İçindekiler
Mükellefiyet çağına giren her Müslüman’ın yapmak zorunda olduğu bazı dinî vazifeler vardır ki, bunlara fıkıh ve ilmihal kitablarında “mükelleflerin yapacağı vazifeler” manasına “Ef’âl-i Mükellefîn” denir. Bunlar yediye ayrılır.
- Farz,
- Vâcib,
- Sünnet,
- Müstehab,
- Mübâh,
- Haram,
- Mekrûh
Bu fiillerden ilk dördünün yapılması gerekli görülmüş; “mübah”ın yapılıp-yapılmaması tercihe bırakılmış, son üçünün ise terki istenmiştir. Din tarafından bir fiilin yapılmasının istenmesine “emir”; terk edilmesinin talep edilmesine de “nehiy” adı verilir.
Farz Nedir?
Kelime manası, “bir şeyi kesinleştirmek, takdir etmek, pay ve parçalara ayırmak, belirlenmiş şey ve pay” demektir. İslâmî terminolojideki manası ise, yapılması kat’î ve açık delillerle emredilen dinî iş ve vazifelerdir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi.. Farz ikiye ayrılır:
a. Farz-ı Ayn
Yerine getirilmesi her Müslümana ayrı ayrı borç olan farzlardır. Bunlar, bir Müslümanın yapmasıyla diğer Müslümanların üzerinden düşmez. Namaz, oruç gibi. Gerek namaz ve gerekse oruç, istisnasız her Müslüman’ın yapmak zorunda olduğu, dinî birer vecibedir.
b. Farz-ı Kifâye
Yerine getirilmesi her Müslümana ayrı ayrı borç olmayan, Müslümanlardan bazısının yapmasıyla diğerlerinden borçluluk hâli kalkan farzlardır.
Bu gibi farzları, hiç kimsenin yapmaması hâlinde, bütün cemiyet mes’ul ve günahkâr olur. Bir Müslümanın cenaze namazını kılmak gibi. Cenaze namazının bazı Müslümanlar tarafından kılınması, diğer Müslümanlar üzerinden mükellefiyetin kalkması için yeterlidir. Ancak, hiç kimse kılmayacak olsa, bütün Müslümanlar mes’uliyet altına girmiş olurlar. Farz-ı kifâyenin sevabı, sadece yapana aittir. Tamamen terkinden dolayı gelen günah ise, bütün Müslümanlarındır.
Farzın Hükmü Nedir?
Yapılırsa büyük sevab vardır. Özürsüz olarak terk edenler, dünyada huzur bulamayıp iç sıkıntısından kurtulamadıkları gibi, âhirette de çetin azaplara çarptırılırlar. Farzın inkârı Müslüman’ı dinden çıkarır.
Vâcib Nedir?
Sözlükte “sabit, lazım, var ve gerekli olan şey” anlamına gelir. Istılahî manası ise fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre farz ile eş anlamlıdır. Hanefî uleması farz ve vacip diye ikili bir ayırım yapmışlardır. Hanefîlere göre vacip, yapılmasının gerekliliğini ifade eden deliller, farz kadar kuvvetli ve açık olmayan vazifelere denir. Vaciplerin de farzlar gibi kesin olarak yapılması gerekir. Bundan dolayı vacibe, “amelî farz” da denmektedir. Kurban kesmek, vitir ve bayram namazı kılmak gibi.
Vâcibin Hükmü Nedir?
Vâcibin hükmü de, farz gibidir. Yani, işlenmesi halinde sevab, terkin- de ise azab vardır. Ancak îtikad bakımından vâcib, farz gibi değildir. Vâcibi inkâr eden dinden çıkmaz. Fakat dinde olan bir emri inkâr ettiği için bid’at işlemiş ve günaha girmiştir. Vacibi unutarak veya kasten terk eden daha sonra kaza etmekle mükelleftir. Mesela, vitir namazını kaçıran daha sonra kaza etmelidir.
Sünnet Nedir?
Sünnetin kelime manası “yol” demektir. İslâm fıkhına göre ise Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselâm) farz ve vaciplerden hariç olarak yaptığı ve yapılmasını istediği fiil ve davranışlardır ki, ibadet kabilinden olanlara “Sünnet-i Hüdâ”, âdet-i seniyyeleri cümlesinden bulunanlara da “Sünnet-i Zevâid” denir.
Sünnet ikiye ayrılır:
a. Sünnet-i Müekkede,
b. Sünnet-i gayr-ı müekkede.
Sünnet-i Müekkede
Resûlüllah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) umumiyetle yapmaya devam edip pek az terk etmiş oldukları sünnettir. Lügat mânası, kuvvetli sünnet demektir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. Ezan, ikâmet, cemaate devam gibi İslâm şeâirlerinden sayılan sünnetler de, sünnet-i müekkededir. Bunlara sünnet-i Hüdâ da denir.
Sünnet-i Gayr-i Müekkede
Resûlüllah Efendimizin ibâdet maksadıyla bazen işleyip bazen de terk ettikleri sünnettir. İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gibi. Resûlüllah’ın yiyip içme, giyinip kuşanma, oturup kalkma gibi günlük normal davranışları ve âdâb-ı muaşerete taallûk eden işleri de sünnet-i gayr-ı müekkedeye dahildir. Bunlara sünnet-i zevâid adı da verilmiştir.
Sünnetin de farz gibi ayn ve kifâye kısımları vardır. Meselâ, Ramazan’ın son on gününde i’tikâfa girmek, teravihi cemâatle kılmak, teravihi hatimle kılmak sünnet-i kifâyedir. Farz namazları cemaatle kılmak ise, sünnet-i ayn’dır.
Sünnetin Hükmü Nedir?
Sünnet-i müekkedenin yapılmasında büyük sevaplar vardır. Kasden veya tembellikle terk edilmesinde Cehennem azâbı yoksa da, şefâatten mahrumiyet gibi büyük bir kayıp ve ziyan söz konusudur. Böyle kimseler Resûlüllah tarafından kınanıp levmedilmeye de müstehak olurlar. Bu sünnetlerin değiştirilmesi veya inkârı ise bid’attır, dalâlettir.
Sünnet-i gayr-ı müekkedenin yapılması da pek güzel ve sevaplıdır. Yemek, içmek, giyinmek, v.s. gibi günlük fıtrî hareket ve muameleler, sünnete ittiba’ yoluyla, ibadet hükmüne geçer. İşlenmesi âdet olan fiiller, böylece hayatlanır, şefâate vesile hâline gelir, insan ruhuna feyizler bahşederler. Çünkü, sünnetin en küçük bir edebine riâyet dahi, Allah Resûlünü hatıra getirir, kalbe nûr ve huzur verir. Bu ikinci kısım sünnetlerin terkinde, hiçbir günah olmadığı gibi, kınama ve azar (levm ve itab) da yoktur. Fakat yukarıda saydığımız büyük sevabları kaybetmek ve sünnetin nurundan ve hakikî edebden istifade edememek durumu vardır.
Revatib Sünnetler
Bu namazları Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyeleri boyunca hiç terk etmemiştir. Terk etmek bir yana, sünnetler kaza edilmediği halde hayatında boşluk olmasın düşüncesiyle, -lihikmetin- kılamadığı bir iki sünnet namazını da kaza etmiştir.(Ebu Davud, salat, 11) Yine bir gün kılamadığı teheccüd namazını da ertesi günü öğleye kadar olan vakitte kaza etmiştir.(Müslim, salatü’l-müsafirin, 139.)
Bu sebeple, “Hammâdun” ümmeti olarak bizi, o’nunla münasebete sevk edecek, ahirette “livâu’l hamd” sancağı altında toplanmamıza vesile olacak şeyler, her hâlde bizim sünnetlere ittibamızdır.
Sünnet namazları terk eden bir insan farzları kılıyorsa, Allah’a karşı olan borcunu ödüyor, mükellefiyetini yerine getiriyor demektir. Fakat sünneti terk etmesi kulluğunu kâmil-i mükemmel olarak yerine getirmemesinin göstergesidir. Avamca bir yaklaşımla; hac vazifesi, bütünüyle Mekke- Mina-Arafat ve Müzdelife arasında yerine getirilen bir ibadettir. İnsan Mekke’ye varıp, hac vazifesini ifa ettikten sonra, o dinin nâşiri, mübelliği, mümessili Hz Muhammed’in huzuruna varmaması, nasıl ona karşı yapılan edepsizlikse, aynen öyle de, farzları yapıp, sünnetleri terk etmek öylece edepsizliktir. Hz. Peygamberin kudsî atmosferinin dışında kalmaktır. Onun için kulluğu, ondan gördüğümüz sınırlar içinde eda edelim. O, nasıl, ne şekilde ve ne kadar (kaç rekât) namaz kıldıysa, biz de öyle yapmaya özen gösterelim.
Mübâh Nedir?
Yapılmasında veya terkinde dinî yönden hiçbir mahzûr bulunmayan, yani, mükellefin yapıp yapmamakta tamamen serbest olduğu işlerdir. Oturmak, yemek, içmek, uyumak gibi.. Mübah olan bu gibi işlerin ne yapılmasında sevab vardır, ne de terkinde günah.. Ancak mü’min bu fiilleri, Peygamber Efendimiz’e bağlılığına işareten, O’nun sünnetine uygun yapmayı düşünür, o niyetle hareket ederse sünnet sevabını kazanır. Eşyada aslî vasıf, mübah ve helâl olmaktır. Mübahlığın ortadan kalkması için, o şeyin mübah olmadığına dair bir şer’î delil gerekir. Mübahlığı ortadan kaldırıcı bir delil olmadığı müddetçe, eşya mübahlığını korur.
Helâl ise, yapılması câiz görülen, işlenmesinde dinî yönden hiçbir mahzur bulunmayan şeydir. Helâlin her türlü şâibeden uzak, saf ve temiz olan kısmına “tayyib” denir. Her tayyib şey helâl, fakat her helâl olan şey tayyib değildir.
Müstehab Nedir?
Lügatte, “sevilmiş şey” mânâsına gelir. Istılahta ise Resûlüllah Efendimizin (aleyhi ekmelüttehaya) ara sıra yapmış oldukları şeydir. Duha (Kuşluk) namazı gibi. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vessalam), müstehab denilen hususları sevip zaman zaman yapmışlar, Selef-i Sâlihîn de bunları seve seve işlemiş ve diğer ehl-i îmânı da yapmaya teşvik etmişlerdir. Müstehaba, sünnet-i gayr-i müekkede hükmünü verenler olduğu gibi, mendub, nâfile, tatavvu’, edeb ismini verenler de vardır. Bilhassa güzel, medhe ve övgüye lâyık bir özellik ve davranış olması sebebiyle, müstehab yerine edeb tabiri çok kullanılmıştır. Edeb’in çoğulu âdâb’tır.
Müstehab’ın Hükmü Nedir?
Müstehab’ın yapılmasında sevab vardır. Yapılmaması hâlinde ise, yalnızca bu sevabdan mahrumiyet söz konusudur.
Haram Nedir?
Yapılması, kullanılması, yenilip içilmesi dinimizce kat’î olarak yasak edilmiş şeylere denir. İçki içmek, kumar oynamak, zinâ etmek, adam öldürmek, gıybet ve iftirada bulunmak gibi..
Haram kılınan eşya veya fiil, kendisinde bulunan, hiç ayrılmayan bir zarar, kötülük ve pislik sebebiyle haram kılınmış ise, buna liaynihî (bizzat) haram denir. Domuz eti ve şarap gibi.
Kendi tabiat ve vasfından dolayı değil de elde etme şekli, kazanma yolu gibi dıştan bir sebeple haram kılınmış ise, buna da ligayrihî (bilvasıta) haram denir. Çalınmış ekmek, gaspedilmiş para gibi.
Haramın Hükmü Nedir?
Haramın terkinde büyük sevab vardır. İnsanı takvâ mertebesine çıkarır. Çünkü haramın terk edilmesi farzdır. Bir farzı işlemenin, çok sünnetlere mukabil sevabı vardır. Günahların değişik yönlerden hücum ettiği günümüzde bir tek haramı terk eden kimse, az bir işle bir farz işlemiş gibi sevap kazanır. Böylelikle haramları, günahları terk eden bir insan, terk ettiği her bir günah, haram sayısınca bir vacip yapmış gibi olur. Dolayısıyla takvâ dairesinde bir hayat yaşama niyetiyle, iradesinin hakkını vererek günahlardan kaçınmak suretiyle sâlih amel işlemiş olmaktadır.
Haram işlenmesi hâlinde ise, kalblerin kararıp vicdanların paslanması, îmanın zayıflaması, huzur ve neş’enin gitmesi, ibadetten zevk alma duygusunun yok olması gibi zarar ve kayıpların yanı sıra, âhirette de çetin bir azab söz konusudur. Haramlığı kesin olan bir şeyi helâl kabûl etmek, Allah korusun insanı îmandan çıkarır.
Mekrûh Nedir?
Mekrûh, lügatte, sevimsiz bulunan, nâhoş ve kerih görülen şey demektir. Istılahta ise, dinen yapılması çirkin ve kötü görülen işler mânasına gelir. Abdest alırken ve gusül ederken suyu israf etmek, erkeklerin başı açık namaz kılmaları gibi hususlar mekruhlardandır.
Mekrûh iki kısma ayrılır:
a. Tahrîmen Mekrûh: Harama yakın olan mekrûha denir. Abdest alırken suyu israf derecede harcamak gibi.
b. Tenzîhen Mekrûh: Helâla yakın olan mekruhtur. Burnu sağ el ile temizlemek gibi.
Mekrûhun Hükmü Nedir?
Tahrîmen mekrûhun terkinde sevap vardır. İşlenmesinde ise, âhirette azâba uğrama ihtimali mevcuttur. Yani, harama yakın olan mekrûhu işleyen kimsenin âhirette hesaba çekilmesi ve azâba uğramasından korkulur. Bu, İmam-ı A’zam ile Ebû Yûsuf’a göredir. İmam-ı Muhammed ise, tahrîmen mekrûhu, aynen haram gibi telâkki eder, âhirette azab muhakkaktır, der.
Tenzîhen mekrûhun işlenmesi ise, azâbı gerektirmez. Fakat terki sevabtır. Mekruhları helâl telâkki etmek, hata olmakla beraber, insanı dinden çıkarmaz. Mekrûh kelimesi, fıkıh kitablarında tenzîhen veya tahrîmen kayıtları konmaksızın geçiyorsa, bununla tahrîmen mekruh kastediliyor demektir.
Fâsid Nedir?
Başlanmış bir ibâdeti bozan ve ibtâl eden şeydir. Fâsidin özürsüz, kasden yapılması günâhı gerektirir. Kasden yapılması azaba sebeb ise de, yanılarak yapılması azabı gerektirmez. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek de namazı bozar. İbadet konusunda fâsid ile bâtıl aynı hükümdedir.
Sahîh Nedir?
Bütün şartlarına ve rükünlerine uyularak eksiksiz ifa edilen bir ibâdet veya muameledir. Meselâ: Farz ve vâciblerine riayet edilerek kılınan namaz sahihdir.
Câiz Nedir?
Yapılması dinen yasak olmayan şeydir. Bu kelime, bazen sahih, bazen de mübah yerine kullanılır. Bazı muameleler vardır ki, dünyevî hükümler bakımından sahih olduğu halde, uhrevî hükümler bakımından câiz olmaz. Cuma namazını kılmakla yükümlü olan bir kimsenin cuma ezanı okunurken yaptığı alış veriş muamelesi gibi. Böyle bir muamele sahihtir ve geçerlidir. Fakat manevî sorumluluğu gerektirdiği için caiz değildir.
Bâtıl Nedir?
Rükünlerine veya şartlarına tamamen veya kısmen uyulmayan herhangi bir ibâdet ve muameledir. Abdestsiz namaz kılmak gibi. Bâtıl, sahîhin zıddıdır.