Şefkat tokadı; sevenin, sevdiğine, sevgi eksenli, onu doğru yola getirme maksadıyla, kulağını çekme, azarlama mânâsına gelen tatlı bir ikazdır. Bediüzzaman Hazretleri, bu anlamdaki şefkat tokatlarına çok ehemmiyet vermiş ve Onuncu Lem’a’da,
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا, وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍ, تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعِيدًا
وَيُحَذِّرُكُمُ اللهُ نَفْسَهُ وَاللهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ
“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir” (Âl-i İmran, 3/30)
âyet-i kerimesi ışığında bu mevzuyu o günkü örnekleriyle izah ediyor.
Şefkat tokadı, herkesin, tokadını yediği zatın nezdindeki yerine göre cereyan eder ve şekil alır. Mesela; iman ettiği halde, Allah ile ciddi münasebet içinde olmayan bir kişi, mükellef olduğu ibadetlerinde bir kusuru olduğu veya akidesine ters bir düşüncede bulunduğu takdirde, malına veya evlad ü iyaline bir zarar isabet etmesi şeklinde, bir şefkat tokadı yiyebilir. Böyle bir tokat, o insanın ders almasına ve istikamet kazanmasına vesile olabilir. Bu zaviyeden meseleye bakıldığında buna her ne kadar şefkat tokadı adı verilse de, bunun bir lütuf ve ihsan olduğunda şüphe yoktur.
Gönlü iman ve ümitle par par yanan, dimağı her lahza yığın yığın sentezlerle ayrı iklimlere doğru kanat çırpıp yükselen bir kamet, “Falan şahıs nasıl böyle ileriye gidebiliyor. Neden ben onun kadar ilerleyemiyorum?” şeklinde menfi bir tasavvur içinde bulunsa, hemen şefkat tokadı yiyebilir. Çünkü bu seviyeyi yakalamış bir insanın aklından bu türlü fena şeylerin geçmesine müsaade edilmeyebilir.
Gecenin zifiri karanlığında kalkıp, başını seccadeye koyan ve âhireti adına ihtiyat akçesi kabul ettiği birkaç damla gözyaşını seccadesine bırakan bir insan, gaflete dalıp bir gece onu yapmadığı zaman, ertesi gün akşama kadar içinde simsiyah bulutların gezip dolaştığını hissedebilir. Bu, o seviyedeki bir insan için şefkat tokatıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, onu o seviyeye yükseltmiş ve âdeta sefinenin dümenine getirmiştir. Şimdi, böyle birinin bu ölçüde ulvî bir sefinenin dümenini ihraz ettikten sonra, “ben basit tayfalar gibi kömür atacağım ve yelkenlerle meşgul olacağım” demesi, bir sukuttur. Allah’ın böyle bir sukuta rızası yoktur. Onun için Allah, engin merhametinin ifadesi olarak o şahsa kendine gelmesi için bir uyarıda bulunur ki, biz buna şefkat tokadı adını veriyoruz.
Şefkat tokatlarının örneklerini Asr-ı Saadet’te de müşahede etmek mümkündür. Peygamber Efendimiz (s.a.s) Uhud savaşının arefesinde ashabıyla yaptığı istişarede, Medine’de kalıp müdafaa harbi yapmaları fikrini öne sürmüştü. Halbuki çoğunluğu temsil eden genç Sahabiler, taarruz harbi yapmak istiyorlardı. Vakıa Sahabe bu düşüncelerinde fevkalade samimiydi. Düşmana haddini bildirmekten başka da bir niyetleri yoktu. Hatta bu samimi niyet,
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًاۙ
“Müminlerden Allah’a verdikleri sözde sadık olan nice erkekler vardır. Onlardan şehit olanlar ve şehadeti bekleyenler vardır. Ve onlar ahitlerini hiçbir şekilde değiştirmediler.” (Ahzâb, 33/23)
ayetinin inmesine sebeb olmuştu. Ancak, böyle bir duygu ve düşünce içinde olan Sahabenin aşk ve heyecanları, emre itaattaki inceliği kavramalarına mani olmuştu. Ayrıca, düşmanın arkadan gelmesini engellemek üzere vazifelendirilen okçular, Efendimiz (s.a.s)’in “Siz, bizim arkamızı koruyun.. ve zinhar yerinizden ayrılmayın. Bizi ganimet paylaşıyor görseniz bile yerinizi terketmeyin. Ve yine bizim cesedlerimizi kartallar kapıp götürüyor olsa bile bulunduğunuz yerde kalın!” emrine rağmen yerlerini terketmişlerdi. Bütün bunlardan sonra İslâm ordusu, muvakkat da olsa bir geri çekilme ve hezimete düçar olmuştu ki, işte bu da bir şefkat tokatıydı. Daha sonra buradaki ikazı anlayan Sahabe hemen Efendimiz (s.a.s)’in etrafında toplanmışlar ve düşmanı takibe alarak yeniden zelleyi sevaba, hezimeti de zafere çevirmişlerdir.
Kutlu Nebi’nin davasına gönül vermiş zamanımızdaki hakikat erleri için de şefkat tokatları her zaman söz konusudur. Zira bu dava çok şerefli bir davadır. Evet, bu dava, Allah’ın yeryüzünde en çok ehemmiyet verdiği meselelerden biri veya daha doğru bir tabirle en birincisidir. Şayet bundan daha önemli birşey olsaydı, Allah peygamberlerini onunla vazifelendirirdi. Hatta diyebilirim ki, Hz. Cebrail’i bile şerefli kılan, başını arş-ı kemâlâta ulaştıran, böyle büyük bir davada vazifeli olmasıdır. Bu açıdan küçük de olsa, ona zarar verecek her bir davranış o şahsın Allah yanındaki derecesi ve dava şuuruna göre tokat yemesine vesile olabilir. Evet, hiç kimsenin bu yüce davanın bir tek parçasından dahi feragat ve fedakârlıkta bulunmaya hakkı yoktur. Hz. Peygamber, vazifelendirildiği her şeyi bütünüyle yerine getirmiştir. Zaten
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَ اِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ
الْكَافِر۪ينَ
“Ey Peygamber! Rabbin tarafindan sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun risaletini tebliğ etmemiş olursun.” (Maide, 5/67)
ayeti de bunu âmirdir. O da bunu harfiyyen yerine getirmiştir. Ardından bu vazifeyi başta Sahabe olmak üzere, Ömer b. Abdülaziz, Gazali, Şah-ı Geylani, İmam Rabbanî, Mevlânâ Halid-i Bağdadi, Bediüzzaman gibi yüce kametler üzerlerine almış ve yaşadıkları asırda en güzel şekilde o işin bayraktarlığını yapmışlardır.
Zamanımızda ise bu kudsî hamûleyi üzerine alanlar, bu nimetin şuurunda olarak, üzerlerine tevdi edilen vazifelerinde ülfet, ünsiyet ve ihmale kat’iyen yer vermemelidirler. Aksi takdirde şefkat tokatlarının gelmesi kaçınılmaz olur. Zira mazhar olunan nimetlerin kadrini bilmek, yeni mazhariyetler için en güçlü bir vesiledir. Bu ise ancak her nimete kendi cinsinden şükürle mukabele etmek ve o nimetleri artırma yollarını araştırmakla mümkündür.
Kaynak: Prizma III, “Şefkat Tokatları“