Maddecilik, Karl Marks’a mahsus bir düşünce değildir; o, ta ilk devirlerden bu yana kendisini yer yer hissettiren felsefî bir fikir akımıdır. Meselâ Epikür, bir maddeci düşünürdür. Daha ilk devirde maddeci olmayan spritüalist feylesoflar, onun düşüncesini cerh eden fikirler serd etmiş ve farklı düşünceler ortaya koymuşlardır. Dahası Epiktetos gibi kimseler bununla yetinmeyip Epikür ile alay etmişlerdir. Aslında o, sağlam mesnetli bir fikir de ortaya atmamıştır. Kendinden evvel Ege’deki başka feylesofların madde mevzuundaki bir kısım düşüncelerini farklı bir üslupla yeniden ortaya atmıştır. Bu itibarla da onun düşünceleri, bunları tekrardan ibarettir.
Evet, maddiye fikri kadimden beri devam edegelmektedir. Esası da şudur: “Sadece madde diye bir şey vardır, müstakil bir ruhun mevcudiyeti söz konusu değildir.” Bazıları ruha bir kuvve-i sâriye nazarıyla bakmış, bazıları ise o devirde bile “Enerjinin maddenin hâsılı veya bir dönüşmüş şekli olduğu gibi ruh, mânâ, düşünce ve harekât da maddenin hâsılıdır.” demişlerdir.
O devirden günümüze kadar maddiyeciliği redde dair bir sürü eser yazılmış, Epikür ve Demokrit gibi maddeci filozofların bu mevzudaki fikirleri çürütülmüştür. Fakat daha sonra bunlar, Avrupa’da Hıristiyanlığa karşı reaksiyon gösteren bir maddiyeci cephe oluşturmuş ve bu düşüncelerini modern ilimlerle de destekleyerek onu âdeta ihyâ etmişlerdir.
Avrupa’dan ilimlerin adapte edilmesi ve bize aynen intikal etmesiyle, Batı’da dine, diyanete ve ruhçuluğa karşı gösterilen reaksiyon bizde de gösterilmiş ve bu meselenin bir hakikati varmışçasına aynıyla kabul edilmiştir. Bu ilmi, daha doğrusu felsefî maddiyeciliği (materyalizm), Karl Marks ve Engels ile tarihî maddecilik hâlinde (hususiyle daha sonra bir cemaatin iktisadî ve içtimaî hayatında onların fikri hâkim olmakla) biraz kuvvet kazanmış, güçlenmiş ve hakikati var zannedilmiştir.
Marks maddeyi esas almakta ve bunun ötesinde metafizik hiçbir şeye inanmamaktadır. Ona göre her şey bir bakıma maddenin hâsılıdır. Bu noktadan hareketle o, meselâ iktisadî hayatla alâkalı, “Bir insan, iktisadî durumunu düzenlerse her türlü huzur ve saadet arkadan gelir.” demektedir. Binaenaleyh din ve güzel sanatlar gibi değerler tâli şeylerdir. Aynı zamanda bunların hepsi maddî refah üzerinde teessüs edecek hususlardır. Ancak kendi devrinde yine inanmayan bir içtimaiyatçı Durkheim gibi bazı düşünürler, dinin, güzel sanatların, hatta ırkın dahi insanların hayatında çok mühim bir rükün olarak müstakil bir yeri olduğunu söyleyerek ona karşı çıkmışlardır. Yani Marks’ın ortaya attığı fikirler herkes tarafından hüsnü kabul görmemiş, hem Müslümanlar, hem Batılı düşünürler, hem de pek çok milliyetçi tarafından daha o zaman cerh edilmiştir. Aynı zamanda onun düşüncelerinin menba ve menşe itibarıyla madde olarak çok eski maddiye fikrine dayalı olduğu, tekâmül ve içtimaî hayat mevzuunda Hegel’in düşüncelerini alt üst ederek papağan gibi onun sözlerini tekrar ettiği dile getirilmiştir.
Aslında Marks, içtimaî hareketler tarihini değerlendirerek sa’y ve sermaye mevzuunda doğruya yakın şeyler de söylemiştir ama bunlar seleflerinin düşüncelerini çağın idrakine göre sunmadan öte bir kıymet ifade etmemektedir. Onun maddecilik ve inkâr-ı ulûhiyet düşüncesi tamamen mesnetsiz iddialardır. Enfüse ve âfâka ait öyle delâil vardır ki, Hakk’ı inkâr etmeye ne mecal ne de mesağ vardır. Marks bütün bunları çürütecek hangi laboratuar tecrübesiyle o büyük iddialarda bulunmuştur. Bu iddialar mesnetsiz olsa da maddiyecilik adına bir şeyler söylenirken, biz hemen durup onu dinliyoruz. Kaldı ki bugün maddiyecilik tamamen yıkılmıştır. Hususiyle madde ile iştigal edenler, maddiyecilik fikrinin çözüldüğünü söylemektedirler. Abdülaziz Çaviş, İsmail Fenni Efendi, Hilmi Ziya Ülken, Fındıkoğlu ve daha nicelerinin yazdıkları eserler, pek çok delille hem maddiyeciliğin çöküşünü hem de Marks’ın fikirlerinin çözülüşünü ifade etmektedir. Ayrıca, bugün birçok Avrupalı yazar da onun tenakuzlarını anlatmaktadır. Bu kadar mecruh bir adamın, -affedersiniz- atmasyon bir sözünün her şeyden önce hüccet kabul edilmesi garip değil mi!..
Sâniyen, tevhid, nübüvvet ve Kur’ân mevzuunda Marks’ın hiç kabul etmediği öyle meseleler vardır ki, biz, bunları gayet açık seçik müşâhede etmekteyiz. Meselâ Hâlık’ın varlığına ve birliğine dair, ister nizam ve intizamdan süzülmüş; ister maddenin esasından ve kanunundan takattur etmiş olsun, ister şu âna kadar hayat mevzuunda tecrübelerin ortaya koyduğu hususlar olsun, ister insanın fikir ve ruhuyla alâkalı görüp duyduğumuz şeyler olsun, ister iç müşâhedeler yani vicdanın müşâhedeleri olsun, isterse Pascal ve Bergson’un ledünnî tecrübeleri (entüisyon) türünden olsun.. -o kadar delil var ki- bütün bunları görmezlikten gelerek kalkıp “materyalizm” demek zor olsa gerek. Kaldı ki bugün biz maddeyi Marks’ın istediği istikamette değil, Allah’ın mevcudiyetini ispat istikametinde de rahatlıkla değerlendirebilmekteyiz.
Evvelâ her şey gibi maddenin de tâbi bulunduğu bir nizam var; “Madde bu hâle gelirse böyle olur.” sözü bunun tam izahı değildir. Engels, “Hücrenin içinde, DNA’ya şifreleme programını verdiğimiz zaman dıştan bir müdahaleyi kabul etme mecburiyetinde kalırız.” diyerek, bazı hususlarda peşin kabulleri açıktan müdafaa eder. Birinin de kalkıp aminoasitler için aynı şeyi söylemesi mümkündür. Bu, şu camii, onun binasında kullanılan değişik parça ve parçacıklar meydana getirmiştir demek gibi olmayacak mıdır? Rica ederim buna kim inanır? İnsanın etrafında gözünün görüp görmediği ve hissedip hissetmediği o kadar şuurkâr işler cereyan etmektedir ki, insan, bunların o berrak simasına baktığı zaman, bu tür şuurlu hareket, tahavvülât ve tebeddülâtın kendileri şuurlu olmadığından kat’iyen bunların arkasında hâkim bir şuur ve ilmin işlediği anlaşılmaz mı? “Bunu böyle kabul edersek, dış müdahaleyi kabul edeceğiz.” türünden yapılan açıklamaları, yenilmemek için minderin dışına kaçan güreşçinin durumuna benzetirsek çok görülmesin…
Sâniyen öyle delâil-i Kur’âniye vardır ki, bunları Marks ve emsali inkâr etse de bunların hemen hepsi de kevnî hakikatlerdir.
Ayrıca hadislere bakıyoruz. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) 14 asır evvel bir ekranda 14 asır boyu cereyan edecek hâdiseleri berrak simalarıyla hiç iltibas ve iştibaha meydan vermeden anlatmaktadır. Efendimiz’in lâl-ü güher sözleri içinde yakalayabildiğimiz, gayba âşina o nazarın gördüğü ne kadar hakikat varsa, sırasıyla bu devirde cereyan eden hâdiselerin yanına getirdiğimiz zaman en ufak bir tehalüf ve tezat müşâhede edilmemektedir. Binaenaleyh bunu madde ile izah etmeye imkân var mıdır? Maddenin hususiyetleri bellidir; bugün laboratuvarlardaki kimyevî neticelerle 1400 sene sonraki neticeleri söylemeye imkân yoktur. Kaldı ki bugün insanların elinde tecrübeye tâbi bir kısım imkânlar da var. Efendimiz’in bu mevzuda ifade buyurduğu beyanlarına intikal ettiğimiz zaman bunu madde ile izah etmeye imkân yoktur.
Bir de meselenin ledünniyat tarafı var ki avamın rüyalarından, havassın müşâhedelerine kadar bunu ne göz, ne de kulak halüsinasyonu ile izah etmek mümkün değildir. Biri, “Ben yirmi sene sonra zuhur edecek şeyi yirmi sene evvel gördüm.” dese hilâf-ı vâki beyanda bulunulmamışsa bunu madde ile nasıl izah edersiniz? Işığın boyu belli, maddenin hâkim olduğu saha belli, tecrübenin sahası da bellidir. Buradan fiziğin ve maddenin ötesinde insanın münasebet kuracağı bazı şeylerin var olduğu anlaşılmaz mı?
Şunu da ifade ederek mevzuu noktalamak istiyorum. Bu kadar deliller karşısında Marks’ın maddeciliğine bir değer vererek üzerinde fazlaca durmayı şahsen zait sayıyorum. Yukarıda isimlerini verdiğim zevatın yazdığı kitaplar okunduğu takdirde bu konuda yeterli bilgiye sahip olunacaktır.
Kaynak: Kendi İklimimiz, “Maddecilik Fikri İflas Etmiştir“