Faydasız, anlamsız ve kişiyi ilgilendirmeyen söz ve davranışlara denir. Kişiyi fiil, söz, nazar ve fikir olarak ilgilendirmeyen her şey mâlâyanidir. Yani sadece davranış ve sözde değil, baktığımız, düşündüğümüz, hayal ettiğimiz şeylerde de gereksiz şeylerden kaçınmalıyız.
Mâlâyaniyi, İslâm’ın insana getirdiği mesuliyet telakkisi çerçevesinde anlamak daha uygun olur. Kalb, dil, göz, kulak, akıl, hayal gibi bütün organlarının amellerinden hesaba çekilecek olan insanın, bu hesapta terazinin sevap kefesine girmeyecek şeylerden kaçınması gerekir. Böyle bir malayanî anlayışı, kişiyi hayal kurarken bile iradeli davranmaya, faydalı işler hayal etmeye, hayır aramaya ve bu alışkanlığı kazanmaya sevk eder.
Şu hadis-i şerif günümüzde yaygın olan ve içinde mâlâyani de olan bazı hastalıklara parmak basmaktadır: “Ben, haklı olsa bile münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşke kefilim. Şaka bile olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir köşke kefilim. Ahlâkı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşke kefilim.” (Ebû Davud, Edeb, 7.)
Başka bir hadiste Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) şöyle buyuruyor: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi İslâm’ı iyi anlayıp tatbik ettiğinin delilidir.” (Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mace, Fiten, 12; Müsned, I, 201.) İbrahim İbn Edhem, “Vera’ şüpheli şeyleri terk etmektir. Fuzûli şeyleri terk etmek demek olan mâlâyaniden uzak kalmaktır.” diyerek işin önemine parmak basmış ve vera’ ile irtibatını kurmuştur. (Kuşeyrî, Risale, 247.)
Ciddiyetsiz ve lâubâli insanların, ibadetlerinde de ciddiyet yoktur. Böyle bir insan, belki namaza durduğu zaman ciddî gibi görünebilir; fakat eğer, iç dünyasında, kalb ve vicdanında ciddiliğe ulaşamamışsa, o sadece yıldız görünme sevdasında bir ateş böceğidir. Uzun zaman da böyle görünebilmesi mümkün değildir. Karakterler gizlenemez. Her insan, er veya geç karakterinin muktezasını mutlaka yerine getirir. (İsra, 17/84) Meğerki ciddiyet onda değişmeyen bir karakter haline gelmiş olsun! Temrin ve sıkı kontrolle bu seviyeyi yakalamak mümkündür. Eğer böyle bir temrin ve kontrol varsa “olma”, “görünmenin” önüne geçer, bir serçe uzun müddet tâvûs kuşu olarak arz-ı endam edemez. Yani insan, şuurunun ve zihinaltının çocuğudur. Onlardan kaçıp kurtulamaz. Yani içte ihsan olmalı ki, dışta itkan olsun! Dış, daima içten destek almalıdır. İnsanın iç dünyası ciddi olmalı ki, bu onun dış dünyasına da sirayet etsin.
Hz. Ömer, hilafet makamına tavsiye edilen büyük bir sahabi için şöyle demiştir: “Denilen kişi her yönüyle hilafete layıktır. Ancak şakası biraz fazladır. Halbuki hilafet, bütünüyle ciddiyet isteyen bir meseledir.” (Şibli Numanî, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, I, 299.) İnsanları idare durumunda hilafet, ciddiyet ister de, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın temsilcisi olma manâsına hilafet ciddiyet iktiza etmez mi? Allah huzurunda, O’nun boynu tasmalı bir kulu olma mevzuunda gerekli ciddiyeti elde edememiş bir insan, diğer hususlarda nasıl ciddi olabilir ki?
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası