Reenkarnasyon Neden Batıldır?
1- Haşir akidesi açısından, her ferdin hesabı, kendi hayatının girinti ve çıkıntılarına göre olacaktır. Buna göre, binlerce cesede girmiş-çıkmış bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hangi durumuna göre ceza veya mükâfat görecektir.
2- Bu dünya imtihan için açılmıştır. İmtihan da gaybe iman esası üzerine cereyan etmektedir. Yaptığı kötülüklerin cezasını aşağı bir mahlûk suretinde yaşayan bir ruh, ikinci bir cesede girme fırsatını bulunca, hem mesele gaybîlikten çıkacak, hem de görüp tattığı ızdıraplardan ötürü, sürekli beden değiştirme işini sona erdirebileceği bir yola girecektir ki, bu da tenâsüh düşüncesinin kendi kendini nakzetmesi, kendi kendini yıkması demektir.
3- Her ferdin mutlak saadete namzet olabilmesi için böyle çok ızdıraplı bir ruhlar muhâceretine lüzum görüldüğü takdirde, Allah’ın zalimlere ceza, iyi kimselere de, mükâfat va’di abes olacaktır. Bu ise Zât-ı Ulûhiyet hakkında muhâldir, bâtıldır.
4- Kur’ân ve sâir semavî kitapların, günahların affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için ruhların ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzûlî ve mânâsız göstermektedir. Rahmeti sonsuz olana şâyeste olan da budur. Buda, bir sükûnet ve bir atâlet olan “Nirvana”sını bu meşakkatli yolculuktan daha huzur verici bulmuş olacak ki, Brahmanizm muzdariplerini daha huzurlu bulduğu bu ufka davet etmektedir.
Bizde ise, affedilmeyecek günah yoktur. Ve Allah (c.c) tevbe eden herkesin günahını bağışlayacağını vadetmektedir. Bu hususta günahının azlığına çokluğuna bakılmadığı gibi, son dakikalara kadar ferdin günah içinde bulunmasına da bakılmayacaktır. Bütün hayatı isyanla geçmiş bir mücrim, bir tek saatlik nezih hayatıyla, Allah’ın rahmetine mazhar olabilir…
5- Kezâ tenâsüh devr-i dâim yücelebilmek için, uzun ve yorucu seyahat, Cenâb-ı Hakk’ın hususî iltifat ve rahmetine zıttır. Zira, o istediği zaman erâcif içinde aldığı en pesbayağı şeyleri dahi som altın hâline getirir ve en kıymetli yapar. Bu da onun, hususî atâyâsı, husûsi ihsânıdır.
6- Peygamberlere uyan kimseler arasında; ilk hayatları itibarıyla çok şerli kimseler de bulunuyordu. Bu insanlar, uzun, kirli bir geçmişten sonra, velîleri çok geride bırakacak kadar muallâ bir mevkiye yükselmeleri o kadar vâkidir ki, aksine fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada olgunluğun zirvesine yükselmek, Allah’ın lûtfunu ifade ettiği gibi terakkî için umûmi bir muhâceretin yersizliğine de parmak basmaktadır.
7- Her ceset için ayrı bir ruh kabul etmek, kudreti sonsuz olan Allah’ın sonsuz yaratıcılığına imanın ifadesidir. Bunun yerine bir tabur ruhu bütün cesetlere sokup çıkarmak, Kudreti Sonsuza âcizlik isnadını işmâm eder. Bu noktada dahi tenâsüh akîdesinin akla mülâyim gelmediği açık ve vâzıhdır.
8- Bundan başka yeryüzünde yaşayan dört milyar insanın hiç olmazsa birkaç milyonunda, başka cesetteki sergüzeşt-i hayatlarına dair bir kısım emâreler bulunmalı değil miydi? Hiç olmazsa, bazı kimselerde, birkaç kere dünyaya gelip gitmiş olmadan birikmiş umumî bir kültür olamaz mıydı? Bunun dünya nüfusuna göre binde bir olması dahi, ne büyük rakamlara ulaşacağı düşünülecek olursa, her yerde böyle birkaç insanla karşılaşma zarureti, kendiliğinden ortaya çıkmaz mı? Hâlbuki nerede!?.
9- Bir de, toplumun hemen her kesiminde eski bir ruh taşıyan her fert, 3-4 yaşına girer girmez, bütün eski müktesebatıyla görünmesi gerekmez miydi? Bu hususta şimdiye kadar kaydedilmiş tek vak’a gösterilebilir mi? Bazı dâhi ve ilhama mazhar kimselerde bir kısım hârikalar görülse bile bu, hazır bir malûmâtın kullanılmasından daha çok, ya semâvî desteklenme veya yüce fetânetin eşya ve hâdiseleri kavramasından ibarettir.
Şimdiye kadar bir-iki akıl hastasının hezeyanıyla yine bir-iki gazetenin neşrettiği sansasyonel haberden başka, herhangi bir cesedin başkasına ait bir ruhla yaşadığını gösterir, müdellel bir şeyden bahsetmek mümkün değildir.
10- Sâir canlılarda insanî fonksiyonları gösterir, herhangi bir emâre keşfedilmemiştir. Hâlbuki, daha evvelki cesette kazanılmış bir kısım hususiyetleri taşıyan ruh, ne denli aşağı bir hayat yaşarsa yaşasın, fıtratın sınırlarını zorlayacak bir kısım infiâlleri olacaktı. Botanik çalışmaları çok ilerlemiş olmasına rağmen, bugüne kadar tenâsühü işmam eder herhangi bir garabete rastlanmamıştır.
Netice olarak diyebiliriz ki, tenâsüh akîdesi, eski toplumlar arasında bir inanç inhirafı olarak yaşadığı gibi, günümüzün insanında da, habis ruhların aldatmacalığından ve şeytanların, bazı bünyelere girip hâkim olmasından öteye herhangi bir hakikati yoktur. Evet, En Doğru Sözlü’nün beyanıyla, şeytanın kan damarları içinde dolaştığını (Buhârî, Ahkâm 21, Bed’u’l-Halk 11; Ebû Dâvud, Savm 78), kalb ve kafayı tesir altına aldığını öğreniyor, tenâsüh denen hezeyanın iç yüzüne biraz daha muttali olabiliyoruz.
Zaten hiçbir tecrübeye dayanmayan ve aklî mesnedi bulunmayan ve hele vahye müstenit olmayan böyle bir hurafeye, yaratılış itibarıyla çok şerefli olan insanın inanması asla düşünülemez. İşin doğrusunu O bilir.
Kaynaklar: Asrın Getirdiği Tereddütler I, “Tenâsüh”