cuma gibi mübarek günlerden birinin fecri [Mücahid’den gelen rivâyete göre kurban bayramının fecri]; on gece, Zilhicce’nin ilk 10 günü şeklinde [10. gün, kurban bayramının 1. günü oluyor]; çift, kurban bayramının ilk günü, tek de arafe günü; akıp giden gece ise, sabahı bayram olan gecenin seher vakitleri [veya bazı tefsircilere göre, leyle-i cem’ (hacda akşam ve yatsı namazlarının birleştirilerek yatsı vaktinde kılındığı gece) denilen Müzdelife gecesi] şeklinde de tefsir edilmiştir ki, mezkur âyetlerin hemen en kuvvetli tefsir vecihleri böyledir. Dolayısıyla bu âyetler, arafe ve kurban günlerine yapılan İlahî yemini dile getirmekte, bu zaman dilimlerinin Allah’ın katındaki ehemmiyet, kutsiyet, fazilet ve kıymetini açıkça ifade etmektedir.
Kurban bayramı, Allah emri doğrultusunda bizzat Hz. Peygamber’in kavlî ve fiilî tatbikatıyla ümmete bayram olarak teşrî’ buyurulmuştur. Fazilet ve kudsiyetini bildiren hadislerden hareketle kurban bayramının, Allah katında en hayırlı ve en efdal günü olduğu veya arafe gününe denk olduğu belirtilmiştir. Nitekim ilgili hadislerden birinde: “Allah katında günlerin en büyüğü yevm-i nahrdır (kurbanın birinci günü: Zilhicce 10); bunu fazilette yevm-i nefr takip eder (kurbanın 2. günü: Zilhicce’nin 11).” buyrulmuştur.
Benzer bir hadiste ise: “Allah katında günlerin en büyüğü, kurban bayramının birinci ve ikinci günüdür.” ifadesiyle geçmektedir. Cuma ve arafe gününün de Allah katında en hayırlı gün olduğuna dair hadisleri değerlendiren âlimler, en hayırlı günün kurban veya arafe günü olduğu, ya da her ikisinin birbirine eşit bulunduğu sonucuna varmışlardır; cuma gününü de haftanın en hayırlı günü olduğu yorumunu yapmışlardır.
Kurban bayramı, namazı ve kurbanlıklar, İslam’ın şeairindendir (Hac 22/26-28, 32). Dolayısıyla bunlara hürmet etmek Allah’ın emridir. Nitekim âyette şöyle buyrulmuştur:
“Kim Allah’ın hürmet edilmesini emrettiği şeyleri tazim ederse bu, Rabb’inin nezdinde kendisi için sırf hayırdır…” (Hac 22/30) ve “Kim Allahın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalblerin takvasındandır.” (Hac 22/32).
Arafe günü sabah namazı ile başlayan ve kurban bayramının dördüncü günü ikindi namazına kadarki beş günde her farz namazın akabinde teşrîk tekbirleri getirildiği için bugünlere “eyyâm-ı teşrîk / teşrîk günleri” denilmiştir; ancak hakikatte kurbanın 2, 3 ve 4. günlerine (Zilhicce 11, 12, 13) teşrîk günlerine denilir. Nitekim hadiste: “Arafe günü, nahr/kurban günü (kurbanın birinci günü) ve teşrîk günleri (kurbanın 2, 3 ve 4. günleri) biz müslümanların bayramıdır.” buyrulmuştur. Hacıların Mina’da olduklarından bu üç güne Mina günleri de denir.
Hikmet açısından, Müslümanların bayramlarda bir araya gelmelerinin, Allah’ı zikirden ve dinî şeairin takdisinden hali kalmaması için bayram namazı ve teşrîk tekbirleri vacip kılınmıştır. Bunun yanında bayram âdeta “mü’minlerin bir nevi gövde gösterisi olması” maksadı da gözetilmiştir ki, çoluk-çocuk, kadın-ihtiyar herkesin bayram yerine katılmaları müstehap kılınmıştır. Rasulullah (sas), bayram namazına giderken ve gelirken yollara dizilenlerin bayramlarını kutlardı. Allah Rasulü, bayram namazları sonunda sadaka ve hediyeler verirdi, vermeye teşvik eder, bu verilenlerin günahların bağışlanmasına sebep olacağını bildirirdi.
“Kurban bayramı, Hz. İbrahim ve İsmâil’den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, bir fedâkarlık, bir hasbîlik ve bir teslimiyet sembolü olagelmiştir. Kurban bayramı, tıpkı orduların savaşa gidişi gibi gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır. Onda hem bir mûsiki ve şiir hem de muhârebelerin bin tarraka ile gürleyen hakkı ilan sesleri içiçedir. O kutlu zaman diliminde hemen herkes, her şey ve her yer âdeta dile gelir ve konuşur. Arafat bir mahşer gibi kaynar ve köpürür, bir hesap meydanı gibi endişe ve ümit soluklar.. Müzdelife, Mîna yoldakilerin telaş ve tedarikiyle uğuldar.. Ka’be, sinesi hasretle yanan gufrana susamışların nabzı gibi atar.. ve bütün bu sesler, soluklar Hakk karşısında divan durmuş inleyen en mükerrem kulların çığlıkları gibi gider verâların kapılarına dayanır. Sanki ebediyet gamzeden bu seslerle, hislerimizin sınırsızlığını, hülyalarımızın sonsuzluğunu edâ ediyormuşuz gibi, duygularımızın bütün hazineleri açılır.. ve bütün mahrem hislerimiz bağı kopmuş tesbih taneleri gibi dörtbir yana saçılır. Her yanda köpürüp köpürüp Hakk katına yükselen bu sihirli sesleri duyup ve gönüllerimizde cennetler gibi esen şevk ü tarâbı yaşadıkça, aşktan, şevkten ve bayramın büyüsünden süzülmüş diriltici bir iksiri içiyor gibi oluruz.”
Kurban bayramlarında milyonlarca mü’minin hep bir ağızdan Allahü Ekber demeleri, rubûbiyet-i ilahiyenin “âlemlerin rabbi” ünvanıyla küllî tecellisine karşı küllî bir ubûdiyetle yapmış oldukları bir mukabeledir. Bayram namazlarında mü’minlerin kalpleri kulluk cihetiyle ittihad eder (birleşir), dilleri bir kelime üzerinde toplanır. İnsan, Mabud-u Ezelî’nin ulûhiyetine ve hitabının azametine karşı, sayısız kalblerden ve dillerden çıkan dualar ve zikirler ile küllî bir mukabelede, kullukta bulunur. deta bayram namazlarında İslâm âleminin zikir ve tesbihleriyle dünya, büyük bir zelzeleye mazhar olur; bütün kara ve denizleriyle Allahü Ekber der; kıblesi olan Kâ’be-i Mükerreme’nin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arafat diliyle Allahü Ekber diyerek, o tek kelime yeryüzünün her bir toprağındaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül eder. Bir tek Allahü Ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla sonsuz Allahü Ekber’ler vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semaları dahi çınlatır ve berzah âlemlerine de dalgalar göndererek sadâ verir.
“Ramazan ve kurban bayramlarını Lailahe illallah, Allahü Ekber, Sübhanallah ve Elhamdülillah’lar ile süsleyin.” hadis-i şerifi ve benzeri n bayramlarda bolca tekbir, tehlil, tesbih ve tahmidler getirilmesi sünnettir ki âyette de “Allah size hidâyet ettiği için, (bayram) tekbirleri getirerek Zât’ını tazim etmenizi ister.” (Bakara, 2/187) buyurulmuştur. Beş vakit namazda, bayram namazında ve hac ibadetinde çok tekbir getirmenin sırrına dair Bediüzzaman şu izahatı getirmiştir:
Bir nevi mi’rac hükmünde olan namazın hakikati, huzur-u İlâhî’ye kabuldür. Her Allahü Ekber’le âdeta bir mi’rac basamağı kat’ ederek, manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, maddiyat kayıtlarından sıyrılıp bir küllî ubûdiyet mertebesine veya küllînin bir gölgesine veya bir sûretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup, “iyyâke na’budu / ancak sana kulluk ederiz” hitabına bir büyük mazhariyettir.
