İçindekiler
Sabah Vaktinin İfade Ettiği Mana
Fecr-i sadık da denilen ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına, kadar olan süre sabah namazının vaktidir. Fecr-i sadık sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan bir aydınlıktır. Bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda, sahurun sona erip orucun başlaması (imsak) vaktidir.
Biz, sabah vaktine fecrin tülûuyla birlikte yeni ve aydın bir güne kavuşma neşvesi içinde girer, biz de böyle bir gün gibi doğmuştuk deriz. Zira bu yeni gün, hem bizim anne karnına düştüğümüz günden, hem de kâinatın yaratılmasında geçen altı günün ilk gününden haber verir. Belli bir şeritten büyük saate doğru tırmanır, yani başımıza doğan bir günün fecrinden, anne karnına düşmemiz ânına, ondan da kâinatın yaratıldığı ilk güne intikal eder, Allah’ın (c.c.) nimetleriyle eteklerimizi doldurması adına bu günleri yaratmasını hatırlarız. Sonra da O’ndan onca uzaklığımıza rağmen, kurbiyetiyle bize yakın olmasını tazim, tekbir ve tesbih için huzura geliriz. İşte bu mana içinde eda edilen sabah namazı ne denli yerinde bir ibadettir.
Öğle Vaktinin İfade Ettiği Mana
Öğle namazının vakti, zeval vaktinden yani güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar, güneş tam tepedeyken eşyanın yere düşen gölge uzunluğu (fey-i zeval) hariç, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder.
Evet, öğle vakti, günlük işlerin kemale erdiği ve Allah’ın nimetlerinin doruğa ulaştığı anı hatırlatır. İnsan, o vakitte günlük işlerin sıkıntısından âdeta boğulacak hale gelir. Bu hengâmda o, bir taraftan bütün bu sıkıntıları atıp kurtulmak, diğer taraftan da günün o saatine kadar Rabbin başından aşağıya yağdırdığı nimetlere karşı şükürde bulunmak maksadıyla mescide koşar ve dünya işlerinden muvakkaten sıyrılarak bir nefes alma fırsatı bulur.
Bütün bunlar, ruh için öyle bir teneffüstür ki, insan gerçekten ruhunu dinlese ve kalbinin atışlarına kulak kesilse, âdeta onda dersten bunalan talebenin teneffüse kavuşma heyecan ve helecanını duyacaktır. Yine Efendimiz’in: “Şiddet-i hararet cehennemin bir kabarmasıdır..” (Buharî, mevakıt 9, 10; ezan 18; bedü’l-halk 10; Müslim, mesacid 184.) buyurduğu öğlenin şiddetli hararetinin başları okşadığı zaman mescide koşma, Allah’a dehalet edip hiçbir gölgenin bulunmayacağı günde Rabbin gölgesi altına sığınma, Resulü Ekrem’in Livâü’l-hamd sancağı altına girme ferahlığı taşır. Bu manada öğle namazına gelme, cismaniyeti muvakkaten bırakıp kalbin feryadına kulak verme ve ruhun sesini dinlemedir ki, bu da ayn-ı huzur ve saadettir.
İkindi Vaktinin İfade Ettiği Mana
İkindi namazının vakti, öğle namazının vaktinin çıkmasından güneşin batmasına kadar olan süredir.
İkindi vakti, Güneş’in guruba meylettiği zamandır. Dolayısıyla bu vakit, insanlığın ihtiyarladığı anı ve son Peygamber Fahr-i Kâinat’ın tulûuyla birlikte gurûbunu da hatırlatır.
Biz, ikindiyi eda ederken, her şeyin gurûba doğru yüz tuttuğunu ve birkaç saat sonra yeryüzünde her şeyin silinip, kaybolacağını ve ayaklarımızdaki sızı, belimizdeki ağrı, başımızdaki beyaz tüylerle kendi nefsimizin de fâni olduğunu ve yavaş yavaş zevale doğru yaklaştığını anlarız. İşte tam ümitsizliğe ve inkisara düşeceğimiz böyle bir vakitte ezan sesi kulaklarımıza gelir ve bu fâni hayatı bâkileştirme yolunu bulduk diye sevinir, bu neşve ile namaza koşarız.
Akşam Vaktinin İfade Ettiği Mana
Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayıp şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır.
Şafak, İmam Azam’a göre, akşamleyin ufuktaki kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer üç imama göre ve İmam Azam’dan diğer bir rivayete göre şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktır. Bu kızıllık gidince akşam namazının vakti çıkmış olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstehabdır. Akşam namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun değildir. Bu namazı, kızıllığın kaybolmasına kadar geciktirmemek gerekir.
Akşam vakti bir gurûb anıdır; gün biter, güneş batar ve biz ayrı bir zaman dilimine gireriz. Bu hal, yirmi dört saatlik bir günün ölümüyle birlikte bizim ölümümüzden de haber verir; gün gelip ölecek, bir kefen içine sarılıp el, ayak ve çenemiz bağlanarak kabre konacağız. Başımıza bir çift taş dikilip kabrimiz belirlenecek, bırakıp gidecek ve orada yalnız kalacağız…
Diğer taraftan bu vakit, bir can çekişmesi içinde küre-i arzın hırıltılarına da dikkat çeker. Güneş’in batmasıyla birlikte, sâniyenin hareketi saatin hareketini haber verdiği gibi, doğan her şeyin gurûbunu, bütün sistemlerin batışını hatırlar, “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde..” (Tekvir suresi, 81/1-3) hakikatine şahit oluruz. Bu dehşet ve hayret içinde dâğidâr olan kalbimize teselli vermek ve ruhumuzu inşiraha kavuşturmak için akşam namazına koşarız.
Akşam vakti, bir gurûb başında ya ağlamak, ya inkisara dem tutmak veya öbür âlemdeki durumumuzu mamur kılma heyecan ve helecanını yaşamanın ifadesidir. Her şeyin birbirine “elveda” deyip ayrılık türkülerini çağırdığı ve bin bir vâveyla ile inkisarını dile getirmek istediği böyle bir hengâmda duyulan ezan sesleri bize gurûbun içinde yeni bir fecrin haberini verir; ölümümüzle birlikte yeni bir diriliş ve var oluşu bütün kuvvetiyle ruhumuzda yaşarız. Başka bir ifadeyle bu vakitte okunan ezan, âdeta İsrafil’in kıyamette haşir için sûra üflediği bir ses gibi olur; her şeyin ölüp bittiği bir anda “Yeniden dirilme ve Rabbin huzuruna gitme var.” denilir.
Yine Hz. İbrahim’in: “..batanları sevmem.” (En’am suresi, 6/78) dediği gibi, batıp gidenlerden, benimle hem dem olup sabah-akşam benimle beraber bulunmayanlardan razı olamam deyip bâki ve lemyezel olan, batanlar karşısında batmayan Allah’a yönelme manası taşır. Çünkü Allah (c.c.), Ehad ve Samed’dir; yokta varlık cilvesi gösteren O’dur, batanları O batırır, zevâle mahkum olanları O mahkum eder. Yine yokluğu varlığa çevirecek, zeval bulduktan sonra kudret ihsan edecek, gönüllerde aşk ve heyecan öldükten, kafalarda fikir adına her şey silindikten sonra, yeniden aşk ve heyecan verecek, ölü gönülleri hayata kavuşturacak da O’dur.
Yatsı Vaktinin İfade Ettiği Mana
Yatsı namazının vakti, güneşin batışından sonra gökte oluşan kızıllığın veya bu kızıllığı takip eden beyazlığın kaybolmasından yani akşam namazı vaktinin çıkmasından itibaren başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder.
Yatsı vakti, akşam şafağının bütün bütün kararıp güneşe ait hiçbir emarenin kalmadığı zamandır. Bu zamanda, arkada bırakılan bir günün mevcudiyeti hakkında, bize fikir verecek hiçbir şey yoktur. Zira, gün gittikten sonra, akşam vakti izini beyazlık veya kızıllık halinde şafağa bırakmış, beni bir parça daha hatırla demişti.. o şafak da gidince, her şey gitmiş ve bitmiş olmaktadır.
Yatsı vakti, her şeyin bitişiyle birlikte insan ömrünün de bitip kaybolmasını hatırlatır. Vefat ayrı bir şeydir; insan öldüğü zaman arkasından ağlayanlar, musalla taşında ayağının bağı çözülenler ve kendinden geçenler olur.. fakat aradan belli bir müddet geçtikten sonra, o insanın bâkiye-i âsârı dahi zihinlerden silinir, ruhlar ona ait manaya karşı bomboş hale gelir ve ayet-i kerimenin ifadesiyle “unutulup gitmiş” olur.
Demek insan, aradan seneler geçtikçe hiç yaşamamış gibi olur. İşte yatsı vakti, insana her şeyin bitip tükendiği ve kendisinin kabirde her türlü ışık ve ziyadan mahrum kalacağı bir ânı hatırlatır.. böylesine gönlü kırık, hissi yıkık ve bütün duyguları alt üst olmuş bir kulun yapacağı tek şey; o dakikada dahi teselli dilenmek ve dilemek için yatsı namazında Rabbine koşmak, gecesini o huzurla aydınlatmak, kışına bahar havası serpmek, dökülüp saçılan yıldızları yeniden semasına perçinlemek ve zevale meyl eden ömrünü, yeni bir hayatın başlangıcı yapmak; “Burada bitip tükendik ama bu batış bir doğuşun müjdesini de taşıyor, öldüğümüz gibi tekrar dirileceğiz.” demek ve bu duygularla seccadeye alnını öptürmek olacaktır.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası.