Nesih kökünden gelir ve ruhların bedenden bedene göç etmesi mânâsınadır. Fransızlar, “metempsycose” derler. Bu anlayışa kâil olanlara göre, cesetler ruhların kalıpları gibidir; ervah kışla mâhiyetindeki bu kalıplar içine girer, yaşar ve şenlendirirler. Girdikleri cesetler çözülünce de, daha başkalarına ve derken bir devr-i dâim içinde, bu beden değiştirmeler sürer gider.
En ibtidâî cemaatlar arasında dahi, tenâsüh akîdesine rastlamak mümkündür. Ancak, inanç, millî kültür ve muhit farklılığı itibariyle, o da farklı görünümlerde olmuştur. Bir Mısır tenâsüh anlayışıyla, Ganj’ın ebediyetle büyülenmiş insanının tenâsüh anlayışı arasında ciddi farklılıklar vardır. Hele Atinalı filozofların zengin ve rengin ifâdelerinde, bambaşka bir hüviyet kazanır.
Tenâsüh, çeşitli metapsişik tecrübelerin yaygınlaştırıldığı günümüzde de bir hayli meşhurdur. Ancak o, bugün, ruhların muhâceretini bir inanç sistemi hâline getiren mezhep gibidir. Hususiyle sosyete mahfillerinde maddenin yetersizliğine bir reaksiyon olarak, bu türlü hâdiselere o kadar ciddî bir alâka vardır ki; nerede bir-kaç kişi bir araya gelirse hep, ruhların temessülünden, rehberliklerinden; anti-fizik’in fizik’e ve onun kanunlarına te’sirinden; hatta bir kısım ruhların îkaz ve irşatlarından veyahut aksine, baştan çıkarma ve saptırmalarından bahisler açılır ve söz edilir.
Sadedinde bulunduğumuz soru-cevap mevzûu, ne bütün bir tenâsüh tarihine, ne de günümüzün metapsişik ve para psişik vakalarını anlatmaya aktarmaya yetmeyeceğinden, soruda mevzû edilen tenâsühün menşelerine işaret ederek asıl meseleye geçmek istiyorum.
Bir kısım çevreler, tenâsüh akidesinin çok köklü ve kadîm olduğu kanaatindedirler. Hatta, bunun için bir sürü tarihî üstûreye baş vurulmakta, Herodot’un naklettiği -çoğu yalan- hikayelere birer hakikat nazarıyla bakılmakta ve hatta, “Ovide’in” eserlerindeki rengin ve zengin masallar bu işe mesnet yapılmağa çalışılmaktadır. Bu arada, bir kısım kimseler bu “ruhlar seyr-ü seferi” nin sadece insanlar arasında cereyan etmekle kalmayıp, hayvanlara, hatta otlara kadar uzayıp gittiğini iddia etmektedirler. “Camkitinüma” Şârihinin beyânına göre: Tenâsühcüler, ruhların bütün bir varlık âlemini içine alacak şekilde muhâceret mecbûriyetinde olduğu kanâatindedirler. Bir alay ruh, insanların bedenlerinden hayvanlara, onlardan nebat âlemine, cansızlara ve madenlere.. böyle karalardan denizlere, denizlerden karalara bitip tükenme bilmeyen cebrî bir sevkiyât ile devam eder durur. Rûhun bir insan bedeninden diğer insan bedenine intikâline “nesh”, kendine münasip bir hayvan bedenine geçmesine “mesh”, ot ve ağaçlara girmesine “resh”, madenlere hülûluna ise “fesh” derler.
Bu anlayışta âlem-şümûl bir ruh telâkkisinin kabûl edilmesinin tesiri var mıdır? Hülûl ve ittihatla alâkası ne kadardır? Mevzûu dağıtmadan hemen arz edeyim ki; inhiraf etmiş bu iki düşüncenin tenâsühe menşe olduğunu kabul etmemek oldukça güçtür. Hatta Taylor, tenâsüh anlayışının, ruh’un müstakillen bekâsıyla çok alâkadar bulunduğunu söyler. Bu anlayışa göre uzun asırlar, evlât ve torunların atalarına benzemesini de tenâsühle izâha kalkışmışlardı ki, bugün pek âlâ verâset kanunuyla izâh edilebilmektedir.