Namaz hareketlerinde tekrarla Allahü Ekber denilmesi, mertebeler kat’ etmeye, manevî terakkiye ve cüz’iyattan küllî dairelere çıkmaya işarettir; ve Allah’ın marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyasının mücmel bir ünvanıdır. İşte Hacda pek kesretli “Allahü Ekber” denilmesi, şu sırdandır. Çünki hacc-ı şerif bil’asale herkes için bir küllî mertebede bir ubudiyettir. Nasılki bir asker, bayram gibi bir özel günde bir mareşal ile birlikte komutanlık dairesinde padişahın huzuruna girer, lutfuna mazhar olur; sair vakitte ancak zabitinin makamı ile onu tanır. Öyle de hacda herbir mü’min ne kadar ami de olsa, mertebeler kat’ etmiş veliler gibi “Yerin ve Göklerin Rabbi” ünvanı ile Allah’ı tanıyıp O’na teveccüh eder; bir küllî ubudiyetle müşerref olur. Elbette hac anahtarıyla açılan rubûbiyetin küllî mertebeleri.. hac dürbünüyle nazarına görünen azametli ulûhiyetin ufukları.. ve yine hac şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişleyen ubudiyet daireleri, kibriya mertebeleri ve tecelliler ufkunun verdiği hararet, hayret, dehşet ve heybet-i rubûbiyet ancak “Allahü Ekber!”ler ile teskin edilebilir ve onunla o inkişaf etmiş, gözle görünen veya tasavvur edilen mertebeler ilan olunabilir. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine “Allahü Ekber”i tekrarla cevab verir ve nefis ve şeytanların en ehemmiyetli desiselerinin kökünü Allahü Ekber’lerle kesip atar. Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte İslam şeairinin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.
Efendimiz (sas)
- “Kurban kesin; zira kurban, babanız İbrahim’in sünnetidir.”,
- “Hâli-vakti yerinde olduğu halde (dinî ölçüye göre zengin sayıldığı halde), kurban kesmeyen kişi bizim musallâmıza (namazgâhımıza) yaklaşmasın.”
- “İnsanoğlu Allah nezdinde, kurban gününde kurban kesmekten daha sevgili bir iş işlememiştir. O kurban, kıyamet gününde boynuzları, postu ve tırnakları ile gelir. Kurban kanının Allah katında büyük itibarı vardır, kan akıp yere düşmeden Allah katında yüce bir mevkiye ulaşır. Kurbanı temiz ve halis bir kalp ile Allah’a takdim edin.”
- “Kurbanlar, sahipleri için sırat köprüsünü geçmede birer binit haline geleceklerdir.”
- “Kurbanlarınızdan bir kısmını yeyin, bir kısmını tasadduk edin ve bir kısmını da biriktirin.”
hadisleriyle bayramın, kurbanın ve infakın önemini beyan etmiştir.
Kurban kesimlerinin yapıldığı bayramın 1, 2 ve 3. günlerine ise eyyâm-ı nahr denilir. Ancak kurbanı, yevm-i nahr’le ifade edilen birinci günde kesmek daha faziletlidir. Hür, mukim (yolcu değil), müslüman ve dinî ölçüye göre zengin sayılan (üzerinden bir yıl geçmemiş bile olsa nisâb miktarı mala sahip bulunan) kişilere kurban kesmek vaciptir. Kurban kesimi, bayram namazından sonra başlar, bayramın üçüncü günü akşamına kadar devam eder. Rasulullah’ın sünneti gereğince ve (Rabbin için) kurban kes!” (Kevser 108/2) âyeti zımninde kurbanın kesilmesi vacip olsa da, Allah için kesilmesi farzdır. Zira esas olan takvadır ki bu nedenle şöyle buyrulmuştur:
“Unutmayın ki ne onların etleri ulaşır Allah’a, ne de kanları. Ona ulaşan tek şey, kalblerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır. O bu hayvanları size âmâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için Onun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele!” (Hac 22/37.)
Not: Bu yazı Yunus Gülendam’ın Yeni Ümit dergisinde çıkan Dini Bayramlarımız yazısından derlenmiştir. Yeni Ümit sitesinde ilgili yazının dipnotlarının bir kısmı verilmediği için dipnotlarda eksiklik bulunmaktadır.
Dipnotlar
⇡1 | Gülen, Yeşeren Düşünceler, s.51, TÖV Yay, İzmir, 1996. |
---|---|
⇡2 | Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1/650, Eser Neş. 3. Bsk. İst. 1971. |
⇡3 | Dîvân-ı Lügatü’t-Türk, 1/401,3/133. |
⇡4 | Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, s.151 , Bilmen Yay, İst. 1990. |
⇡5 | Buhari, Cuma 1; Müslim, Cuma 21. 8 Ebu Davut, Salât 239, 245; Nesai, Iydeyn 1; Ahmed, 3/103, 178. |