Teklif, lügatte, bir kimseye zorluk veren bir şeyi emretmek ve ona yüklemek demektir. Istılahta ise, İslâm Dininin insanlara Allah’ın emirlerini yapmalarını, yasaklarından da kaçınmalarını emretmesi manasına gelir.
Mükellef de İslâm Dininin getirdiği mesajla yükümlü tutulan, düşünce, söz ve davranışlarına birtakım dünyevî-uhrevî, dinî-hukukî sonuçlar bağlanan âkıl (aklî melekeleri yerinde) ve bâliğ (ergin) olan insan demektir.
Mükellefiyet Ne Zaman Başlar?
Kişinin dinî hükümlerden sorumlu tutulabilmesi için,
a. Âkıl
b. Bâliğ olması şarttır.
Din, akıl ve şuur sahiplerini muhatap alır onları kendi ihtiyar ve seçenekleriyle, dünyevî-uhrevî hayra yönlendirir; icabet edenlere de ebedî saadetler vaad eder.
Bu itibarla dini, özel bir donanıma karşı özel bir teveccüh şeklinde yorumlamak da mümkündür. Zira akıl ve irade mahrumları onunla mükellef tutulmamışlardır ve onlar için bizzat hayra sevk gibi bir iltifat da söz konusu değildir.
Akıl ve irade, dinin ilk şartı ve İslâm’ın hayata hayat olması manasına “diyanet”in de en hayatî rüknüdür. Bu da, akl u iradesi olmayanlara, hayrı, şerri temyiz kabiliyeti isteyen din gibi bir sorumluluğun teklif edilemeyeceği demektir. Böyleleri için, ne akl u ihtiyarı ilk şart kabul eden ilâhî kanunlar mecmuası dinden, ne de Allah’ın yaratması ve beşerin kesbiyle meydana gelecek olan diyanetten söz etmek mümkündür.
Bu itibarla mükellefiyetin birinci şartı âkıl olmaktır. Âkıl, ne yaptığını bilen, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek temyiz kabiliyetine sâhip olan kimse demektir.
Mükellefiyetin bir diğer şartı da, kişinin bâliğ olması yani, bülûğa ermiş bulunmasıdır.
Bülûğa ermek, insanların çocukluktan çıkıp cinsî duygu ve hislerinin başladığı çağa ermeleri demektir.