Şecaat, dinî ve dünyevî haklarını korumak için canını dahi verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir. “İhtiyaç olduğunda, şiddet ve tehlikelere karşı yürümek hususunda kalbin yılmaması, ölümü küçümseyip ondan korkmaması” (Kadı İyaz, Şifa, I, 114.) şeklinde de tarif edilmiştir. Türkçeye cesaret olarak çevrilebilir. Necdet ise, korku ve dehşet veren bir olay anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebât göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmek ve çözüm üretmeye yönelmektir. Bu hasletlerin ikisi de Efendimizde (aleyhissalatu vesselâm) zirveleşmiştir.
Allah Rasulü (aleyhissalatu vesselâm), birbirine zıt gibi görünen iyi vasıfları nefsinde toplamış farklı bir insandır; şecaat-i kudsiyesini arz ederken arslanların ödünü koparır; bir mazlum iniltisi duyduğu zaman onun ruh haletini paylaşır, onunla oturur inler.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakim” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Mesela Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrar’ı Hz. Ali (r.a.), O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-ü Ekrem (aleyhissalatu vesselâm)’e sığınırdık.” der.
Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmran, 3/27) hakikatinin mazharı olarak o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış, Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kutsiyesinin bir ifadesidir ve sahasında nazirsizdir.
Seni kim kurtaracak?
Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hadise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından ehemmiyet arz eder. Allah Rasulü (aleyhissalatu vesselâm), bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzi bir eda ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Rasulü, hiçbir korku emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah!” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakin ve Allah’a itimad, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak?” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Rasulü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Rasulü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır. (Buharî, cihad, 84, Meğazî, 31; Müslim, fiten, 119.)
Allah bizimle beraberdir
Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), eşsiz cesaret örneklerinden birini de, hicret-i seniyyeleri esnasında, Sevr mağarasında sergilerler. Sevr, gençlerin bile zor çıkabilecekleri zirvede bir mağaradır. Ancak O, elli üç yaşında olmasına rağmen bu zirveye tırmanıyor ve bu mağarayı kıymetler üstü bir değerle şereflendiriyordu. Mekke müşrikleri, mağaranın ağzında dolaşırken, Seyyidina Hz. Ebu Bekir, sırf O’nun adına duyduğu endişeden ötürü telaş içindedir ve ihtimal endişeden yüzü sapsarı kesilmiştir. Halbuki onunla aynı atmosferi paylaşan Nebiler Serveri’nin dudaklarındaki tebessümde en ufak bir değişiklik bile olmamıştır; olmamıştır ve endişe içindeki dostu Hz. Ebu Bekir’i (radiyallahu anh) “Korkma! Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 9/40), “O iki kişiyi ne sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allah’tır.” sözleriyle teselli ve teskin etmiştir.
Şefkat Peygamberi
Evet buraya kadar arz ettiklerimiz birer şecaat, cesaret ve teslimiyet örneğidir; ne var ki bu zat aynı zamanda bir rahmet, şefkat ve merhametin de zirvedeki temsilcilerindendir. Öyle ki o, eğer ağlayan bir çocuk görse, oturur, onunla birlikte ağlar ve inleyen bir ananın acı ve ızdırabını tâ vicdanında duyar. İşte Hz. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis ve O’nun engin şefkati:
“Ben namaza duruyor ve onu uzun kılmak istiyorum. Sonra bir çocuk ağlaması duyuyorum. Annesinin ona duyacağı heyecanı bildiğim için hemen namazı çarçabuk kılıp bitiriyorum.” (Buharî, ezan, 65, salat, 191; Ebu Davud, salat, 163; Tirmizi, salat, 159; Nesei, imamet, 35.)
Oğlu İbrahim’in vefatı
Bir başka sefer, Mâriye Validemizden olan oğlu İbrahim’in ölümü karşısında O, dünya kadar hâdiseyi göğüslemiş ve her şeyi aşmış bu büyük şefkat kahramanının gözleri dolu dolu olmuş ve onu kucağına almış, derin bir sevgiyle bağrına basmış ve hüznünü gözyaşlarıyla süslemişti. O’nun bu durumunu istiğrab edip de hayretle bakanlara, “Gönül mahzun olur, gözler ağlar; ancak Allah’ın dediğinden, Allah’ın hoşnut olduğundan başkasını söyleyemeyiz.” (Buharî, cenaiz, 44; Ebu Davut, 64; İbn Mace, cenaiz, 53.) buyurmuştu. Evet O, insanların en merhametlisi ve en şefkatlisiydi.
Allah Rasulü, hep halimdi; ama belli bir süre düşmanları O’na hilmini ifade etme fırsatını vermemişlerdi. Hasımları, onunla aralarındaki atmosferi sürekli sertleştirmiş ve O’nu hep o sert atmosferde mukabeleye zorlamışlardı; ancak hep yanılmışlardı; çünkü o, sertleşme niyetinde değildi.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası