Bu da, kelâm ilminin derin meselelerinden bir tanesidir ve bu sualin altında şunlar var. Kâinat mütegayyirdir. Değişmeye tâbidir ve mütemadiyen değişip durmaktadır. Biz, bu açıdan kâinata hâdis deriz. Yani sonradan olmuş ve çözülmeye doğru gidiyor, daimi bir çözülme içinde hareket etmektedir. Binaenaleyh; ‘bütün bu çözülmeleri, hiç çözülmeyen, tebeddülden, tegayyürden müberrâ birisi dizmiş, tanzim etmiştir” diyoruz. Bu prensibe, değişen üzerinde, değişmeyen bir zâtın bulunduğunu gösterme prensibi denebilir. Tebeddül ve tegayyür eden her şey, tebeddülden, tegayyürden, elvandan, eşkâlden münezzeh, müberrâ olan bir Zât-ı Ecell-i A’laya (cc) delâlet eder ki, O da Allah’tır, Vâcibül-vücuddur. Bütün beşerî ve kevnî hâdiselerden, ârızalardan münezzeh ve mukaddestir. İşte zat-ı ûlûhiyet için serd edilen bu mukaddime üzerine şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır.
Allah, mütegayyir değildir, Allah değişmez, O yemez, içmez, isrâfâtı, vâridatı yoktur. Ezelîdir; varlığı zatî ve kendindendir, aynı zamanda da, ebedîdir.
Öbür taraftan ruhun da bir besâteti vardır. Yani ruh maddeden mürekkep değildir. Aynı zamanda âlem-i halktan değil, Kur’ân’ın beyaniyle, âlem-i emirdendir. Yani o, atomların bir araya gelmesiyle hasıl olan bir varlık değil; melâike-i kiram gibi Allah’ın emriyle meydana gelen, zişuur nûrânî kanunlardan ibârettir. Tohumdaki nemâlanma kanunu, küreler ve atomlar, hatta çekirdekle elektronlar arasındaki çekme kanunu gibi, ruh da, bir kanundur. Fakat ruh şuurludur. Diğer kanunların ise hayat ve şuuru yoktur.
Ruh maddeden mürekkep olmadığı için basittir; çözülmez ve iyonlaşmaya doğru gitmez, Sabit bir varlığı vardır. Şimdi bu yönü ile, -haşa- bazılarının aklına, Allah’a benziyor gibi bir şey gelmekte. Yani Allah tegayyürden münezzeh olduğu gibi, ruhta da tegayyür ve tebeddül yok, öyleyse farkları ne?
Allah’ın tebeddülden, tegayyürden, elvan-u eşkâlden münezzeh ve müberrâ olması zâtındandır. Ruh ise, basit bir varlık olarak Allah tarafından yaratılmıştır. Allah, hâlıktır, ruh ise mahluktur. Allah, kendi kendine kâim ve varlığı kendindendir. Ruh dahil her şey, O’nunla kaimdir. her şey elini O’na uzatmış istiâne etmekte O ise, “iyyake nestain” sözü ile yapılan bütün istiânelere, iâne etmekte, yardımda bulunmaktadır. Ruh da, Allah’ın yardım elini uzattığı, mahluklarından birisidir. Ruhun varlığı da Allah ile kâimdir. Evet, ruh da Allah’a dayandığı sürece vardır. Allah’a dayanmadığı zaman o da mahvolur. Allah şuurlu, hayatlı bir kanun olarak ruhu kendi kudret ve iradesine dayamış ve böylece onun varlığını devam ettirmektedir.
Bir misalle arz edecek olursak; Güneşte şua, ışık ve renkler vardır. Ay’da da, bunu müşahede ederiz. Fakat Güneş’i yok farz ettiğimiz zaman, ayda o ışıkları düşünmemize imkân yoktur. Ayın üzerindeki o ârazi ışıklar, Güneşte zâtî olan ışıkların cilvesidir. Biz hayalen Güneş’i yok farz ettiğimiz zaman, Ay’ın üzerinde ışık devamına imkân kalmaz. Siz Ay ile Güneşi bu durumda müsâvi tutabilir misiniz? Hayır. Kur’an Ay için “nur” veya “Münir” tabirini, Güneş için ise parıl parıl yanan bir lamba ifadesini kullanmıştır. Bu benzetmeler bir bakıma Cenab-ı Hak için pek uygun olmuyor. Ama, meselenin kavranması için müşahhas temsile ihtiyaç var.
Ahirette de, Allah; ruh ile beraber cesetleri de bâki kılacaktır. Allah bâki, onlar da bâki, ama; onların bekası Allah ile kâim. Dilerse hepsini yok ediverir. Fakat onun varlığı kendi Zâtı ile kâim. Onlar yok olabilirler ama. Zât-ı Ecell-i A’lâ her türlü avârızdan muallâ ve müberrâdır.
Kaynak: Asrın Getirdiği Tereddütler II.