Müspet hareketin, okuduğumuz ve az dahi olsa âşina olduğumuz kitaplar ve bize ait terminoloji açısından mânâsı şudur: Müspet hareket, insanın, “Benim yolum, hizmet metodum güzeldir.” duygu ve düşüncesiyle mesleğinin muhabbetiyle yaşaması ve asla gönlünde başkalarına adavete yer vermemesidir.
Aslında, kendi mesleğine bağlılığını canlı tutup, kendi mesleğinin sevgisini başka gönüllere ulaştırıp onlarda alâka uyaracağına, başkalarının mesleğini yıkmakla meşgul olan bir insan, menfi hareket ediyor demektir. Kendi mesleğine revaç kazandırmak adına, “Falanın mesleği şöyle kötüdür, filan şöyle merduttur.” diyen kişi günah işliyor ve mesleğinin muhabbetiyle yaşayacağına, başkalarına adavetle yaşıyor ve dolayısıyla kendi mesleğini de baltalıyor sayılır.
Evet, mükerrer tecrübelerle görülmüştür ki, bir insan, mesleğinin muhabbetiyle hareket edeceği yerde, başkalarını yıkmakla meşgul olunca, çok defa kendi düşüncesini baltalamış olur. Her şeyden evvel bize de onlara da müheymin ve nigehban olan Allah var. O, iddialara göre değil, iç mülâhazalara göre muamelede bulunur. Eğer biz hak yolda isek ve çalışmalarımız Allah’ın hoşuna gidiyorsa, O, yeryüzünde bize perde olabilecek her şeyi bertaraf eder. Şayet bizim ihlâsımız yoksa ve samimî değil isek, buna karşılık başkaları ihlâslı ise onların ortaya çıkmasına ve bizim kaderimize hâkim olmasına mâni olmak, Allah’a karşı bir suiedeptir. Binaenaleyh kişi başkalarını yıkmakla meşgul olacağına, daha ziyade ihlâslı harekete önem vermelidir. Bütün davranış ve hareketlerini, Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut edecek şekilde ayarlamalı, tanzim etmeli ve öyle davranmalıdır.
Müspet hareketin ölçüsüne gelince, diyelim ki, biz din olarak Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirdiği en son dine mensubuz, mezhep olarak da Hanefîliği benimsiyoruz. Şimdi, böyle bir anlayışın muhabbetiyle yaşamak şöyle olur:
İslâm, tevhidi getirmiştir. Şirkin, putperestliğin aleyhinde olmak ve aynı zamanda tevhidi delilleriyle anlatmak elimizdeki kitaplarda gördüğümüz gibi, tevhid düşüncesini şeytanın elinin uzanamayacağı yerlere yerleştirme adına bütün delilleriyle anlatmak, mesleğimizin muhabbeti demektir. Böyle bir sorumluluğumuz olduğu hâlde kalkıp meselâ, Hıristiyanların, lehte veya aleyhte tarz-ı telakkileriyle meşgul olmak, Hıristiyanlık dünyasıyla bizi karşı karşıya getireceğinden mahzurludur. Doğru olan, tevhidi, tevhidin mantıkîliğini anlatmak, dolayısıyla teslisin yanlışlıklarına dikkati çekmek ve Allah’ın üç olamayacağını mantıkî olarak anlatmak olmalıdır. Yoksa kuru bir düşmanlık ve mücerret taarruz, onlarla bizi faydasız bir şekilde karşı karşıya getirir. Hususiyle günümüzde inkârcılık, inkâr-ı ulûhiyet, ateizm yani Allah kabul etmeme düşüncesi, öyle korkunç bir düşmanlıktır ki, karşımızda bunlar varken Allah’a, peygambere ve geçmiş peygamberlere inanan kimseleri hedef almak, Müslümanlık adına yanlış bir mücadele tarzı olsa gerek.
İsterseniz meseleyi biraz daha hususileştirelim: Meselâ, biz Hanefî mezhebindeniz. Ben bir Hanefî olarak Hanefî mezhebini Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinden üstün tutarım. Fakat böyle bir üstün tutma hissi, hiçbir zaman beni, İmam Şafiî, İmam Malik veya İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’ni tenkise (eksik göstermeye) sevk etmez ve etmemelidir de. Ben mesleğimin muhabbetiyle yaşar, Ebû Hanife’nin mesleğinin esaslarını ortaya koymaya çalışır, diğerlerinin hatalı gördüğüm yanlarıyla da hiç mi hiç meşgul olmam.
Biraz daha hususileştirecek olursak, bizim bir hizmet metodumuz var; bize bir yol çizilmiş, biz de bu yol içinde hizmet vermeye çalışıyoruz. Bazıları, bir grup teşkil eder, sokağa çıkar ve mitinglerle düşüncelerini seslendirir; bazıları, ehl-i gafletin ve ehl-i dalâletin yolunu kesme istikametinde gayret gösterir; bazıları da daha başka metotlar takip eder. Biz ise, “Günümüzde kalb ve kafalar iman açısından yaralanmıştır. Bu yarayı tedavi edip gönülleri umumî bir itminana ulaştıracağımız âna kadar gerçek huzur ve sükûnun sağlanamayacağına inanır ve himmetimizi iman ve itminan meselesine tevcih ederiz. Bize göre Efendimiz’in yolu da budur. Nitekim O’na emirlik ve bir grup teşkili teklif edildiği zaman “Güneş bir omzuma, ay bir omzuma konulsa ben bu davadan vazgeçmem; yani hep insanlara iman telkin ederim.“[1]İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye 2/101; et-Taberî, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk 1/545. demiş ve bunda ısrar etmiştir. On üç sene Mekke’deki mücadelesinin arka plânında da hep bu vardır.
Evet, işte bu bizim mesleğimizdir. Biz, böyle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Binaenaleyh, bazı hiziplerde daha candan dostlarımız olsa da partiler bizim için tâlî bir meseledir. Her şahıs beğendiğine rey verir. Fakat bunu mevzu yaparak mücadele konusu yapmaz. O, her yerde iman ve Kur’ân nurlarının dostları olabileceği mülâhazasıyla hareket eder, herkesin sempatisine fevkalâde önem verir ve başkalarını küstürmemeyi vazife bilir. Bu bizim üslubumuz, -meslek denecekse- mesleğimizdir.. ve biz, mesleğimizi çok seviyoruz.
Şimdi, mesleğimizi esasatıyla anlatmak, o yolda insanlığa yararlı olmaya çalışmak ve mesleğimizin gereği olan iman hakikatlerine hizmet etmek varken, bunu bir tarafa bırakıp, doğrudan doğruya başkalarının mesleklerini yıkmakla meşgul olmak tam bir menfi harekettir. Bu mevzuda Kur’ân-ı Kerim bizlere şöyle bir düstur verir:
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz hidayette olduktan sonra başkalarının dalâleti size zarar veremez.” (Mâide sûresi, 5/105)
Bu âyet-i kerimeyle mü’minlere âdeta şöyle seslenilmektedir: Siz kendi yolunuza bakın. Yolunuz doğru mudur? Nazarlarınız Hakk’a müteveccih midir? Gönlünüz ihlâs neşvesiyle canlı mıdır? Evet, siz sadece ona bakın. Şayet bunlar varsa, siz Allah (celle celâluhu) nezdinde bir şey ifade edersiniz. O zaman başkalarıyla beyhude meşgul olmaya gerek yok. Başkaları ne kadar güçlü ve kuvvetli de olsa, size zarar veremezler. Siz kendinize bakın, doğru musunuz, değil misiniz? Seccadenizi yere atın. Rabbinizin huzurunda dize gelin, muhasebenizi yapın; eksiğinizi gediğinizi görmeye çalışın, karşınıza bir yanlışlık ve bir karanlık nokta çıkarsa onu gidermeye ve aydınlatmaya bakın; size sadece bu düşer. Eğer gökte sizin için hüsnü kabul vazedilmiş ve Allah “Ben onları seviyorum”, Cibril, “Ben de seviyorum” demişse, sonra bütün melekler de bunu duymuş “Biz de seviyoruz.” demişlerse[2]Bkz.: Buhârî, bed’ü’l-halk 6, edeb 41, tevhid 33; Müslim, birr 157., yeryüzünde ehl-i imanın kalbinden kimse sizi silip atamayacak ve herkes sizi sevecektir. Bu bir imtihandır; imtihanı bitireceğiniz âna kadar sabrecek ve dişinizi sıkacaksınız.
Netice-i kelâm, bize, menfi yollara kat’iyen tevessül etmemek ve başkalarının tahribiyle meşgul olmamak gerekir ki, müspet hareketin ölçüsü de budur. Nefsî düşünce ve nefsaniyetimize mağlup olarak yanlış yollara sapmaktan Rabbim bizi muhafaza buyursun!
Kaynak: Kendi İklimimiz, “Müspet Hareketin Ölçüsü“
Detaylı bilgi için bkz.
Dipnotlar