Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldıktan sonra seccadenin üzerine diz çökerek oturur, güneş iyice doğuncaya kadar beklerdi. Bu zaman diliminde ashap O’nun etrafında oturarak nasihatlerini dinlerdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) genellikle rüya gören olup olmadığını sorar, görmüşlerse onları yorumlardı. Bazen de kendi gördüğü rüyaları anlatır ve yorumlardı. Sonra normal sohbete geçilirdi.
Zaman zaman Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) güneş biraz yükselince kuşluk namazı olarak bazen dört, bazen de sekiz rekât namaz kılardı. Daha sonra evine gider, evdeki işlerle meşgul olurdu. Öğle namazını kıldıktan sonra kaylule yapar, ikindi namazını kıldıktan sonra da eşlerini ziyaret ederdi. Akşamleyin bütün eşleri bir evde toplanır, onlarla sohbet ederdi. Yatsı namazı için mescide gider, namazdan sonra odasına döner, eşleri de kendi odalarına gitmek üzere ayrılınca uykuya çekilir, yatsı namazından sonra konuşmayı sevmezdi.
Allah Resûlü yatsı namazını erkenden kılardı. Uyumadan önce Kur’ân-ı Kerim’den İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Saf, Tegâbün ve Cum’a gibi sûreleri okurdu. Her zaman sağ tarafına yatar ve sağ elini yanağının altına koyarak uyurdu. Bazen basit bir döşek üzerinde, bazen bir deri üzerinde, bazen hasır üzerinde, bazen de çıplak toprak üzerinde uyurdu.
Gece ibadetine ayrı bir önem verir, ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Geceleyin sekiz rekâtı art arda kılardı. Şayet geceleyin kılamadıysa gündüz bunun yerine 12 rekât kılardı. Teheccüd namazında ise çok uzun sûreler okurdu. Mesela Bakara sûresi, Âl-i îmrân sûresi ve Nisa sûresi gibi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yatarken abdest suyunu ve misvakını başucuna koyar, uyanınca önce dişlerini misvaklar, sonra abdest alır ve seccadesinin üzerinde namaz kılardı. Sabah ezanı ile birlikte kalkar, abdestini aldıktan sonra sabah namazının iki rekât sünnetini kılardı. Fakat farz olan iki rekâtta genellikle uzun sûreler okurdu.
Cuma namazlarında insanların önemli ihtiyaçlarıyla ilgili hutbe okurdu. Ashab mescidde toplanınca Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) son derece sade bir şekilde evden çıkar, mescide girer, insanları selamlardı. Sonra minbere çıkar, arkasından insanlara dönerek selam verirdi. İç ezan okunduktan sonra hemen hutbeye başlardı. Öğüt verme veya uyarma için hutbe verirken insanlar usanıp yılmasınlar diye ara verirdi.
Yolculuklarında önce mübarek eşlerine kura çektirirdi. Kimin adı çıkarsa yolculukta yanına onu alırdı. Perşembe günü yola çıkmayı sever ve sabah erkenden hareket ederdi. Orduyu bir sefere göndermesi gerekirse onu da aynı zamanda gönderirdi. Bineğin yanına gelip de ayağını üzengiye koyduğu sırada, “Bismillah” der, semer üzerine oturunca da üç kere tekbir getirir, arkasından da şu ayeti okurdu:
“Bunu bizim emrimize veren Allah’a hamd ve sena olsun. Hâlbuki biz onu kendimize boyun eğdiremezdik. Ve biz Rabbimize doğru dönenleriz.” (Zuhruf, 43/13)
Sonra şu duayı okurdu:
“Ey Allah’ım! Yolculuğumuzda Senden iyiliği, kötülükten sakınmayı ve Senin seveceğin hareket ve işleri istiyoruz. Ey Allah’ım! Bu seferimizi kolaylaştır. Bu mesafeyi bize aldır. Ey Allah’ım! Yolculukta Sen arkadaşsın. Çoluk çocuğu bıraktığımız vekil Sensin. Ey Allah’ım! Yolculuğun sıkıntısından, geri dönüşün hüznünden ve döndüğümde çoluk-çocuğumu ve mallarımı kötü bir hâlde bulmaktan Sana sığınırım.”
