Mümin, kendisine gelen bütün lütufları, Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetinin bir ifadesi olarak görür. Bizdeki faziletler, lütuflar, ihsanlar, hep O’nun bağının gülleri ve çiçekleridir. Biraz tefekkür ettiğimizde bunların kat’iyen bizden kaynaklanmadığını hemen anlayıveririz. Evet, bizim yapıyor göründüğümüz her şeyi aslında O yapmaktadır. Zaten bunun aksine inanmayı da şirk kabul ederiz. Akidelerini “Sizi de ef’âlinizi de yaratan Allah’tır.” (Sâffât sûresi, 37/96), “Allah dilemezse siz bir şey dileyemezsiniz.” (İnsan sûresi, 76/30; Tekvîr sûresi, 81/29), âyet-i kerimeleriyle “Allah neyi dilemişse o olur, olmasını dilemediği şey de olmaz.”[1]Ebû Dâvûd, edeb 100, 101; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/6. beyân-ı nebevisinin şekillendirdiği insanlar, Allah’ın lütfettiği bunca nimetleri, öyle inanıyorum ki, kendilerinden bilmez ve kendilerine mal etmezler.
Allah’ın bu lütufları bizi, fahra, gurura, kibre değil; hamde, senaya ve Cenâb-ı Hakk’a itimada sevketmelidir. Kaldı ki, zannediyorum vicdanlarımız, Allah’ın bizleri hizmete muvafık kıldığı gibi muhatapları da muvaffak kılacağı gibi görünmektedir.
Müsaade ederseniz burada size bir hissimi arz etmek istiyorum:
Bir vesileyle Avustralya’ya gittiğimde, aynı duygu ve düşüncenin bir araya getirdiği orada yaşayan bir kısım hamiyetli insanımız bir yurt temeli atmayı plânlamışlar, rical-i devleti çağırmışlar ve benim de konuşmamı istemişlerdi. Her ne kadar kaçtı isem de daha sonra bir-iki kelime konuşmak zorunda kalmıştım. Kürsüden indiğimde beni, o anda orada bulunan mübarek bir toplumdan bazı arkadaşlarla tanıştırdılar. Birdenbire başım döndü ve içim burkuldu ve, “Ya Rabbi, keşke bu topluluk onlara gelmiş olsaydı ve ben onları böyle mahzun görmeseydim. Keşke bunlar, bu yurdun kendilerine ait olmadığı hissini duymasalardı. Keşke ben onların yerinde olsaydım, onlar benim yerimde olsalardı.” hissine kapıldım ve iki büklüm oldum. Ben şahsen bütün arkadaşlarımızın da, insan olmamıza ve bu sebeple bir kısım hırslarımız bulunmasına rağmen böyle bir duygu ve düşünce içinde olmalarını arzu ederim. Evet, değil başkalarını hor-hakir görmek, onları kendilerinden daha iyi görmeli ve daha iyi bilmelidirler.
Kaldı ki zahiren hizmette muvaffak olmak, Allah indinde faziletli olmanın tek alâmeti ve şiarı da değildir. Bazen bir tek adamın hidayetine vesile olmak, binlerce insanın hidayetine vesile olma, binlerce müessese kurma kadar hayırlı ve bereketli olabilir. Üstad’ın ifadesiyle, “Bir zerre ihlaslı amel batmanlarla halis olmayana müreccahtır.“[2]Bediüzzaman, Lem’alar s.165 (On Yedinci Lem’a, On Üçüncü Nota). Bu itibarla başkaları zahiren bizim kadar muvaffak olmamış gibi görünebilir; ama işin bâtınında onların, fersah fersah bizlerden daha iyi durumda olmaları da mümkündür. Bu itibarla biz, mutlaka herkesi kendimizden daha iyi görmeli, daha iyi bilmeli ve herkesin hizmetini alkışlamalıyız.
Öte yandan müminin hizmet anlayışı, fahirlenmesine müsait değildir. Devâsâ kamet de, bu büyük hakikatleri hiçbir zaman kendisinin temsil ettiğini kabul etmemiş ve “Hem deme ki, ‘Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.’ Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memerr olursun.“[3]Bediüzzaman, Sözler s.244 (On Sekizinci Söz, Birinci Makam, Birinci Nota). demiştir. Aynen bunun gibi bizim üzerimizde görünen güzellikler de tamamen o Güzeller Güzeli Yüce Yaratıcıya aittir. Üstad, başka bir yerde de, “Sen müzekkâ olmadığından kendini ‘Allah bu dini bazen fasık ve fâcirlerle de teyit eder.‘”[4]Buhârî, cihâd 182, meğâzî 32, kader 5; Müslim, îmân 178. hadisinde anlatılan o racul ü fâcir bilmelisin.”[5]Bediüzzaman, Sözler s.515 (Yirmi Altıncı Söz, Hatime). diyerek mevzuya ayrı bir buud kazandırmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın çok büyük hizmetler lütfettiği bu büyük insanlar, hizmette kendilerini böyle bilirlerse, bize nasıl düşünmek icap eder, onu sizin takdirlerinize havâle ediyorum.
Bize fahr, gururlanma, kibir, ucbun altında kalıp ezilme değil; tevâzu, mahviyet, hacâlet ve
“Değildir bu bana layık, bu bende,
Bana bu lütf ile ihsan nedendir.” (M. Lütfi)
demek yaraşır.
Evet bize göre şirkin en hafifi “nahnü” (biz), hiç şirke girmeme de “hüve“dir (O). Yatarken, kalkarken, otururken, düşünürken, gözlerini açarken-kaparken hâsılı hayatın her safhasında hep “O” deyip durmalı ve her lahza vahdet-i şuhûtçuların ifadesiyle “Heme ezost=Her şey O’ndan.” duygu ve düşüncesi içinde olmalıyız.
Kaynak: Prizma IV, “Lütuf ve İhsanla İmtihan“
Dipnotlar
⇡1 | Ebû Dâvûd, edeb 100, 101; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/6. |
---|---|
⇡2 | Bediüzzaman, Lem’alar s.165 (On Yedinci Lem’a, On Üçüncü Nota). |
⇡3 | Bediüzzaman, Sözler s.244 (On Sekizinci Söz, Birinci Makam, Birinci Nota). |
⇡4 | Buhârî, cihâd 182, meğâzî 32, kader 5; Müslim, îmân 178. |
⇡5 | Bediüzzaman, Sözler s.515 (Yirmi Altıncı Söz, Hatime). |