Tenâsühün, evvelâ Nil havzasında geliştiği söylenir ki, mumyaların sevimsiz çehrelerinde, ehramların esrarengiz bina edilişlerinde, hemen hemen bu sezilmektedir. Mısır’dan Hindistan’a ve oradan Yunanistan’a götürülen bu düşünce, bir tarafta filozofların sehhâr beyanları, beri tarafta da, Ganj ve Send havzasının sonsuzluk fikriyle büyülenmiş insanın nağmeleri arasında, ebediyet isteyen insan gönlünün ümit ve tesellisi haline getirilmiştir. Kabbalistler tarafından Yahudîliğe ve Yahudi marifetiyle de az dahi olsa Hıristiyanlığa ve en nihayet Kelâmcılar’ın bütün reddedici gayretlerine rağmen bir kısım mutasavvifeye de bulaştırılmış oluyordu. Ve bu arada, her iddiacı ortaya attığı şeyi ispat etmek için, bir kısım deliller de getiriyordu. Meselâ: Kabbalistler Tevrat’taki Niobe’nin mermer olmasını ve Hz. Lût’un zevcesinin tozdan bir heykel hâline gelmesini, daha sonrakilerin ise, Yahudilerin bir kısmının maymuna ve bir kısmının da hınzıra dönüşmesini zikrettikleri gibi.. bir kısım kimseler de hayvanlardaki sevk-i ilâhîyi ve nebât âlemindeki baş döndürücü nizam ve âhengi, ağaçlaşmış veya hayvanlaşmış birer insan ruhu ile idare edildiklerini kabûllenecek kadar, işi ileriye götürüyor ve her şeye bir ruh kesip biçiyordu.
Aslında, aceleden verilmiş böyle bir hükmün, değil cansızlar ve nebat âlemine ta’mimi, insanlık âlemi için bahis mevzû edilişi dahi, o kadar tekellüflüdür ki, az bir düşünce ile öyle olmayacağı hemen anlaşılır.
Cansızlar ve nebatlar için bir program ve kaderîliğin bahis mevzûu olduğunda şüphe yoktur. Ancak onlardaki nizam ve ölçüyü, onların içinde eskiden yaşamış tecrübeli ruhlarda aramak oldukça gülünç ve o kadar da mesnetsizdir. Vâkıa ağaç ve otların birer hayât-i nebâtiyeleri vardır, fakat bu hiç bir zaman alçalmış bir insan ruhu olmadığı gibi, yükselmeye hazırlanan ve insan olmaya namzet bulunan bir ruh da değildir.
Bu kadar umumî araştırmalara rağmen, hiç bir nebattan, kendisini idare eden tecrübeli bir insan rûhunun mevcudiyetine dair bir mesaj alınamadığı gibi, şu anda insanlık devresini sürdürdüğü kabûl edilen, hiçbir ruhdan da, Onun nebatî ve hayvanî hayatına dair bir hâtıranın tespit edildiği gösterilememiştir. Halbuki, bu husustaki iddialar arasında, eski malûmat ve müktesebâtın intikâli de, mühim bir esas olarak üzerinde durulan meselelerdendir. Ne var ki, şu âna kadar bir iki akıl hastasının hezeyanından başka ve bir iki sansasyonel haberden gayri bir şey de bilmemekteyiz.
Tevrat’ta mevzû edilen Niobe’nin mermer ve Hz. Lût’un zevcesi Etidhe’nin tozdan bir heykel hâline gelmesi, hiçbir zaman tenâsühe delil sayılmaz. Müsâmahalı davranıp böyle bir şeyi kabûl etsek bile, ruh kabzedilmiş, ceset ve mâruz kaldığı belânın keyfiyetine göre, ya yakıcı bir atmosferle toz toprak olmuş veya lâvlar altında kalan cansız cesetler gibi taşlaşmış demektir. Nitekim, dünyanın her yöresinde karşılaşılan bu kabil fosiller sayılmayacak kadar çoktur. Pompei’nin, Vezüv’ün püskürttüğü lâvlarla bir kül yığını hâline gelmesinden asırlarca sonra yapılan kazılar, karşımıza bir sürü mermerleşmiş Niobe çıkardı. Bugün sayfa sayfa bu enkaz yığınlarını çevirip dururken, ibretle seyrettiğimiz nâpak alınlarda utanç ve hacâlet dolu bir hayatın, insanı, kudurtmuşluğu hissedilmekte ve ilâhî gazâbın eserleri görülmektedir. İbret alınsın diye istikbâlin koruyucu sinesine teslim edilen bu etnoğrafik materyali tenâsühle tefsir etmek, hiçbir mesnede dayanmadan ortaya atılmış bir iddia ve işi hafife almaktan ibarettir.
Kaynak: Asrın Getirdiği Tereddütler I, “Tenasüh”