Yolculuktan döndüğünde önce mescide gidip iki rekât namaz kılar, sonra evine girerdi. Evdeki hanımların evi daha rahat hazırlamaları, köşeyi bucağı düzeltmeleri için yolculuktan döner dönmez evlere girmemeyi tavsiye ederdi.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) orduyu bir sefer veya göreve gönderirken ordu komutanına, özellikle küçük günahlardan sakınmasını ve arkadaşlarına iyi davranmasını tavsiye ederdi. Kendisi katılacağı zaman da savaş alanına gece ulaşırsa sabahı bekler ve sabah olunca hücuma geçerdi. Eğer sabahleyin hücuma geçme fırsatı olmazsa öğleden sonra hücuma geçerdi. Bir yeri ele geçirince adalet ve düzeni tesis etmek için orada üç gün kalırdı. Fetih ve zafer haberi gelince Allah’a şükür için secdeye kapanırdı.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), hastaları mutlaka ziyaret eder, hâl ve hatırlarını sorar, teselli ederdi. Ölmeden önce hastanın yanına gider, onun bağışlanması için dua eder, son nefesine kadar yanında otururdu. Son nefesini vermesini beklerken o kadar zaman geçerdi ki, beklemekten yorgun düştüğü olurdu. Allah Resûlü cenaze evine gider, Allah’tan öleni bağışlamasını diler, cenaze namazını kılar, eğer toprağa verilmesi gerekiyorsa bekler, aksi hâlde geri dönerdi. Ziyaret için bir hastaya gittiğinde Allah Resûlü önce onu teskin eder, alnına ve nabzına elini koyar, sağlığı için dua buyururdu.
Biriyle görüşeceği zaman daima önce selam verir ve tokalaşırdı. Eğer biri eğilerek kulağına bir şeyler söylerse o kişi ağzını, kulağından çekinceye kadar onun tarafına yüzünü çevirmezdi. Tokalaşırken de âdeti böyleydi. Yani birinin elini tutunca, o kişi elini kendiliğinden çekmediği sürece onun elini bırakmazdı. Bir toplantıda otururken dizleri hiçbir zaman yanında oturanlardan daha önde olmazdı.
Kendisini ziyarete gelmek isteyen kimse, kapısının önüne gelip durur, önce “es-Selâmü aleyküm” der, sonra “İçeri girebilir miyim?” diye izin isterdi. Kendisi de biriyle görüşmek üzere gittiğinde aynı şekilde izin isterdi.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir eve girmek istediğinde kapının sağ veya solunda durup bekler ve “es-Selâmü aleyküm” dedikten sonra içeri girmek için izin isterdi. Eğer ev sahibi izin vermezse geri dönerdi. Birinin evine gittiği zaman başköşeye oturmaktan kaçınırdı.
Sağdan hareket etmeyi, yani sağ tarafından ya da sağ eliyle iş yapmayı severdi. Ayakkabısını önce sağ ayağına giyer, mescide önce sağ ayağını atar, topluluğa bir şey dağıtırken sağ taraftan başlardı.
Huzurunda bulananlar başları öne eğik durur, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi de edepli bir tarzda otururdu. Bir şeyler konuşurken bütün topluluğa sessizlik yayılırdı. Biri konuşuyorsa o susuncaya kadar toplantıda bulunanlardan hiçbiri konuşmazdı. İhtiyaç sahibi isteğini arz ederken saygı sınırını aşarsa olgun bir yumuşaklıkla sabrederdi.
Allah Resûlü, hiç kimsenin sözünü keserek konuşmazdı. Hoşuna gitmeyen sözü duymazlıktan gelir ve geçiştirirdi. Toplantısında ne gibi bir konu ortaya çıkarsa ona katılırdı. Gülüşmeye de nezaketle katılırdı. Kendisi de latife yapardı. Herhangi bir kabilenin değerli bir mensubu gelirse ona mevkiine göre saygı gösterirdi.
Toplantı ve sohbetler genellikle peygamber mescidinde yapılırdı. Peygamber mescidinde küçük bir avlu vardı. Allah Resulü bazen oraya otururdu. Bu toplantılara gelenler için herhangi bir engel yoktu. Bütün bu sadelik, alçak gönüllülük ve tevazuya rağmen bu toplantılar, ciddiyet, vakar ve peygamberlik adabının tesirleriyle dolu olurdu.
Hiç kimse O’nun karşısında ayakta dikilerek soru sormazdı. Bir konu bitirilmeden başka bir konuya geçilmemesi de prensibiydi. Namazdan sonra yapılan toplantılarda öğüt ve nasihatler verilir ve meseleler ayrıntılı olarak konuşulurdu.
Bu meclislerin feyzi sadece erkeklerle sınırlı değildi. Kadınlar, kendileri için daha az fırsat düştüğünden onlar için de özel bir toplantı günü belirlenmesi yönünde bir istekte bulunmuşlardı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), bu isteği kabul etti ve onlara da vaz ü nasihatte bulunmak için özel bir gün belirledi.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz