Meleklerde müthiş denecek çapta ve bizim havsalamızın alamayacağı ölçüde bir haşyet ve Allah korkusu vardır. Kur’an onların bu durumunu şöyle anlatır: ‘Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyi harfiyyen yerine getirirler‘ (Nahl/5) Bu ayet bilhasa meleklere ait havfı anlatır. Onun için evvelâ bu mânâda ‘havf’ ile ilgili bazı mülahazalarımızı arzetmekte yarar var.
Havf çeşit çeşittir. Havf (korku) bazen günahtan olur. Mü’min, günahları karşısında irkilir, ürperir ve titrer. Nasıl olmasın ki, günah ebed yolunda insanın önünü kesmiş en büyük düşmanıdır. Ve her zaman onun varlık gayesini tehdit etmektedir. Allah’a kul olmak için yaradılmış olan insan, kendine bir vedîa ve emânet olarak verilen uzuvları, günah ve inhiraflarla Hakk’ın istemediği istikamette ve kendi hevesine göre kullanmakla emanete hiyanet ve kendine de zulmetmiş sayılır.
Evet, günah ki bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıdlaşmaktır. Günaha giren kimse, kendini vicdanî azaplara ve kalbî sıkıntılara bırakmış bir talihsiz ve bütün ruhî meleke ve kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş bir zavallıdır. Bir de o günahı işlemeye devam ederse, bütün bütün ipi elden kaçırır ve artık ne bir irade, ne bir direnme, ne de kendini yenilemeye mecali kalır.
Günah, insana bahşedilen bilumum istidat ve yüce duyguları söndüren bir fırtına ve kalbî hayatı çepeçevre saran zehirli bir dumandır. Bu fırtınaya maruz kalan kurur; bu zehirli havayı teneffüs eden de ölür.
İnsan, günah içine bir kere girmeye dursun; girdi mi, artık ne ölçü, ne kıstas, ne de değer hükmü kalır. Bir uçağın, başaşağı yere inmesinde, yer çekiminin hesaba katılmaması ve fıtrat kanunlarının affetmeyeceği çizgiye varılması ne ise, hikmet elinin koyduğu yasaklar atmosferine girmek de aynı şeydir.
Adem (as), şahsî hayatında açtığı böyle bir gediği, ceyhun ettiği gözyaşlarından meydana getirdiği ummanlar içinde yüze yüze aşabilmişti. Şeytan ise, başaşağı düştüğü o günah gayyasından kurtulamadı ve helak olup gitti.
Ve daha
‘Nice servi revan canlar,
Nice gül yüzlü sultanlar,
Nice Hüsrev gibi hanlar
Ve nice tâcdarlar.’
böyle ilk bir adımla günah deryasına yelken açtı, bir daha da geriye dönmeye muvaffak olamadılar..
Kur’an bize şu duayı öğretiyor:
‘Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma. Bize katından bir rahmet ver, şüphesiz Sen çok bağış yapansın.’ (Âl-i İmran, 3/8)
Farkına varmadan insanın kalbi kayar, hayatı istikametini kaybeder, zevki-şevki söner, geceleri bir ölünün geceleri gibi geçer. Öyle ki gecesinin siyah zülüfleri üzerinde ne bir ‘âh’ ne de iki damla gözyaşı bulunur. Çünkü kalbi ve ruhi hayat tamamen dumura uğramış ve bu mevzuda bir duraklama, donma ve humûdet başlamıştır. İşte insan bu duruma düşmekten korkmalıdır. Kalbin dalalete doğru çevrilmeye başlaması, ebedi hasretin ilk sinyalleridir. Çok kere bu hale sebebiyet veren de yine işlenen herhangi bir günah olmaktadır. Zira, her bir günah içinden küfre giden bir yol vardır. İşlenen her günah, her hata, insanı Allah’tan uzaklaştırıp, küfre yaklaştırır. Günah küfür demek değildir. Fakat her günah işleyen, bilmelidir ki, küfre doğru bir adım atmış ve Allah’tan da bir adım uzaklaşmıştır.
Bu mevzuda günahın en küçüğü dahi bir korku sebebi, bir korku vesilesidir. Ancak bütün bunlar beşere ait korkulardır. Meleklere gelince onlar bu türlü korku ve endişelerden münezzeh ve müberradırlar. Ancak onlarda da bir korku vardır. Bu ise Cenab-ı Hakk’ın celaline karşı duyulan korku cinsindendir ki buna ‘iclal’ denilir.
‘İclal‘ Allah’ın azametini görme korkusudur. Rasulü Ekrem (sav) buyuruyor ki:
‘Semada Cenab-ı Hakk bir emir ferman edeceği zaman semalar titrer ve tarrakalar çıkarır. Melâike-i kiram ne olduğunu hisseder ve hepsi secdeye kapanır. Başını ilk kaldıran Hz. Cibril olur. Başını kaldırır ve Rabbinden emir telakki eder. Daha sonra da diğer melekler başlarını kaldırır ve;
‘Rabbimiz ne dedi yâ Cibril’ derler. Cibril şu cevabı verir: ‘Hak söylüyor Rabbimiz. Aliyy ve Kebir olan O’dur.’ (Ali el-Muttaki, Kenzü’l-Ummal, 2/36)
Kenzü’l-Ummal’de Taberani’nin rivayet ettiği bir başka hadislerinde de Rasulü Ekrem şunu ifade buyuruyorlar:
‘Yedi kat semada bir adım, bir karış, hatta bir avuç yer yoktur ki orada kıyama durmuş veya ruküa varmış veya secdeye kapanmış bir melek olmasın. Kıyamet günü de bütün melekler başlarını kaldırır, Rabbi Kerimlerine doğru teveccüh eder, bakar ve ‘Sana hakkıyla kulluk yapamadık ey Ma’bud’ derler. (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, 10/367)
Evet, bunu devamlı rüku, secde ve kıyamda bulunan melekler söylüyor ki, bu bir iclal ve i’zam korkusudur.
İbn-i Kesir’in de işaret ettiği bu hadisler, yaratıldığı günden beri kıyamda, rükuda, secdede duran meleklerin varlığına delalet etmektedir. (İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 1/38) Rasulü Ekrem (sav) anlatıyor: ‘Mi’rac gecesi belli bir noktada, Hz. Cibril’i eskimiş bir elbisenin perişaniyetinde gördüm. (Adeta o noktaya vardığında ayaklarının bağı çözüldü. Eskimiş bir elbise gibi yığıldı kaldı.) Allah korkusu onu bu hale getirmişti. O zaman bir meleğin Cenab-ı Hakk’ı nasıl bildiğini anladım.
Bir ara Cibril’e döndüm ve ‘Hiç Rabbini gördün mü?’ diye sordum. Birdenbire irkildi, neredeyse yıkılacaktı. Ve bana şu cevabı verdi: ‘Nasıl olur Ya Muhammed? Rabbimle aramda nurdan 70 perde vardır. Bir lahza yaklaşsam, bir adım atsam yanar kül olurum.’ (Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifa, 1/434)
Mi’rac’a gidilirken Cibril, Efendimiz’e bir binek getirmişti. Adı Burak idi bu bineğin. Ancak hem bineğin kendisi hem de ona nasıl binildiği bizce meçhuldür. Zaten gidilen ve gezilen yerler de meçhuldür. Sanki Efendimiz, bu bilinmez binekle, bilinmeyen âlemlere yelken açmıştır. Ancak Burak, neşvesinden dolayı biraz serkeşçedir. Bir ara Cibril ona yaklaşır ve kulağına eğilerek: ‘Ne yapıyorsun böyle? Sana şimdiye kadar böyle bir süvari binmemiştir?’ der. Ve olan o esnada olur. Burak tepeden tırnağa ter içinde kalır. (Mecmau’z-Zevaid, 1/328; Kadı İyaz, Şifa, 185)
İşte daha önce söylediğimiz Efendimiz’in şevk ve iştiyak içinde, o ana kadar görmediği âlemleri müşahede ettiği esnada Cibril’e ‘Rabbini hiç gördün mü’ sualine karşı onun haşyet ve dehşet içinde verdiği cevap ve işte Burak’ın Efendimiz’in vasfını işitir işitmez takındığı hal; bunlar hep birer irfan ve hep birer haşyet örneğidir.
Bu bir melek haşyetidir. Cenab-ı Hakk’ın azametine karşı meleğin duyduğu saygı budur. Halbuki onlar, hiçbir işlerinde isyan etmezler ve kendilerine ne emrolunursa onu da aynen yaparlar. Buna rağmen onların haşyeti böyle olursa, ya her hali günah bizlerin hali ve haşyeti nice olmalıdır. Zaten Efendimiz’in bu vak’aları nakletme hikmetlerinden biri de bize bu şuuru aşılamak içindir. Dünya ve ahirette meleğe enîs olmak isteyenler şimdiden karakterlerini melekleştirmelidirler. Bu da ancak onlar gibi yaşamakla mümkündür. İçinde meleklere benzer haşyet yaşamayanların ise bu hali kazanması oldukça zordur.
Kaynak: Varlığın Metafizik Boyutu, “Meleklerin Allah Korkusu: İclal”