“Makâm-ı Mahmûd”, yüce bir makamdır ki, orada bütün insanlar, Resûlullah’ın şefaatiyle aceleden hesapları görülüp çok uzun bir beklemeden kurtulup ebedî rahata kavuştuklarından, Hz. Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) şükranlarını arz ederler. “Makâm-ı Mahmûd”u, kısaca makâm-ı şefaat diye de tarif edilmiştir. İslâm bilginlerinin, “Böylece Rabb’inin seni Makam-ı Mahmûda eriştireceğini umabilirsin.” (İsrâ, 17/79) ayetinde geçen “Makâm-ı Mahmûd”dan kasdedilen şeyin, şefaat makamı olduğu hakkında ittifakları vardır.
Nitekim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayetle ilgili olarak: “Bu, üzerinde, ümmetime şefaat edeceğim bir makamdır.” (Ahmed İbn Hanbel, 2/441, 528) buyurmuşlardır. Ayetin lafzı da bu anlamı ihsas ettirmektedir. Zira insan, ancak başkası kendisini medh ü senâ ettiği zaman övülmüş olur. Hamd ise ancak bir iyiliğe karşı yapılır. Binâenaleyh ayette geçen “Makâm-ı Mahmûd”un, kendisinde, Hz. Peygamberin (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), bazı kimselere iyilikte bulunup o insanların bu iyilikten ötürü, onu medhettikleri bir makam olması gerekir. Bu iyiliğin, Resûlullah’ın, dini tebliği ve onu öğretmesi olduğu düşünülemez. Çünkü bu, zaten mevcuttur. O zaman ayette geçen: “Böylece Rabb’inin seni Makam-ı Mahmûda eriştireceğini umabilirsin.” ifadesi bir ümit vermedir. Hâlbuki kişiye, zaten kendisinde mevcut bulunan bir şey vadederek, onda arzu uyandırmak mümkün değildir. Binâenaleyh, kendisinden ötürü teşekkür edilecek bu iyiliğin, insanlara bilahare ulaşacak bir iyilik olması gerekir. Bu ise, Resûlullah’ın, Yüce Allah’ın huzurunda ümmetine şefaatçi olmasıdır.
Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) şefaatiyle ilgili olarak, hadis kitaplarında pek çok hadis vardır. Bunlardan sadece birini aktarmakla iktifa edeceğiz. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Kıyamet günü insanlar, cemaatler hâlinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: ‘Ey falan! Bize şefaat et, ey falan! Bize şefaat et!’ diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte “Makâm-ı Mahmûd” budur.” (Buhârî, Tefsir 17/11)
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz