Âlimler boşamanın muteber olması için birtakım şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu şartların bir kısmı da boşayan kişiyle alâkalıdır. Buna göre akıl hastası veya bunamış kimsenin yahut ergin olmayan çocuğun boşaması geçerli değildir çünkü boşama, akabinde birtakım hakların yok olmasını ve bazı malî mükellefiyetlerin üstlenilmesini getireceği için bu yükün altına girecek kişinin de aklen ve ruhen belli bir olgunluğa ulaşmış yani tam bir ehliyet sahibi kişi olması gerekmektedir. Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)
كُلُّ طَلَاقٍ جَائِزٌ إِلَّا طَلَاقَ الْمَعْتُوهِ “Mâtuh (aklı zayıf), mükreh (kendisine zor kullanılan) ve mecnunun talâkı hariç bütün talâklar câizdir.” (Tirmizî, talâk 15.); كُلُّ طَلَاقٍ وَاقِعٌ إِلاّ طَلاَقُ الصَّبِيِّ وَالْمَجْنُونِ “Küçük çocuğun ve akıl hastasının dışında her boşama câizdir.” (Zeylaî, Nasbu’r-Râye, 3/221.) buyurmuşlardır.
Bu hadiste geçen “mâtuh” kelimesini ele alan ulema, burada kastedilenin akıl zayıflığı olduğuna dikkat çekerek, çocuğu da buna dâhil etmişlerdir. Hadis-i şerifte talâkı muteber olamayan kişilerden biri olarak da mükreh (zorlanan) geçmektedir. Hanefîler dışında kalan üç mezhep mükrehin talâkını geçersiz sayarken, Hanefî fakihleri, zorlanan kimsenin hanımını boşamaya her ne kadar rızası bulunmasa da iradesi mevcut olduğundan, yani bir tercih hakkı olduğundan, bunun boşamasının muteber olduğuna hükmetmişlerdir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadislerinde de: “Mâtuh ve mükrehinki hariç bütün talâklar muteberdir.” buyurmuş ve ilave etmişlerdir:
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ الْقَلَمَ رُفِعَ عَنْ ثَلَاثَةٍ: عَنِ الْمَجْنُونِ حَتّٰى يُفيقَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتّٰى يُدْرِكَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتّٰى يَسْتَيْقِظَ “Bilmez misin, kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Aklı başına gelinceye kadar mecnundan, idrak edinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan.” (Buhârî, talâk 11.)
Yukarıda da görüldüğü gibi özellikle Hanefî fıkıh kitaplarında, öfkeli hâlde yapılan boşamanın geçerli olacağının üzerinde durulmuş ve boşaması geçerli olmayan kişiler sayılırken buna yer verilmemiştir. Bazı fukaha buna gerekçe olarak, boşamaların zaten genellikle öfke hâlinde yapıldığının, kişinin güle oynaya hanımını boşamayacağının üzerinde durmuşlardır. Hatta boşamaya da işaret olabilecek şekilde kinayeli lafızlar öfkeli hâlde kullanıldığında, kazâen boşamanın gerçekleşeceğini söylemişlerdir çünkü normal hâldeyken kinayeli lafızla boşamanın vuku bulması için kişinin niyetine bakılır.
Fakat bununla birlikte bazı fukaha, Efendimiz’in: لَا طَلَاقَ وَلَا عَتَاقَ في إِغْلَاقٍ “Öfke (veya zorlanma) hâlinde ne boşama olabilir ne de köle veya cariyeyi âzâd etmek.” (İbn Mâce, talâk 16.) hadisinden yola çıkarak ve bir de düşünme ve akletme melekelerinden yoksun bırakacak derecede bir öfke hâlinin vuku bulması hâlinde bu kişinin de bir manada çocuk veya mâtuh gibi olacağı ve dolayısıyla boşamasının da geçerli olmayacağı hükmüne varmışlardır.
Hanbelî fukahasından biri olan İbn Kayyim el-Cevziyye öfke hâlini üçe ayırmış ve buna bağlı olarak hükmün değişeceğini ifade etmiştir. Buna göre:
- Aklı gideren ve sahibini, ne dediğini ve sözleriyle ne kastettiğini bilemez hâle getiren öfke. Bu çeşit öfke hâlinde verilen talâkın geçerli olmadığında ittifak vardır. (Çünkü kişi böyle bir hâlde temyiz kudretinden yoksundur)
- Sahibini, söylediğini bilemeyecek ve sarf ettiği sözlerin ne manaya geldiğini anlamayacak kadar sarsmayan hafif öfkeler. Bu kısım öfkelerin talâkın gerçekleşmesinde engel teşkil etmediğinde de ittifak vardır.
- Sahibinin aklını tamamen gidermemekle beraber doğru karar vermesine engel olan, geçtikten sonra sahibinin o anda yapmış olduğu hareketlerden pişmanlık duyduğu şiddetli öfkelerdir. İşte bu hâlde verilen talâkların geçerli olup olmadığı ihtilâf konusudur. (İbnu’l-Kayyim, Zadü’l-Meâd, 4/42.)
Netice olarak şunu söyleyebiliriz. Ulemanın çoğunluğu kişinin öfke hâlinde hanımını boşamasını muteber saymıştır. Bunu geçersiz sayanlar da gerekçe olarak sadece öfke hâlinin bulunmasını değil, kişinin âdeta bir mecnun gibi söylediği cümlelerin farkında olmayacak kadar gazaplanmasını göstermişlerdir fakat yine de öfkenin şiddet derecesini ve kişiye olan etkisini ölçmek için sağlam bir kriter olmadığından, bu hususta son derece dikkatli olunmalıdır. Dolayısıyla kişi, sinirli ve öfkeli anlarında da ağzından çıkan kelimelere mukayyet olmalı ve geri dönüşü olmayan bir yola girmemelidir. Hele normalde boşamayı düşünmediği hâlde sırf hanımına kızdığından, ona bir ceza verme düşüncesiyle söylenilen boşama lafızları son derece yanlıştır.
Son olarak kişi böyle bir durumla karşılaştığında, eğer gerçekte hanımını boşamak istemiyor idiyse, hemen kendisi bir karar vermemeli, içinde bulunduğu hâli bir müftüye anlatarak onun vereceği hükme göre hareket etmelidir.